Din Sosyolojisi ve Tarihi

PaSikA

Yeni Üye
Üye
Din Sosyolojisi ve Tarihi
Din ve toplum arasındaki ilişkilerin sistematik ve objektif olarak incelenişi, Sociologie kelimesini ilk defa kullanan Auguste Comte’dan (1798-1857) çok önceleri mevcuttu. Xenophanes (M.Ö.560-478) Habeşistanlı Tanrıların siyah ve küçük burunlu, Trakyalı olanların ise hafif mavi gözlerle birlikte kızıl saçlı olduklarına dikkat çekerken zaten din sosyolojisi disipliniyle yüzeysel bir şekilde de olsa ilgilenmiş oluyordu. Benzer bir şekilde, Müslüman felsefeci İbn Haldun (1332-1406) Mukaddime ya da Kitabu’l-İber’e (Dünya Tarihi) girişte, Kuzey Afrika Krallıklarının yükseliş ve düşüşlerinde dinin rolünü incelerken sosyal dayanışma (asabiyye) kavramıyla yakından ilgilenmişti. Modern zamanlarda, klasiklerle ilgilenenler, dinler tarihçileri ve “seküler” tarihçiler kuşkusuz din araştırmaları alanında profesyonel sosyologlardan daha çok ve muhtemelen daha iyi yazmaktadırlar. Bir disiplin olarak sosyolojinin gerçek gücü, onun kapsamlı ya da evrensel öneme sahip tutarlı bir yaklaşım geliştirmek amacıyla modelleri, teorileri ve son zamanlarda istatistiksel yöntemleri daha açık bir şekilde kullanmasında yatıyor gibi görünmektedir. Daha ideografik bilim anlayışlarının aksine din sosyolojisi, din ve toplumu nomotetik bir şekilde yani, yasalarını birbirine bağlı düşünce, duygu ve davranış ağları ya da sistemleri gibi inceleyerek ün kazanmıştır.

Modern zamanlarda sosyolojik din araştırmalarının ortaya çıkışı, kapitalizm, kültürel çoğulculuk, dinsel hoşgörü ve liberal devletin yükselişi ile yakından ilişkilidir. Bu nedenle, bu disiplin din ve toplumu “doğal” bir halde irdelediğini iddia edemez. Aksine bu disiplin, araştırmacıların inceledikleri dinler ve toplumlar tarafından ortaya atılan normatif iddialardan kendilerini uzaklaştırmalarına imkan sağlayan ya da onları buna zorlayan Batı sosyal düşüncesindeki eşsiz tarihsel gelişmeler tarafından üretilen kültürel bir üründür. Aslında din sosyolojisi, kendi doğurgan ilgilerinden birinin, yani, dini düşünce ve kurumların sekülerleşmesinin ürünüdür. Din sosyolojisinin aksine, dini sosyoloji, teoloji ve kurumsal din -özellikle Fransa ve Belçika’da Roma Katolik Kilisesi- ile daha yakın ilişkiler kurmaya çalışmaktadır.

Din sosyolojisinin tarihi ana hatlarıyla dört döneme ayrılabilir: Geleneksel sosyal düşünce, şüphecilik ve spekülasyon, muhafazakar ve romantik tepki ve modern sosyal teori.

Geleneksel Sosyal Düşünce

Modern sosyoloji şekillenmeye başladığında ilk olarak dönüştürülen ve dünyevileştirilen düşünce yapısı, geleneksel sosyal düşünce olarak adlandırılabilir. Bu, birleşik bir düşünceler sistemi olmadığı gibi, birbirinden farklı ve hatta birbiriyle çelişen unsurlar içeriyordu: Platoncu idealizm, Aristocu teleoloji, Stoacı tabii hukuk, Augustinyenci sosyal realizm ve ortaçağ bilim adamlarının çeşitli sosyal teorileri. Geleneksel sosyal düşünceyi özellikle karakterize eden şey, onun sosyal ve etik analizlerin senaaainden oluşmasıydı. Çünkü tabiat gibi toplumun da bir gayesinin ya da amacının olduğu düşünülüyordu. Geleneksel sosyal düşünce döneminde sosyal analizin “olan”ı, değerlerin “olması gereken”inden ayrılmamıştı. Hıristiyan çevrelerde sosyal kurumların incelenmesi, bütünüyle kilisenin amaçları doğrultusunda yapılıyordu. Geleneksel sosyal düşünce, bütün kurumsallaşmış sosyal değerlerin ve kurumların kozmolojik ve ilahi kaynakları üzerinde durdu. İnsana sosyal ve siyasal bir varlık gözüyle bakan bu düşünce, gerçek “kamu yararı”nın varlığının “sağlam akl”a sahip herkes tarafından bilinebileceğini ve iyi niyet sayesinde uygulanabileceğini savundu. Diğer dinler gibi Hıristiyanlık da söz konusu kamu yararını, toplum ve evreni bir ve aynı gören aşkın nesneler düzenine göre tanımladı. Geleneksel sosyal düşüncenin ana akımı, toplumun organik birliğini tabii hukuk diliyle ifade etti. Bu teoriye göre, kurumlar, tabiata bizzat Tanrı’nın koyduğu kuralları yansıttıkları oranda –sadece mitolojik açıdan meşruiyet kazanmakla kalmaz- aynı zamanda felsefi açıdan da haklı gösterilebilir ya da mahkum edilebilirlerdi.

Geleneksel sosyal düşünce, din sosyolojisine bazı temel kavramlarını miras bıraktı: Toplum, din, zorunluluk ve varlığın temel düzeni ya da yasası. Seküler bir kavram olarak değiştirilen sosyal düşüncenin tabii hukuk kavramı, erken dönem doğa bilimlerinin ve sosyal bilimlerin temelini oluşturmuştur.

Şüphecilik ve Spekülasyon

Ortaçağlarda ve Rönesans’ta kuramcıların aradığı toplumun yasal düzeni, insan ırkını spiritüel/manevi mükemmelliğe çağıran bir düzendi. 17. ve 18. yüzyıllarda düşünürler düzen arayışlarını devam ettirdi. Ancak artık onları ilgilendiriyor gibi görünen bu düzen, bazı basit, doğal standartlara göre dillerin, örf ve adetlerin ve dinlerin çeşitliliğini açıklayabiliyordu. Bütün bunlar içerisinde aklın oynadığı rol, özellikle empiristler gibi bazı gruplar tarafından küçümsenirken, rasyonalistlerin de aralarında bulunduğu bazıları tarafından abartılıyordu.

17. ve 18. yüzyıllarda geleneksel sosyal düşünce entelektüel saldırılara maruz kaldı ve –1960’da Richard Hooker’ın Of the Law of Ecclesiastical Polity adlı eserinin yayınlanmasından sonra- gittikçe savunmaya çekildi. Artık geleneği savunanlardan daha fazla dayanışma içerisinde olan muhalifler arasında çok sayıda Rönesans ve Aydınlanma düşünürü yer alıyordu: Niccolo Machiavelli ve Thomas Hobbes gibi politika eleştirmenleri, Bernard Mandeville gibi hicivciler, İtalyan hukukçu Giovanni Battista ve Fransız ve İskoç aydınlanmasının felsefecileri (Crane Brinton’a göre daha doğru ifadesiyle sosyologları). Geleneksel sosyal düşüncenin söz konusu kritiğinin ardındaki entelllektüel ilham kaynakları da, oldukça farklıydı. Bunlar, Isaac Newton’ın mekanik felsefesi, René Descartes’ın insan merkezli epistemolojisi, Francis Bacon’ın empirisizmi (ve teleoloji aleyhtarı yazıları) ve gerek toplumu gerekse ekonomiyi daha “gerçekçi” yani, daha az dini ya da ahlaki temeller üzerine inşa etmeyi amaçlayan çeşitli spekülatif düşünce sistemlerini içeriyordu. Ulus devletin yükselişi ile sosyal ve ekonomik teori hakkında söz söyleme yetkisini din adamlarından devralan, toplumun yeni üyesi tüccar ya da burjuva sınıfının doğuşu, aynı derecede önemliydi.
 
Cevap: Din Sosyolojisi ve Tarihi

Tabii Hukuk’a Saldırı

Burjuvazinin sözcülüğünü yapan ve sanayi devriminin zaferini ilan eden bazı 17. yüzyıl düşünürleri, geleneksel tabii hukuk kavramı aleyhine bir saldırı başlattılar. Her ikisi de Protestan Kilisesine üye olmayan Hugo Grotius ve Samuel Pufendorf, tabii hukukun Tanrı’dan bağımsız olarak varolabileceğini savundular. Thomas Hobbes biraz daha ileri giderek tabii hukuku “barışı sağlamaya yönelik maddelere” yani, basit ve çıkarcı bir aygıta indirgedi. Onun ele aldığı “tabiat” ilahi bir düzenin değil, aksine güvensizliğin psiko-biyolojik doğasının ve geleneksel sadakat ve bağlılık ilişkilerinin artık bir arada tutmayı başaramadığı bir dünyada yaşayan “sahipsiz insanlığın” bir yansımasıydı. Hookers’in gelenekselciliğine sınırsız saygı duyuyor gibi görünen John Locke bile, tabiat kanunlarının sadece “bir anlama aracı” olduklarını kabul etmek zorunda kaldı. Çoğunlukla mülkiyet haklarının kutsallaştırılacağını taahhüt eden bu felsefi çabalar, tabii hukuk kavramını dünyevileştirdi ve sınırlarını hukuk biliminden ahlak felsefesine kadar genişletti. Bütün bu gelişmeler sosyal bilimlerin ortaya çıkışına zemin hazırladı.

18. yüzyıl boyunca seküler ya da “aydın” görüşlü yazarlar pek çok sosyal kötülüğün sorumlusu olarak dini ve batıl inançları gördü. Anti-klerikalizm (ruhban sınıfı karşıtlığı) neredeyse bütün sosyal eleştirilerin rutin bir özelliği haline geldi. Dinin Avrupalıların yaşamındaki kronikleşmiş sorunları hafifletmeyi başaramadığına inananlar, sosyal düzenin yeni kaynaklarını ortaya çıkarmak için bir araştırma başlattılar. Sonuçta toplumun önceden belirlenmiş ilahi takdire ve tabii hukuka göre yapılandırılması gerektiğini savunan geleneksel görüş, yerini, toplumun insanın kendi “yetenekleri” ya da “planları” tarafından yapılandırıldığını ya da yapılandırılması gerektiğini savunan görüşe bıraktı. Böylece modern dünyanın felsefi ve sosyolojik teorilerinden çoğuna kaynaklık edecek olan seküler, sosyal hümanizm ortaya çıkmaya başladı. Daha zengin ve daha güvenli bir toplum yaratmak amacıyla Hobbes, Mandeville, d’Holbach, Halvétius, Spinoza ve Hume gibi düşünürler önceleri geleneksel sosyal düşünce tarafından bastırılan ya da kontrol altında tutulan kişisel çıkar ve bencillik gibi duyguları işlevselleştirmenin ya da maniple etmenin yollarını aradılar. Bu spekülasyonun en önemli sonuçlarından biri, bugün sosyal sistemler olarak adlandırılabilecek yapının keşf edilmesiydi. Bu dönemde düşünürleri büyüleyen şey, -din, ahlak ya da devletin müdahalesi olmaksızın- düzen ve gelişmeyi “kendiliğinden” meydana getirecek olan tüzel etkileşim ağlarının kurulabilmesiydi. Sosyal sistemler görüşü edebi eleştiri ve sosyal yergiye çok şey borçludur. Bu görüş, 18. yüzyılın başlarında, “kişisel zaafların” doğru bir şekilde işlenmesinden kaynaklanan “kamusal çıkarlar” üzerine hararetli yorumlarıyla tanınan Bernard Mandeville tarafından savunuldu. Bu yüzyılın sonlarında Adam Ferguson geliştirdiği tanımla bu kavramı daha da genişletti. Ona göre kurumlar, “herhangi bir beşeri planın idarecisi değil, aksine beşeri faaliyetin sonucudurlar”. Adam Smith bu görüşü kısa süre içerisinde Batı sosyal düşüncesine egemen olacak terimlerle açıkladı: “Sistemler pek çok açıdan makinelere benzer”. Zaman ilerledikçe sosyal düşünce tarafından geliştirilen –mekanik, organik, sibernetik ve nihayet semiotik- sistemlerden her biri birbiri ardınca sosyolojik din analizlerinde kullanılabilmiştir.

Daha şüpheci meslektaşlarının aksine Smith, ekonomik ve ahlaki sistemlerle ilgili görüşlerini (ünlü ve etkili “görünmeyen el” görüşü gibi) ısrarla tabii hukuk ve ilahi takdire dayandırdı. Locke’un siyaset felsefesi ile birlikte Smith’in ekonomisi, 20. yüzyıl boyunca Anglo-Sakson Dünya’da filizlenip gelişecek olan dinsel hoşgörü, siyasi liberalizm ve kapitalizmin eşsiz senaaaine temel oluşturdu. Bu kültürel senaaain başarısı, muhtemelen, Büyük Britanya ve Kuzey Amerika’da din biliminin Kıta Avrupa’nın sosyal düşüncesinden daha az anti-klerik ve anti-dini olmasının nedenini açıklamaktadır.
 
Cevap: Din Sosyolojisi ve Tarihi

TARİHİ

-ÖZET-

Bagimsiz bir bilimsel disiplin olarak din sosyolojisi oldukça genç olup, bir toplum olayi ve kurumu olarak dini ele almak,, süreç, teskilat ve gruplasmalari sosyolojik bir yaklasim perspektifinde bilimsel olarak arastirip incelemek üzere o ancak modern dönemde ve onun sartlarinda ortaya çikmis ve giderek gelisme göstermisse de; gerçekte, hangi ölçüde modern dönemin sartlarina bagli bulunursa bulunsun, kendine has arastirma alani, konulari ve bunlari bilimsel perspektifte incelemede izleyecegi yöntem ve teknikleri ile birlikte bu bilim dalinin bagimsiz ve sistematik bir bilimsel disiplin seklinde ortaya çikmasi olgusu uzun bir tarihsel hazirlik dönemine dayanmakta ve üstelik ondan bir çok etkileri de almis bulunmaktadir. Din sosyolojisi, bu uzun hazirlik döneminin belli evrele rinde,, tarih ve öteki bir kisim bilimlerin içerisinde en azindan zimnî bir varlik imkânini da elde etmistir. Esasen din olaylari, seyyahlar, düsünürler ve bilginlerin dikkatini en azindan antik dönemden itibaren bir sekilde çekmeye basladigin dan, din sosyolojisinin metodolojisinin temelinde yer alan din konusuna elestirel,, akılcı, deneysel ve objektif bilimsel yaklasim egilimlerinin baslangiçlari da aslinda bu döneme kadar uzanmakta ise de, normatif, tekelci ve apolojetik karakterli ilâhiyatlarin ve skolastigin egemen oldugu Orta Çagin dünyaya karsi belli bir olumsuz tutum çerçevesinde kendi içine kapanik ortaminda onlar güçlenerek bir atilim yapmaya meyletmek yerine giderek kös teklenip kisirlasmaya mahkum olmuslardir. Buna karsilik, özellikle Rönesans ve Reform dönemle rinden itibaren, çok çesitli iç ve dis dina mikler çerçevesinde hususiyle Bati'nin bu kendi içine kapanik durumu ve statik zihniyetinde çok önemli degisik likler ve yeni gelis meler gözlenmeye basladigindan, sözü edilen bu egilimler de giderek filizlenmeye yön tutmuslardir. Büyük cografi kesifler, sanayi devrimi, Aydinlama hareketi,, sehirlesme, egitim, iletisim,, buluslar ve gelismele rin etkisi altinda Bati dünyasinda birbirini izleyen ve sonra etkileri giderek tüm dünyaya yayilan ve toplum hayatinin her kesiminde genis yankilar uyandiran büyük degisimler, din konusuna bilimsel yaklasim çizgisinde yeni gelis melere ve bu çerçevede deneysel, obje ktif, sistematik ve bagimsiz bir din sosyolo jisi biliminin filizlenip gelismesine ve hattâ giderek sistemlesmesine imkân hazirlamistir. Böylece, teorik temelleri ve metodolojisini olusturup gelistirmeye yönelmis bulunan din sosyolojisi bilimi sadece Bati'da kalmayarak tüm dünyaya ve bu arada Islâm dünyasi ve özellikle de Türkiye'ye uzanmis bulunmaktadir.


1. GIRIS


Bir toplum olayi ve kurumu olarak dini ele almak, din ve toplum ilskileri ve etkilesimini, bu çerçevede ortaya çikan olgu, süreç, teskilat ve gruplasmalari sosyolojik bir yaklasim perspektifinde bilimsel olarak arastirip incelemek üzere din sosyolojisi bilimi ancak modern dönemde ve onun sartlarinda ortaya çikmis ve giderek gelisme göstermis bir disiplindir. Bununla beraber, hangi ölçüde modern dönemin sartlarina bagli bulunursa bulunsun, kendine has arastirma alani, konulari ve bunlari bilimsel perspektifte incelemede izleyecegi yöntem ve teknikleri ile birlikte din sosyolojisinin bagimsiz ve sistematik bir bilimsel disiplin seklinde ortaya çikmasi olgusunun uzun bir tarihsel hazirlik dönemine dayandigi ve ondan bir çok etkileri aldigi hususuna önemle isaret etmek gerekir.


2. TARIHSEL ARKA-PLAN


Anlasilan din sosyolojisi, bu uzun hazirlik döneminin belli evrele rinde, çogu zaman felsefe, tarih ve öteki bir kisim bilimlerin içerisinde en azindan zimnî bir varlik imkânini da elde etmis görünmektedir. Esasen din olaylari, seyyahlar,, din sosyolojisinin
metodolojisinin temelinde yer alan din konusuna elestirel,, akilci, deneysel ve objektif bilimsel yaklasim egilimlerinin baslangiçlari da bu döneme kadar uzanmaktadir. Buna karsilik, normatif, tekelci ve apolojetik karakterli ilâhiyatlarin ve
skolastigin ege men oldugu Orta Çagin dünyaya karsi belli bir olumsuz tutum çerçevesinde kendi içine kapanik ortaminda bu egilimler, güçlenerek bir atilim yapmaya meyletmek yerine giderek kösteklenip kisirlasmaya mahkum olmuslarsa da, özellikle Rönesans ve Reform dönemlerinden itibaren, çok çesitli iç ve dis dinamikler çerçevesinde hususiyle Bati'nin bu kendi içine kapanik durumu ve statik zihniyetinde çok önemli degisik likler ve yeni gelismeler gözlenmeye basladigindan, sözü edilen bu egilimler de giderek filizlenmeye yön tutmuslar; büyük cografi kesifler,, Aydinlama hareketi, bilimsel ve teknolojik buluslar, sehirlesme, egitim, iletisim, vb. alanlarda kaydedilen yenilikler, buluslar ve gelismelerin etkisi altinda Bati dünyasinda birbirini izleyen ve sonra etkileri giderek tüm dünyaya yayilan ve toplum hayatinin her kesiminde genis yankilar uyandiran büyük degisimler, din konusuna bilimsel yaklasim çizgisinde de yeni gelismelere ve bu çerçevede deneysel, objektif, sistematik ve bagimsiz bir din sosyolojisi biliminin filizlenip gelismesine imkân hazirlamis bulunmaktadirlar.

Hakikaten, bu çerçevede, özellikle 17. ve 18. yüzyillarda insani, toplumu, kültürü ve dini dogal toplumsal, kültürel ve tarihsel kontekstlerinde olgusal, gelismeci ve ilerlemeci süreçlerde inceleme egiliminde bir artış gözlenmis; nitekim meselâ Italyan filozofu G. Vico (1668-1774), antik Yunan dininin, önce tabiatin ve sonra da ates gibi birtakim tabiat kuvvetlerinin ilahlastirilmasi ve bunu takiben evlilik gibi kurumlarin kutsallastirilmasi ve nihayet Homer'in eserle rinde gözlendigi üzere insanla rin tanrilastirilmasi seklinde birbirini izleyen dönemlerden geçmek suretiyle bir ge lisme gösterdigini öne sürmüstür. Ingiliz filozofu David Hume (1711-1776) ise, Dinin Dogal Tarihi (Natural History of Religion) adli eserinde din konusuna yaklasiminda dönemin giderek artan rasyona lizmini tipik bir biçimde yansitmistir.

Aydinlanma döneminin rasyonalizmi, "tabiî tarih", "tabiî hukuk", "tabiî toplum" ve "tabiî din" adina hem paganizmin hem de Hiristiyanligin bir tür reddini içermis; gerçekte deizm de denilen tabiî din anlayisi, "kafa dini"ne karsi "gönül dini"ni savunan Pietistler'in dinde duygu ve heyecanlari daha çok öne çikaran antidogmatik tavirlarinin entelektüel bir karsiligini olusturmustur. Dönemin Fransiz ansiklopedistlerinden Voltaire (1694-1778) antiklerikal bir deizme meylederek politeizmin gelismesini ruhban sinifinin faaliyetine baglamis; 18. yüzyilin rasyonalizmi Alman filozofu Immanuel Kant'in (1724-1804) eserlerinde doruk noktasina erisirken, ayni zamanda belli bir degisime de ugrayarak dine ahlâkî idealler üzerine temellenmis bir yer ayirmis; onun görüslerine karsi kendini gösteren tepkiler ise,, toplum ve din konusunda ortaya çikan yeni bilimsel yaklasimlara giden yolun açilmasinda oldukça etkili olmustur.

Bu gelismelere, sarkiyat arastirmala rinin yani sira etnoloji ve antropoloji çalismalarinin insan, toplum, kültür ve din ile ilgili genis bir dokümantasyonu dünya ölçüsündeki bir zenginlikle arastirmacilarin hizmetine sunmaya ve böylece dinin Orta Çag ilahiyatçilarinin norma tif açiklamalari ve dogmatik kabullerinin ötesinde bir nedensellikle açikla malara yer veren incelemelere konu olmasina imkân vermeye baslamis bulunmasi olgusunun etkisini eklemek gerekir.

Hakikaten, bu çizgide meselâ Fransiz rahip Bergier (1718-1790), ilkel dinleri psikolojik nedenlerden kaynaklanan ruhlarla ilgili inanislarin gelismesine baglarken, Kant'in din konusundaki fikirlerinin elestiricilerinden olan Herder (1744-1803), insan türünün incelenmesi konusunda evrimci bir tavra yönelerek mitolojide dilin daha derin ve anlamli sembolik anlatimlarini görmeye egilim göstermis; Schelling (1775-1854) bu pozitif yaklasimi romantizm geleneginde sürdürmüs; nihayet, Avrupa dinlerinin disindaki dinler ve özellikle de Hint dinleri hakkinda elde edilen yeni bilgiler,

Öte yandan, idealist felsefe nin taraftari ola rak insanlik tarihi üzerinde manevî ve ruhî olanin etkisini vurgulayan ve ayni zamanda dinin her bir gelisim safhasina kismî bir gerçeklik atfeden degisik bir "rölativizm" fikrini ortaya atmis bulunan Hegel'in (1770-1831) tarih felsefesi, çok çesitli düsünce ve bilim çevrelerinin yani sira din ve toplum incelemelerinin gelisim seyri üzerinde de köklü yankilar uyandirmis olup, bilimsel düsüncelerinin teorik çerçevesini onun diyalektik semasi üzerine bina etmeye meyleden takipçileri modern bilimsel tarihin büyük ölçüde kuruculari olmuslardir.

Bütün bunlar, evrimci karsilastirmali din teorileri ve incelemelerinin gelisim seyrini oldukça etkileyerek 19. yüzyilda Bati'da din ve toplum konularina yeni ve degisik yaklasim modellerinin ortaya konmasina imkân tanimis olup; bu çerçevede, yüzyilin özellikle ilk yarisi bagimsiz bir toplumbiliminin yani sira gerçek bir dinbilimi ve bir din sosyolojisi disiplininin gelisimine hazirlik bakimindan çok önemli olmustur.

Nitekim, bu dönemde Fransiz sosyal filozofu A. Comte'un (1798-1857), insanlik tarihini pozitivist ve materyalist bir felsefî bakis açisindan evrimci bir perspektifte görmek suretiyle ortaya koydugu yeni ve degisik teorik ve metodolojik yaklasim semasi toplum ve din incelemeleri üze rinde çok derin ve genis etkiler uyandirmis; bu etkiler,

Bu baglamda, Ingiliz filozofu Herbert Spencer'in (1820-1903),, 19. yüzyilin özellikle ikinci yarisinda oldukça etkin görünmekte; "biyolojik evrim" anlayisinin bilhassa yüzyilin son çeyreginde giderek bagimsiz bir hüviyet kazanmaya baslayan din bilimleri ve özellikle de din sosyolojisi arastir malari üzerinde derin etkileri gözlenmektedir.

Hakikaten, bu dönemlerden itibaren ortaya konmaya baslanan ve dinin özü ve baslangicini entelektüel kurgulara dayali, basitlestirici ve düz hatli evrimci bir perspektifte açiklamaya yönelen natürizm (Max Müller), manizm (H. Spencer), animizm (E. Tylor), animatizm (R. R. Marett),, Alman filozofu L. Feurbach'in (1804-1872) dini, insanin arzulari ve istiyaklarinin bir “projeksiyon”u gibi gören anlayisi, basta Marx, Freud ve Barth olmak üzere din konusuna bilimsel ve sosyolojik yaklasimlarin teorik çerçevesi üzerinde köklü yankilar uyandirmis bulunmaktadir.

Esasen, bu fikir akimlarina tarih, arkeoloji, antropoloji,, insan,, kültür, tarih ve din konularini yeni paradigmalar çerçevesinde olusan yeni teorik yaklasim modelleri, semalari,, konulari ve problemlerine uygulamak üzere yeni din, toplum, kültür ve insan bilimleri ortaya çikmis ve giderek sistemlesmis olup; nitekim, bir yandan toplumu incelemeyi konu alan sosyolojinin, öte yandan dinler tarihi,, din psikolojisi, din fenomenolojisi,, yukarida ana hatlari ile özetlenmeye çalisilan uzun tarihî birikimi arkasina almak suretiyle, modern dönemin büyük degisim ve dönüsüm ve bu çerçevede ortaya çikan sorunlarina Orta Çagdan kalma geleneksel, normatif ve skolâstik ilâhiyat ilimlerinin çözüm üretmekte aciz kaldigi buna lim ortaminda, toplumsal olgular ve gerçeklikler olarak din olaylarini deneysel ve objektif bilimsel sosyolojik yaklasim perspektifinde arastirip incelemek üzere ortaya çikmis bir bilimsel disiplin olup,
din ve toplum ilskileri ve etkilesimini ve bu çerçevede ortaya çikan olgu çogu zaman felsefe süpheci bilimsel ve teknolo jik bulus lar vb. alanlarda kaydedilen yenilikler düsünürler ve bilginlerin dikkatini en azindan antik dönemden itibaren bir sekilde çekmeye basla mis olup; nitekim süpheci sanayi devrimi Bati'da insan dinin tabiati konusunda daha genis tartismalara imkân saglamistir. özellikle 19. yüzyilin ikinci yarisinin bilimsel metodolojisinin çerçevesi üzerinde büyük ölçüde belirleyici olduklari gibi 20. yüzyilda da bir sekilde varliklarini sür dürmüslerdir. toplum ve dinin bilimsel incelenmesi konusunu “bilinmez” (unknown) ve "Mutlak" (Absolute) olana atifta bulunmak suretiyle biyolojik bir tekâmül telakkisinin çerçevesi üzerine oturttugu degisik bir neo-Pozitivizm totemizm (E.Durkheim) ve büyü (J. Frazer) kuramlari bu etkileri tipik bir biçimde yansitmakta; öte yandan sosyoloji ve psikoloji gibi pek çok modern bilim alanlarindaki yeni ve degisik görüs ve gelismelerin eklenmis olmasi kültürler ve medeniyetler arasindaki karsilastirmali incelemelere belli bir ivme kazandirmis; böylece toplum yöntemleri ve uygulamaya yönelik teknikler ve bunlari kendi özel arastirma alanlari karsilastirmali dinbilimi din etnolojisi ve din antropolojisi gibi disiplinlerin dahil olduklari modern "dinbilimi" (Religionswissenschaft) yahut "din bilimleri"nin bir dali sayilan din sosyolojisi giderek gelisip sistemlesme yolunu tutmus; bu baglamda teorik temelleri ve metodolojisini olusturup gelistirmeye yönelmis ve hattâ sadece Bati'da kalmayarak tüm dünyaya ve bu arada Islâm dünyasi ve özellikle de Türkiye'ye uzanmis genç bir bilim dalidir.

 
Cevap: Din Sosyolojisi ve Tarihi

3. BASLICA EGILIMLER VE TEMEL SORUNLAR

Nitekim, ilk olarak "Din Sosyolojisi" (Sociologie de la Religion) terimine Fransiz Sosyoloji Ekolü'nün kurucusu E. Durkheime'in (1858-1917) Année Sociologique (Sosyoloji Yilligi) dergisinde 1899'da din olayinin tanimina dair (De La Définition du Phénonène Religieux) yayinladigi bir yazisinda rastlanmaktadir. Esasen Durkheim, bu dergide yayinladigi bir çok makale ve çesitli kitaplarinin yani sira özellikle Dinî Hayatin Ibtidaî Sekilleri (Formes Elémentaires de la Vie Religieuse) adli eserini din konusunun sosyolojik yaklasim perspektifinde bilimsel incelenmesine tahsis etmis olup, onun baslattigi ekole mensup sosyologlar ve meselâ bunlardan Marcel Mauss, Henri Hubert, vd. din sosyolojisine önemli katkilarda bulunmus; ancak, bu arada Durkheim'in bir kisim görüsle rinden de uzaklasmis ve hattâ onlardan bazilari Gaston Richard örneginde görüldügü üzere, teodise sorununu kapsamadigi ve esasen objektif de olmadigi gerekçesiyle Durkheim'in din anlayisina çok önemli elestiriler ge tirmislerdir.

Her halükârda Durkheim, sosyal gerçeklik ler olarak din olaylarinin incelenmesi konusunda "kutsal" (sacré) ve "kutsal-disi" (profane) arasinda net bir ayirim gözeterek dini “kutsal seylerle ilgili inanç ve amellerden olusan dayanismali bir sistem ve buna inançla baglilik etrafinda manevî bir birlik olusturmak üzere birlesip bütünlesmis bir dinî cemaat” seklinde tanimlamakla (Formes Elémentaires de la Vie Religieuse, 1912, s. 65), dinin sosyal bütünlesme ve kontrolün saglanmasindaki foksiyonel rolüne de önemle isaret etmis olmakta; esasen o dini toplumu meydana getiren "temel unsurlar"dan (éléments constitutifs) biri olarak görmektedir.

Bununla birlikte, aslinda sosyoloji anlayisi itibariyle Fransiz filozofu A. Comte’un pozitivist felsefesinin çok büyük etkisi altinda bulunan Durkheim’in temelde dinin özünü ve baslangicini tamamen sosyal sartlardan hareketle açiklamaya yönelik bu çabalari yakin mesaî arkadaslarinin disindaki çevrelerden bir çok tepki ve itirazlari da beraberinde getirmis olup; özellikle dinin süjesi ile muhtevasini birbirine karistirarak onu toplumun bir fonksiyonuna "indirgeme"ye kalkismasi bakimindan o siddetle elestirilmis ve hattâ din konusunda ön yargili davranmakla suçlanmissa da, Durkheimci etkiler Türk düsünürü ve sosyologu ve hattâ Türkiye'de din sosyolojisinin kurcusu sayilan Ziya Gökalp örneginde görüldügü üzere ülkemize kadar uzanmis; Durkheim’in din sosyolojisinin "islevselci" (fonksiyonalist) eglimi ise, II. Dünya Savasi sonrasi dönemde ABD.de T. Parson'un (1902-1979) sosyolojisinde din konusuna strüktüro-fonksiyonalist bir sosyolojik yaklasima imkân hazirlamis olup; "islevselci din sosyolojisi" egilimi R. K. Merton'da "ilimli" bir fonksiyonalizm seklinde olmak üzere öteki bir çok din sosyologu tarafindan oldukça degisik sekillerde sürdürülmüstür.

Öte yandan, pozitivist çizgideki Fransiz Sosyoloji Ekolünün "sosyolojizm "inin dine yaklasiminin "ircacilik " (reductionisme) egiliminin tipik bir benzerini, 19. yüzyilin ortalarindan basla yarak Marksist çevrelerde önemli temsilciler bulan "materyalist egilimli din sosyolojisi" vermis olup; din konusuna yaklasimlarda degisik çizgilerdeki gelismelere ve anlayislara imkân vermis olsa bile bu akimin son tahlilde dini sosyo-ekonomik faktörlerin bir tür "epifenomen"ine (gölge olay) indirgenmek istemesi çok siddetli etki ve tepkileri de beraberinde getirmis bulunmakta; etkileri bir ölçüde günümüzde ve hattâ Türkiye'de de devam etmekte olan bu akimin temsilcilerinden bazilarinin ve meselâ Fransa'da Michèle Bertrand'in, Marksizm'in kurucularinin dinin müstakbel sonunu ilân etme kehânetlerinde aldandiklarini beyan ve tasdik etmekte olusu kayda deger olmaktadir (Statut de la Religion Chez Marx et Engels, 1979, s. 184-185).

Zira, geleneksel dinlerin ve özellikle de meselâ Hiristiyanligin Orta Çagdan intikal eden geleneksel formlarinin Bati toplumlarinda modern sanayi medeniyetinin ilerleme sine bagli olarak belli bir sarsinti geçirmis olmasina ve bu çerçevede geleneksel dinî inanis ve pratiklere bagliliktaki nisbî düsüse ve sekülarizasyona ragmen, dinin bu toplumlarda belli bir dinamizmi korumaya devam ettigi ve hattâ "yeni dinî hareketler" örneginde görüldügü üzere önemli canlanma belirtileri gösterdigi, bu bakimdan, modern sanayi toplumunda ve hattâ genel olarak insan topluluklarinda dinin sonu konusunda acele genelleme ve yargilarda bulunmanin yaniltici oldugu; esasen toplumsal, kültürel ve ekonomik durum ve sartlardan hangi ölçüde etkilenirse etkilensin yine de beserî ve toplumsal olaylar olarak dinî fenomenler ve tecrübelerin son tahlilde onlari asan ve onlardan bagimsiz kendi öz dinamiklerinin varligi, hususiyle modern din bilimlerinin ve meselâ din sosyolojisinin katkilari ile bu gün giderek daha iyi anlasilmaktadir. Kaldi ki, modern bilimin, teknolojinin, medeniyetin ve demokratik sanayi toplumunun gelismesi her zaman için dinî bir gerilemeyi de beraberinde getirmemis ve meselâ ABD’de tersine bu gelismeye, Alexis de Tecqueville'in (1805-1859) daha 19. yüzyilin ortalarina dogru isaret ettigi üzere, dinî bir canlanma eslik etmis bulunmaktadir (De la Démocratie en Amérique, 1835, 1840).

Esasen, 20. yüzyilin baslarindan itibaren tüm dünyada entelektüel planda dikkati çeken en önemli olaylardan biri, modern toplumlarda geleneksel dinin geçirmekte oldugu sarsintiya ragmen, din arastirmalarina duyulan ilginin gittikçe artan bir düzeye erismesi olmustur. 19. yüzyilin son döneminin sosyo loglari dini, daha ileri sartlara dogru ge lisen toplumlarda anlamini gittikçe yitiren bir olgu olarak telâkkî ederlerken, bu tür bir evrimci düsüncenin 20. yüzyilin baslarindan itibaren sosyologlarca siddetle reddedilmesine tanik olunmustur.

Böylece, 20. yüzyilin baslangicindan bu yana, din sosyolojisi arastirmala rinda 19. yüzyilda görülen pozitivist ve tekâmülcü dalga büyük bir inhitata sahne olur ken, uzun süre dinî duygunun mensei ve tabiatini açiklama tesebbüsleriyle vakit geçirmis ve bu arada incelemeleri için ana malzemeyi tercihen etnoloji, etnografya ve folklor gibi dallarin verilerinden almis olmasi sebebiyle imtiyazli arastirma alani "ilkel dinlerin etnolojik sosyolojisi" olarak kalmis olup, öte yandan yakasini da bir türlü komsu disiplinlerin inhisarindan kurtaramamis bulunan din sosyolojisi, bir taraftan normatiflik ve spekülâsyondan siyirilarak "objektif " bir karakter kazanmaya çalisirken, diger taraftan da etnolojinin yani sira tarih, ekonomi, psikoloji, fenomenoloji ve istatistik gibi sosyal bilimlerin verilerine yönelmek suretiyle "deneysel" bir temele oturmak suretiyle bagimsiz ve sistematik bir ilmî disiplin olarak kurulusunu tamamlamistir.

Din olaylarinin sosyo lojik olarak incelenmesinin özel bir arastirma alanini teskil etmesi seklinde ortaya çikan bu olayda ise en büyük pay Alman sosyologu Max Weber'e (1864-1920) ait olmustur. Gerçekten de bu anlamda Weber, ilk sistematik ve bagimsiz din sosyolojisi biliminin kurucusu sayilmaktadir. Zira, düsünce sisteminin felsefî temelleri yeni Kantçiliga dayanmakta olan Weber, sosyo loji tarihi içerisinde Dilthey ve Rickert'ten gelen "Manevî Bilimler" akimina bagli olup, "Anlayici Sosyoloji" olarak nitelenen sosyoloji gele negini olgunlastirmis ve ayni zamanda öteki toplum olaylari gibi din olaylarina da birer "ideal tip" gözüyle bakarak siniflamasini yapmak seklindeki "anlayis metodu"nu tarihî ve karsilastirmali yöntem ve tekniklerle de zenginlestirip senaaaleyerek din sosyolojisi arastirmalarina uygulamayi basarmistir.

Weber'in din sosyo lojisi çalismala rinin ana temasini özellikle din ve iktisat iliskilerinin sosyolojik tedkiki teskil etmis; bu çerçevede, Protestan ahlâkinin modern Kapitalizmin dogusunda oynadigini öne sürdügü ro1 üzerine olan aaai ile ün yapmis, 1904'ten itibaren ya yinladigi eserleri din sosyolojisi sahanin klâsikleri arasindaki yerini almistir.

Gerçi Weber, din sosyolojisi üzerine gerçeklestirmeyi tasarladigi eserini tamamlayamadan vefat etmistir. Din sosyolojisi anlayisinin etkileri özellikle Türk düsünür ve sosyologu S. F. Ülgener (Iktisadî Inhitat Tarihimizin Ahlâk ve Zihniyet Meseleleri,1951) örneginde tipik bir biçimde görüldügü üzere Türkiye'ye kadar uzanmis bulunan Weber, bilhassa Islâm dini üzerine yazmayi tasarladigi bölümden ancak bir takim notlar birakmis, onun bu konudaki fikirleri özellikle son dönemde elestirel tavirlari da beraberinde getirmistir (Turner, Weber and Islam: a Critical Approach,1974).

Her halükârda, dini toplumsal bir olay olarak inceleyip açiklamak isteyen Durkheim'dan farkli olarak onu toplumsal aksiyon olmak itibariyle sosyolojik arastirma konusu yaparak dinî davranisin iktisat, ahlâk ve kismen de siyaset ve egitime etkileri üzerinde duran ve kendisinin genel sosyoloji analizlerinin bütününe uygun olarak dinî olayda tedricî bir rasyonalizasyon sürecinin varligini müsahade eden Weber, bu konulari o kadar genisligine ve öylesine derinligine bir nüfuzla sistematik biçimde incelenmistir ki, onun çalismalarinin asagi yukari bütün kültürle rin "karsilastirmali ve sistematik din sosyolojisi"nin gerçeklestirlmesine yöneldigini ve pek çok vakialari ele alarak sosyolojik analize tabi tutmayi basardigini önemle belirtmek gerekir. Ancak, yine de Weber'in bu alanda kendisinden sonra yapilacak çok sey biraktigina da önemle isaret etmelidir.

Her halükârda, bir çok elestirilere de konu olan Weber'in açmis oldugu yoldan hareketle din sosyoloji sür 'atle gelisti ve pek çok ve çesitli verimli çalismalar ortaya konmaya baslandi. Bu çerçevede, E. Troeltsch (1865-1923), J. Wach (1898-1955) ve G. Menschig gibi Batili din sosyo loglarinin 20. yüzyilin ilk yarisinda gerçeklestirmeyi basardiklari çalismalarin önemine isaret etmek gerekir. Meselâ bunlardan kendini Hiristiyan dünyasi ile sinirlayarak, Hiristiyan kilise ve cemaatleri ve onlarin sosyal ve ahlakî anlayislarini incelemis bulunan Troeltsch'un görüs leri kendisinden sonra din sosyolojisi sahasinda çalisanlara büyük bir kaynak teskil etmis; gerçekten de meselâ Richard H. Niebuhr ABD'de dini incelerken onun gö rüslerinden hareket etmistir.

Öte yandan, 20. yüzyilda din sosyolojisi sahasinin en önde gelen isimlerinden biri olarak bile nen ve bu bilim dalinin kurulusu ve gelismesinde çok büyük emegi geçen Joachim Wach'da Troeltsch'tan büyük ölçüde etkilenmistir. Ancak gerçekte R. Otto ve Max Weber'in tilmizi olan Wach, Troeltsch gibi bir tek dinle ve özellikle de Hiristiyanlikla sinirlanmak yerine bütün dinleri arastirma kapsamina almis ve tarihî, fenomenolojik, karsilastirmali ve tipolojik yöntemler yardimiyla "genel ve sistematik bir din sosyolojisi"ni gerçeklestirmeye yönelmistir. Denebilir ki, Van der Leeuw ve R. Otto’da olgunlasan din fenomonolojisi anlayisi ile G. Simmel ve Leopald von Wiese'in temsil ettikleri formel sosyoloji J. Wach' ta "fenomenolojik ve tipolojik bir din sosyolojisi" tarzinda orijinal ifadesini ve temsilcisini bulmustur.

Bununla birlikte, bu din sosyologlarinin hemen hepsi genelde hep dolayli gözlem yani tarihî ve etnolojik metotlardan faydalanarak, dinler tarihi, etnoloji, antropoloji, vs. gibi ilim dallarinin verilerinden hareketle etnolojik yahut tarihî ve tipolojik bir din sosyolojisini gerçeklestirmek amacina yönelmis; buna karsilik, özellikle 20. yüzyilin ikinci yarisindan itibaren din sosyolojisi günümüz toplumlarinda din konusunu ele almaya baslamistir.

Gerçi, din sosyolo jisinin günün sorunlarina yönelmesinin tarihi aslinda daha eskilere uza niyorsa da, özellikle 20. yüzyilin ikinci yarisindan itibaren yasanan büyük degisimler, din sosyologlarinin bakislarini daha da çok günümüz toplumlarinda din sorununa yöneltmelerine imkân vermis bulunmaktadir. Bu çerçevede, modern toplumun yapisi ve hayatinda dinin yeri, dayanaklari ve fonksiyonlari, dinin diger toplumsal kurum ve sistemlerle, kültürle iliskileri, sekülarizasyon, modern insanin dinî tutum ve davranislari ve hattâ kurumsallasmis dinin disinda kalan dinî tutum ve davranislar ve özellikle de degisim olgusu ile iliskileri bakimindan din, geleneksel yapidan modern bir yapiya dogru degisim sürecinde din, dinî inanç, tutum ve davranislar, kurumlar, örf ve âdetler ve nihayet yeni dinî hareketlerin incelenmesi... gibi konular baslica ilgi odaklarini olusturmaya baslamis görünüyorlar. Kuskusuz bu durum din sosyolojisi incelemeleri için yeni metodolojik yöntem ve tekniklerin gelistirilmesi problemini de beraberinde getirmis bulunmaktadir.

Her halükârda, etnolojik ve tarihî yö nelimli bir din sosyolojisi egilimini genis ölçüde asarak, günümüz toplumlarinda sosyolojinin bakis açilari ve yaklasim yöntemlerinden hareketle dinî tecrübenin çesitli anlatimlari olan iman, ibadet ve cemaat'in sosyolojik yaklasimda bilimsel olarak ele almaya baslamanin en tipik bir temsilcisi olarak karsimiza Fransiz din sosyologu G. Le Bras (1891-1970) çik makta; nitekim, onun "dinî morfoloji" arastirmalarina yönelik din sosyolojisi çalismalarini takiben, hemen bütün ülkelerde ve tüm dinler ve toplumlarin dinî-sosyal hayatlari üzerine tecrübî din sosyolojisinin yaklasim yollarindan hareketle büyük bir arastirmaci kitlesi tarafindan pek çok arastirmala rin gerçeklestirildigine tanik olunmaktadir. Öyle ki, genel olarak sosyolojik arastirmalarda gözlenen ve teorik tartismalarin ikinci plana itilerek uygulamali arastirmalara yönelme ile karakterize olan egilim din sosyolojisi alaninda da kendini göstermis bulunmaktadir.

Böylece, günümüz toplumlarinda din konusu çok çesitli yöntemler ve teknikler araciligi ile bir çok veçheleri altinda adetâ laboratuvar incelemesine tabi tutulmaktadir. Toplumsal degisme ve çagdaslasmanin din, dinî davranis ve yasayisla iliskileri ve etkilesimi veya daha genel olarak sekülarizasyon sorunu yahut dinin çesitli toplumsal kurumlarla olan fonksiyonel iliskileri bu baglamda ele alinan en önemli konulardan birkaçini olusturmaktadir. Iste bu sekildedir ki meselâ, S. S. Acquaviva, P. Berger, T. Luckmann, B. R. Wilson, D. Bell gibi "sekülarizasyon sosyolojisi" alaninda uzmanlasmis din sosyologlari, seküler toplumda din konusuna egilerek modern dönemde Batinin sanayi toplumlarinda müesseselesmis dinin konumu ve hattâ kurumsallasmamis kutsal, seküler dindarliklar, yeni dinî akim, cemaat ve gruplar, dinî köktencilik... gibi çok çesitli konulari ve problemleri degisik sosyolojik yaklasim perspektiflerinde bilimsel incelemeye aliyorlar.

Ancak, günümüz toplumlarda din konusunun incelenmesi çerçevesinde, ileri derecede modern toplumlarin yani sira daha az modern yahut geleneksel kategorisinde yer alan ve yahut modern etkiler altinda hizli bir degisime ugramakta bulunan "tranzisyonel toplumlar"da din, dinî yasayis ve davranislarin bilimsel ve sosyolojik incelenmesi de giderek daha büyük bir önem kazaniyor. Bu meyanda, toplum içerisinde dinî davranisin ölçümü sorunu, insanin dindarligi ve dinî aidiyeti konusuna bagli olarak özel bir önem kesbetmis görünüyor. Böyle olunca da din konusuna sosyo lojik yaklasima bir sekilde, kantitatif tekniklere dayali sosyal psikolojik yaklasim perspektifleri egemen olmaya baslamis bulunuyor.
 
Cevap: Din Sosyolojisi ve Tarihi

Süphesiz böylesine bir yönelimde din sosyolojisinin öteki bilimler ve özellikle psikoloji ve tabiî ki sosyal psikoloji ile olan iliskileri ve bu bilim dallari arasinda artan isbirliginin payi çok büyük görünüyor. Böylece, modern dönemde artik dinin bilimsel incelenmesinin, çesitli sosyal bilimler, insan bilimleri, din bilimleri, ilâhiyat ve hattâ tabiat bilimleri mensuplarinin siki bir isbirligi çerçevesinde "disiplinlerarasi" (interdisiplinaires) veya "mültidisiplinaires" bir çalisma ve çaba ile gerçeklestirilebilecegi hususu daha iyi anlasilmaya baslaniyor. Nitekim, bu çerçevede meselâ din antropolojisinin, din sosyolojisinin gelisme sine olan katkilari artarak devam ediyor.

Öte yandan, aslinda sosyolojik arastirmalarda psikolojik yahut sosyal psikolo jik yönelimin kökleri de oldukça gerilere gidiyor. Süphesiz, Leuba, Starbuck gibi psikologlar ve özellikle de William James'in çalismalari, "din sosyal psikolojisi" alanina olan ilginin artisinda önemli bir rol oyna mistir. Kidd, Ellwood ve Ross gibi sosyologlarin fonksiyonalist yönelimli din yorumlarinin da dinî sosyal psikoloji alanina duyulan ilginin artisinda büyük payi olmustur. Böylece, sosyal psikolojik yönelimli din arastirmalarinda Allport, Yinger ve Fichter gibi güçlü isimler kendilerinin gösterdiklerinden, din sosyal psikolojisi egilimi de özellikle ABD'deki din sosyolojisi çevrelerinde çok güçlü bir sekilde kendini göstermek imkânini elde etmis bulunuyor. Meselâ Gerhard Lenski, Weber'in artik klâsik hale gelmis bulunan aaainden hareketle Detroit eyaletinde dinî aidiyet ile ekonomik faaliyetler arasindaki iliskiyi genis bir örneklem grubu araciligi ile teste tabi tutmus bulunmaktadir. Kaliforniya Üniversitesinden Glock ve Stark ise, genis bir "tarama" (survey) ölçeginden hareketle A.B.D.’deki halihazir dinî durumu incelemeye aldilar. Giderek baska ülkelere de yayilan bu tür inceleme egilimi, gerek metot ve teknikler ve gerekse de muhteva yönünden, dinî davranis ölçümlerinin daha bir incelik, derinlik ve sistematige kavusmasina imkân hazirlamis bulunuyor.

Böylece, köy, kasaba, sehir... gruplari; üst, orta ve alt toplumsal tabakalar; gecekondu, gençlik, ögrenci, isçi, tüccar... kesimleri vb. çok çesitli sosyo-kültürel kategori, çevre, sinif ve grup larda dinî tutum ve davranislarin ve onlarin ekonomi, ahlâk, siyaset... gibi öteki toplumsal kurum, davranis ve faaliyet sekilleriyle olan karsilikli iliskileri ve etkilesiminin yas, cinsiyet, meslekî ve sosyo-ekonomik statü, medenî durum, egitim, dinî, etnik, vb. aidiyet durumu... gibi bir çok degiskenlere göre incelemeye alinmis ve bunlarin arasindaki korelasyonlarin arastirilmis olmasi kayda degerdir. Esasen bu durum, dinî yasayis ve davranisin çok çesitli boyutlarinin ayirt edilmesi ve bu sekli altinda daha bilimsel bir yakla simla incelenmeye alinmasina imkân vermis olup; bu çerçevede dinî tutum ve davranis "ölçekleri"nin olusturulmasina yönelinmis bulunulmakta ve böylece, oldukça çesitli tutum ve davranis ölçeklerinin ve hattâ tipolojilerin olusturulmus bulunduguna önemle isaret etmek gerekmektedir. Bütün bu arastirmalar ve böylece olusturulan ölçekler ve tipolojilerin küçük gruplar ve dar dinî, kültürel ve toplumsal çevrelerin ötesinde giderek, dinî yasayis ve davranisin çok genis ölçekli ve boyutlu toplumsal ve kültürel çevrelere ve gruplara uygulanmak suretiyle "kültürlerarasi incelemelere" (crosscultural studies) dönüsmeye baslamis olmasina da önemle isaret etmelidir.

Öte yandan, bütün bu gelismelerin modern dönemde din sosyolojisi incelemelerine dünya ölçüsünde yeni bir önem ve boyutlar kazandirdigina ve hattâ bu baglamda, din sosyolojisine, yeni sorunlar çerçevesinde ve disiplinlerarasi isbirligi ile yepyeni kavramlar, terimler, yeni yaklasim kuramlari, paradigmalari ve yöntemlerinin eklenmekte olduguna da önemle isaret etmek gerekir. Nitekim bu çerçevede, özellikle 20. yüzyilin son çeyreginde "yapi" (structure), "kültür", "sembol", "isaret" (sign), "anlam", "yorum", "sistem "... kavramlarinin yeni tanimlari baglaminda din konusuna yeni yaklasim modellerinin anahtar terimlerini olusturdugu görülmektedir. Böylece, C. Levi-Strauss din konusuna "yapisalcilik ", R. Bastide "sürekli degisen kültürel yapi", J. Berque "derinlik sosyolojisi", E. Gellner "sarkaç teorisi", C. Geertz "kültür sistemi, semboller, isaretler, anlam ve yorum" Mary Douglas "sembollerde sifrelenmis anlamlarin çözümlenmesi" R. Wuthnow "kültürel yapisalcilik" D. Bell "farklilasmis toplumda din ve kutsalin dönüsü", P. Berger ve T. Luckmann "fenomenoloji ve kognitif islevselcilik", J. M. Yinger "islevselcilik " perspektifinde yaklasmaya yönelmis olup; öte yandan, insanligin dinî tecrübesinin gelisim seyrini evrimsel bir perspektiften yaklasmak suretiyle çözümleyip açiklamaya ve anlamaya yönelen yapisal- fonksiyonalist R. N. Bellah ise, modern toplumda din konusunun sosyolojik analizi baglaminda "sivil din" kavramini operasyonel biçimde devreye sokmus bulunmaktadir.

Süphesiz, burada bu tür çalismalar ve hattâ öteki bir çok çalismanin yöntem, tahlil ve sonuçlarini ele almak bu çalismanin sinirlarini asmaktadir. Yine de, en genel çerçevedeki sistematik bir yaklasimda, din sosyolojisi bilimi alanindaki arastirmalarin, biri dinin degismez kabul edilen özü ve muhtevasini anlayip açiklamaya ve ötekisi de dinî olayin degisik tarihsel formlari ile spesifik toplumsal kontekstleri arasindaki enteraksiyonu ortaya koymaya yönelen iki ana egilim etrafinda toplandigi ifade edilebilirse de, gerçekte yönelimlerin çesitliliginin böylesine dikotomik bir kategorizasyonu ziyadesiyle astigina önemle isaret etmelidir. Her halükârda, bu bilim dalinin gelismesinde genel sosyoloji mensuplarinin yani sira dinî çevrelerin önemli katkilari da belirtilmelidir.

Esasen, din sosyolo jisi bilimine duyulan bilimsel, akademik, pedagojik ve hattâ pratik ilginin giderek dünya çapinda yayginlik kazanmaya, bu arada bu bilim dalinin, bazi konfesyonel egilimlerde gözlenen bir "dinî sosyoloji" olmaktan çikarak, deneysel, objektif ve sistematik bir hüviyet kazanmaya ve Société International de Sociologie des Religions, Association for the Sociology of Religion, vb. örneklerde oldugu üzere uluslararasi teskilatlarda yahut önce Archives de Sociologie des Religions ve sonra da Archives de Sciences Sociales des Religions, Social Compass, Journal for the Scietific Study of Religion, Sociology of Religion, Religiologiques gibi periyodiklerde kurumlasmaya yönelmis olmasi kayda degerdir.

Kaldi ki, modern sanayi sonrasi "post-modern" veya "ultra-modern" bir dönemde dünya ölçüsünde gözlenen ve "bilgi toplumu" yahut "iletisim toplumu" gibi yeni modelleri gündeme getiren büyük etkilesim ve degisimler ve bu çerçevede kendini giderek daha net bir biçimde göstermeye baslayan egilimler ve meselâ dünya kültürel sistemine atifta bulunan "küresellesme" yahut bir ölçüde bunun din alanindaki yansimasi sayilabilcek olan ve dünya dinlerini giderek daha çok iliskiye ve etkilesime sokmaya baslayan "dinî hosgörü", "dinlerarasi diyalog" yahut "dinî çogulculuk " gibi yönelim ve olgular ve nihayet modernizmin ve modern dönemdeki pek çok gelismenin, egitimögretimin yayginlasmasinin, iletisimin artmasinin, bilim ve teknoloji alanindaki gelismeler ve bunlarin yayginlasmasinin öteki bir çok etmenlerle birlesmesi sonucu geleneksel toplumlarin ve kültürlerin dünya ölçüsünde hizla degismekte olusu ve bu baglamda ortaya çikan degisime uyum ve uyumsuzluk olgulari ve süreçleri, toplumlarin geleneksel dinî yasayisi, inanislari, normlari ve degerleri, davranislari, örf ve âdetleri ve kültürleri ve medeniyetlerini de derinden etkilemekte ve hattâ S. Huntigton'un "medeniyetler çatismasi" (Clash of Civilizations, 1996) örneginde görüldügü üzere olayi "çarpik" bir biçimde de olsa temelde dine indirgemeye kalkisma egilimleri, insan topluluklarinda din konusunu ve bu çerçevede ortaya çikan sorunlari daha da önemli bir hale getirmekte; bu baglamda, modern sosyal bilimlere, sosyolojiye, din sosyolojisine ve öteki modern din bilimlerine duyulan ihtiyaç da artmaktadir.

Nitekim, sözü edilen bu gelisme, degisim ve bu çerçevede karsilasilan sorunlar ve gereksinime bagli olarak din sosyolojisi de dünya ölçüsünde yayginlasirken bu alandaki arastir malarda kaydedilmeye baslanan artis, yazarlar ve konular ve bu konulara yaklasim yollarinin çesitlenmesi sonucunu dogurdugu gibi, ayni zamanda kuramsal veya uygulamaya yönelik yeni metodolojik ve epistemolojik bir çok problematigi ve bu meyanda meselâ objektiflik, deneysellik, determinizm, indirgemecilik, açiklama, anlayis, yorum, vb. bir çok sorunlari da beraberinde getirmis gö rünmekte; bu çerçevede ortaya çikan derin farklilasmalar, meselâ Fransiz din sosyologu H. Desroches'un (1914-1994) din sosyolojisine dair yazdigi kitabinin basligini "Din Sosyolojileri" (Sociologies Religieuses) seklinde belirlemeye götürmüs bulunmamakta; her halükârda, din olaylarini sosyolojik bir yaklasimla bilimsel olarak incelemek amacinda olan din sosyolojisinin bilime ve toplum hayatina katkilarini ve önemini görmezlikten gelmek yahut hafife almaya kakismak kanaatimizce oldukça yaniltici ve hattâ olumsuz sonuçlari dogurabilecek yüzeysel bir tavir olmakta; P. Berger'in ("Dinî Kurumlar", Toplumbilim Yazilari, Çev.: A. Çiftçi, Izmir, 1999, s. 71) gayet yerinde olarak isaret ettigi üzere, pek çoklari din konusunda her seyi bildiklerini sanmakla aslinda kendi ön yargilari ve acele genellemelerinin kurbani olmakta; olayin bilimsel ve sosyolojik analizi çok çesitli boyutlarinin bulundugunu anlamaya imkân tanidigi gibi, bunun ihmali asilmasi güç sorunlara ve açmazlara kapiyi daima açik tutmaktadir.

4. ISLAM DÜNYASI VE DIN SOSYOLOJISI

Gerçekten de, bu çerçevede meselâ Islâm dünyasi, din, dinî kültür ve din bilimlerinin ge lisimi bakimindan ilk birkaç yüzyilda oldukça dinamik bir biçimde olusan ve gelisen, daha sonra da bu konuda her seyi yaptigini ve artik bundan böyle yapilacak pek bir seyin kalmadigini sanarak "içtihat kapisi"ni kapayan ve kendi içine kapanip taklitçilige ve sonuçta geleneksellesmeye, duraganliga ve hattâ çöküntüye yönelen bir zihniyet ve tavrin açmazlarinin sikintilarini, modern dönemin hizli degisim olgu ve mecburiyetleri çerçevesinde günümüzde halâ çekmeye devam etmekte; bu bakimdan meselâ Islâmiyet konusunu "yeni yapisalci" (neo-structuraliste) bir yaklasimla ele almaya yönelmis bulunan modern bir Müslüman düsünür ve bilim adami olan M. Arkoun, "düsünülebilir" (pensable), "düsünülemez" (impensable), "düsünülen" (pensé) ve "düsünülmeyen"i (impensé) birbirinden analitik olarak ayirarak (Pour une Critique de la Raison Islamique, 1984, s. 9), tahlillere ve yorumlara gitmeye çalismak suretiyle Islâm düsüncesine yeni bir canlilik kazandirmayi amaçla mis görünmekte; ancak, anlasilan Isâm dünyasinin çok köklü sorunlari bu konuda çok yönlü ve sistemli çabalara ve özellikle de modern bilimsel çözümlemelere ihtiyaç duymaktadir.

Bununla birlikte, genelde Islâm dünyasi din konusunda ilk dönemlerin geleneksel “Islâm ilmi”ne ziyadesiyle takilmis görünmektedir. Öyle ki, orada daha 14. yüzyilda Ibn Haldun, meshur Mukaddime'sinde "Ilm'ül-Ümran" adini verdigi yeni bir bilimin temellerini atmaya çalisirken, sosyolojinin ve hattâ din sosyolojisinin bir öncüsü imis gibi görünmekte, ancak dönemin karanlik ortaminda onun bu çabasi pek bir yanki uyandirmadigi gibi, anlasilan modern dönemin hizli degisme sartlarinin bir ürünü olan modernnist akim da duraganligi asmada oldukça zorlanmis ve esasen o belli bir ent elektüel düzeyi pek asamadigindan etkileri oldukça sinirli kalmis bulunmakta; 20. yüzyilda ve özellikle onun ikinci yarisindan sonra sahnede daha çok görülmeye baslayan siyasal ve radikal Islamci akimlarin militan ideolojik vurgulari ve sloganlarinin Islam dünyasinin karsi karsiya bulundugu ik ilemler ve açmazlari daha da artir maktan baska pek bir ise yaramadigi gözlenmekte; modern din bilimlerini ve özellikle de din sosyolojisini özgün ve düzeyli metodolojik yaklasim çerçevelerinde sorunlarin bilimsel analizi ve bu yolla çözümler üretmek üzere devreye sokma konusunda ise o öyle pek ciddî bir niyet ve kararlilik içerisinde görünmemektedir.
 
Cevap: Din Sosyolojisi ve Tarihi

5. TÜRKIYE’DE DIN SOSYOLOJISI

Esasen, Türkiye'nin de olayi gelenek ve degisimin çok yönlü karmasik etkilesimi baglaminda ancak kendi iç ve dis dinamikleri çerçevesinde sancili bir biçimde yasamakta oldugu gözlenmektedir. Gerçi, Türk toplumu özellikle Tanzimattan itibaren çok önemli degisimlere sahne olmaya baslamis olup; Cumhuriyetle birlikte büyük bir azim ve kararlilikla çagdaslasmayi ve onun vazgeçilmez ön sarti olan Lâikligi seçmis bulunan Türkiye'de degisim köklü bir karaktere bürünmüs, 1950'li yillardan itibaren onda kayda deger bir hizlanma gözlenmis, 1970'li yilardan itibaren de o yeni bir ivme kazanmis olup, o tarihten bu yana süreç tüm hiziyla devam etmekte; ancak, degisime uyumsuzlugun tepkisel anomi ortami sosyo-kültürel hayatin bir çok alaninda "eski" ile "yeni"nin yahut "geleneksel" olanla "modern"in dikotomik bir çatisma anlayisi çerçevesinde sancili bir biçimde karsi karsiya gelmesine yol açmis bulunmaktadir.

Bu çerçevede, "eski"nin yahut "geleneksel" olanin "kutsal" ve dolayisi ile "dinî" bir anlama bürünmekte olusu konumuz bakimindan kayda deger olup, böylece degisime uyumsuzlugun tepkileri en çok dinî ya sayis ve kültür alaninda ve çogu zaman oldukça "çarpik " bir biçimde ortaya çikmakta; bu bakimdan, çagdas Türk toplumunda modernlesme, süreklilik ve degisimin din, dinî yasayis ve kültür alanlarindaki etkilerinin din sosyolojisinin yaklasim yollarindan hareketle bilimsel analizi karsi kasiya kalinan sorunlarin anlasilmasi ve bunlara bilimsel çözümler üretilmesi bakimindan hayatî bir önem tasimaktadir.

Nitekim, Türk düsünür ve sosyologlari, Z. Gökalp, F. Köprülü, I. H. Baltacioglu, H. Z. Ülken, Z. F. Findikoglu, M. Taplamacioglu, Serif Mardin, M. Kiray, O. Türkdogan, A. Kurtkan... örneklerinde gözlendigi üzere din sosyolojisine yakin bir ilgi duyulmus olup, anlasilan bu ilgi günümüzde Üniversitelerin basta sosyoloji bölümleri olmak üzere iktisat, siyasal bilimler... gibi çesitli birimlerinde bir çok genç arastirmaci ve bilim adami vasitasiyla az çok devam etmekte; ayrica, Cumhuriyetin baslarindaki Darülfünun Ilâhiyat Fakültesinden baslayarak o dinî yüksekögretim kurumlarindaki yerini de almis bulunmaktadir.

Ancak, Türkiye'de din sosyolojisine olan bu ilginin belli bir bilimsel ve akademik düzeyi asmayi basaramadigi gibi; bu düzeyde de genelde derlemeci, aktarmaci yahut deskriptif kalarak belli bir özgünlüge erismis görünmedigine önemle isaret edilmelidir.

Bununla birlikte, zamanla bunun asilacagi ve bu alanda özgün ve düzeyli bilimsel yaklasim semalari, modelleri ve bu çerçevede ortaya konulacak olan bilimsel ve düsünsel ürünler araciligi ile Türk toplumunun karsi karsiya bulundugu devasa sorunlarin çözümüne olumlu katkilar saglanacagini ümit etmek gerekir.

6. SONUÇ

Yukaridaki, tespit, analiz ve yorumlardan açikça anlasildigi üzere, uzun bir tarihsel ha zirlik dönemini takiben ancak modern dönemin hizli degisim ve dönüsüm sartlari ve ortaminda ortaya çikmis ve giderek gelisme göstermis bir bilimsel disiplin olan din sosyolojisinin, aslinda ayni süreçte gelisme göstermis olup, din olgusunu genis ve sistematik bir bilimsel perspektifte ele almayi amaçlayan modern din bilimlerinin bir alt-dali olduguna önemle isaret etmek gerekir. Zira, bilinen bütün toplumlar su veya bu biçimde bir dine sahip olduklari gibi, dinlerin bir toplumdan ötekine, bir kültür ve medeniyetten bir baskasina, devirden devire, bir mekândan digerine, kisilere ve hattâ ayni bir kisinin yasaminin farkli dönemlerine göre degisiklikler arz ettigi görülmekte ve nihayet modern ve hattâ post-modern yahut ültra-modern toplumlarda da din bir sekilde varligini, önemini ve etkilerini sürdürmekte olup; üstelik, her din, zaman ve mekânda açilim gösteren oldukça karmasik ve zengin bir evren olarak karsimiza çikmaktadir. Öte yandan, tüm dinlerin meydana getirdigi âlem çok daha zengin, çesitli ve kompleks bir evren olusturmakta; böylesine çok çesitli ve karmasik olgularin ve tecrübelerin bilimsel incelenmesi ve hattâ bunlarin arasinda karsilastirmalara ve sistematik analizlere gidebilmek için, öncelikle her bir dinî âlemin ve hattâ orada kendini gösteren her bir dinî olgunun ince analizini gerçeklestirmek gerekmektedir ki bu da, bu dinî âlemlerin her birinde ayri bir uzmanlasmayi zorunlu kilmakta; her halükârda, dinin modern bilimsel incelenmesi oraya tarihî, sosyolojik, psikolojik, antropolojik, etnolojik, fenomenolojik, felsefî, teolojik, vs. bir dizi bilimsel disiplinin dahil oldugu plüral bir olgu olarak karsimiza çikmakta; su hale göre, din sosyolojisi, din konusuna muhtelif plüral ve tamamlayici alternatif yaklasim yollarindan biri, ancak dinin modern bilimsel incelenmesi açisindan oldukça önemli bir tanesi olmaktadir.

Öte yandan, bilim artik gerçege monolitik bir yaklasim olmaktan çoktan çiktigindan, bilimsel metodoloji, yaklasim yollari, yöntemleri, teknikleri, semalari ve paradigmalarinin dinamik bir çesitliligi ile karakterize olmakta; metodolojik plüralizm yöntemsel sekteryanizmi çoktan gözden düsürmüs bulunmaktadir. Bu bakimdan, din konusunu bilimsel perspektifte incelemek amaciyla uzmanlasmis bulunan modern disiplinlerin her biri, din olgusunu bilimsel analize tabi tutmak üzere kendi yaklasim paradigmalari, yöntem ve tekniklerini devreye sokmakta ve hattâ onlar bu amaçla yeni yaklasim paradigmalari, yeni analiz semalari, yeni yöntem ve tekniklerin dinamik bir arayisi çabasina da yönelmis bulunmakta; nihayet, din olgulari ve dinî dünyalarin modern ve dinamik bilimsel analizi artik giderek geleneksel ilahiyatlarla modern din bilimleri, felsefeler, insan ve toplum bilimlerinin karsilikli ve dinamik isbirligi çerçevesinde konuya çogulcu ve disiplinlerarasi veya mülti-disipliner paradigmalar ve semalar çerçevesindeki yaklasim ve analizlerin gerçeklestirmesini istemekte; bu baglamda, din sosyolojisi disiplini de, bir toplum olayi ve kurumu olarak dini ele almak, din ve toplum iliskileri ve etkilesimini ve bu çerçevede ortaya çikan olgular, süreçler, teskilatlar ve gruplasmalari sosyo lojik bir yakla sim perspektifinde bilimsel olarak arastirip incelemek üzere, yeni ve dinamik sosyolojik yaklasim semalari, yöntem ve tekniklerini ortaya koyma çabasi içerisine girmis bulunmaktadir. Bu bakimdan, dinin modern bilimsel ve sosyolojik analizinin, din sosyologundan konuya tam bir hakimiyet içerisinde olmayi ve arastirma ve incelemelerinde çok dik katli ve ihtiyatli davranmayi, özellikle zihinsel kurgulara dayali tek yanli basitlestirilmis yaklasim semalari, acele genellemeler ve indirgemecilikten sakinmayi, "olan"i nesnel bir yaklasimla dinamik bir analize ve yoruma tabi tutmayi istemekte olduguna önemle isaret etmelidir. Bu çerçevede, ister özsel isterse de islevsel olsun belli bir din tanimi ve buna dayali din teorilerinden hareket etmenin bile sinirlayici ve indirgeyici egilimleri içerebilecegini, buna türlü felsefeler ve doktrinlerin sartlandirici, yönlendirici ve hattâ yaniltici tuzak etkilerinin eklenmekte oldugunu belirtmeliyiz.
 
Geri
Üst