Dinimizde Haram Olan Davranışlar Nelerdir Biliyormusunuz?

*MeleK*

♥Ben Aşık Olduğum Adamın Aşık Olduğu Kadınım♥
Dinimizde Haram Olan Davranışlar Nelerdir Biliyormusunuz?
bu konu dinimizde haram olan davranışlar hakkında bilgiler içermektedir.

Dinimiz islam dinidir. İslam dinine göre biz müslümanlar için haram kılınan bazı davranışlar ve sözler vardır. Sizler için dinimiz de haram olarak kabul edilen davranışları paylaşıyoruz.

dedikodu-21d.jpg



Bilindiği üzere, İslâm Dininin temel esası TEVHID inancıdır. Tevhid inancı bir Allah’a inanmak, iman etmektir. Bu esas, Amentü olarak bildiğimiz altı iman esasının ilki ve en başta gelenidir…

Bizler inananlar olarak, Allah’ın bir olduğuna, doğmadığına doğurulmadığına, başlangıcı ve sonu olmadığına iman etmekteyiz. Bu inanç, biz müslümanları diğer dinlere bağlı insanlardan ayıran en önemli kriterdir. Allah’a olan inancımızın uygulamadaki görünüşü, bizlerin Allah’tan başkasına kulluk etmememizi O’ndan başkasına yönelmemizi, ancak O’ndan yardım dilememizi gerektirir.

Gerçekten biz sadece Allah’a kuluz. Allah’ın yarattığı apaçık olan diğer canlılardan hiçbir şekilde yardım dilemeyiz. Günde beş vakit kılmış olduğumuz namazların her rek’atında, kulluğumuzun ancak Allah’a olduğunu, sadece ondan yardım dilediğimizi tekrar etmekteyiz. Kur’ân-ı Kerîm’-in ilk sûresi olan Fatiha sûresinin 1. ayetinde “Yalnız sana ibadet (Kulluk) ederiz, Yalnız Senden yardım isteriz” diyor.

Namaz, Oruç, Hac, Zekat ve Cihad gibi bütün ibadetlerimizi Allah’ın kulu olduğumuzu bilerek yapmaktayız. Gerçek anlamda kulluk, ruhen, cismen, görünen ve görünmeyen bütün yönlerimizle Allah’a yönelmeyi gerektirir.

Bir bakıma insanın yaratılış gayelerinden birisi de Allah’a kulluk etmektir. Yüce Yaratıcı şöyle buyurmaktadır; “Ben cinleri de, insanları da (Başka bir hikmeti değil) ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım,” (“ez” Zâriyât S:A: 56). Bütün varlığını Allah’a değil de yok olup gitmeye mahkûm olanlara bağlayan her gönül hüsrana ve tehlikeye adaydır. Çünkü her faninin bir gün olup sonu gelecektir. O halde ibadet O’nun hakkıdır ve ancak O’na ibadet edenler ümitlere korkulara kendilerini kaptırmazlar. Bu anlayış ve düşüncede olanlardan herkes istifade edebilir.

Bir topluma bu insanlardan fayda gelebilir. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor; “Mü’min taze ekin gibidir, rüzgar estikçe yatar, fakat yine doğrulur kalkar. Kâfir ise çam ağacına benzer, rüzgar estikçe gürler amma bir kere yıkılırsa bir daha kalkamaz.”

2. Hz. MUHAMMED’İ ÖRNEK ALMAK
Müslümanlar için şüphesiz ki en güzel ahlak örneği Hz. Muhammed’dir. Yüce Allah Peygamberimiz için “Hiç şüphesiz büyük bir ahlak üzerindesin sen” (el “Kalem S:A:4) buyuruyor. Hz. Muhammed Peygamberlik görevinin gayesini bizzat şöyle açıklıyor. “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” Güzel ahlak sahibi olmak isteyen her kişi, yaşayışında, konuşmalarında, davranışlarında, toplum bireyleri ile olan ilişkilerinde her zaman O Yüce Peygamberi örnek almak zorundadır. Zira Allah Teal⠓And olsun ki Resulullah’da sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü ummakta olanlar, Allah’ı çok zikredenler için güzel bir (misal) numune (si) vardır.” (el “Ahzab S:A:21). Hz. Aişe de Peygamberimizin ahlâkının Kur’an olduğunu belirtiyor. Onun sözlerinde, fiillerinde ve takrirlerinde inanlar için sayısız ibretler vardır.

Peygamberimiz ruhen ve bedenen insanların en temizi idi. İç ve dış temizliğine çok önem verirdi. Güler yüzlü ve tatlı sözlü idi. Hiçbir kimseye gönlünü incitecek söz söylemezdi. Her haliyle sakin ve vakur idi. Konuşmaları cazibeli ve güzeldi. Yapmacık hareketleri hiç sevmez, gösterişten daima uzak kalırdı. Temiz ve şad-giyinirdi. Ümmetini çok severdi. ( gerçekten alemlere rahmet olara gönderilmişti. Hak’tan ve doğruluk tan hiçbir zaman ayrılmamış makam ve mevki vaatlari O’nu, İslâmı insanlara anlatmaktan alıkoyamamıştı. Şecaat ve cesareti ile insanlara örnek olmuştur. Her verdiği sözün gereğini kesinlikle yerine getirmişti! Hayatında hiçbir vakit maddeyi mahkum olmamış, dâime kanaatkâr olmuştur. Herkese karşı mütevazi davranmış, insanları küçük görmemiştir. Kendisine karşı kusur işleyenleri bağışlamış, çevresine iyiliği emretmiş ve bilgisiz kişilerden uzak kal mıştır. Mü’minlere karşı şefkatli ve merhamet!i olmuştur. Kölesine kötü muamelede bulunanların cenneti giremeyeceklerini belirtmiştir.

Dünyada ve ahirette mutlu olmak isteyenler her bakımdan sevgili Peygamberimizi örnek almak zorundadırlar.

3. DOĞRULUK
Doğru ve dürüst olan kişiler geç de olsa gayelerine ulaşırlar, Yüce Yaratıcının bütün nimetlerinden faydalanırlar. Doğru olan kişi Allah’ın rızasına ulaşır ve çevresinin itibarını kazanır. Doğruluk dünyada insan şeref kazandırır. Sarsılmaz bir şekil de şeref ve şöhrete ulaştırır. Ebedi dünyada da Allah’ın lütfuna vasıl olur. Şüphesiz doğrular vakarlı şerefli ve haysiyetli insanlardır. Doğruluk insanları birbirine bağlayan sağlam bir bağdır. Doğru insanlar arasında sevgi, saygı, karşılıklı dayanışma, kardeşlik ve dostluk çok kuvvetlidir. Doğruluk bütün sözlerin ve işlerin temel öğesidir. Bu sebeble İslâm dini düşüncede, sözde ve hareketlerimizde doğruluğu emretmektedir. Allah Teala Peygamberimize, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” buyurmuştur. Allah’ın ve O’nun Elçisinin rızasını kazanmak isteyenler hileli yollardan çekinmelidirler. Doğruluktan ayrılanlar kendilerine ve içinde yaşadıkları topluma zarar vermekle kalmazlar, kendilerinden sonraki nesillere de kötü örnek olurlar. Hile ve aldatmacayı kendilerine meslek edinenlerin dünyada yüzlerj kara olacağı gibi ahirette de azap göreceklerdir. Doğruluktan ayrılan kişi aslında başkalarını değil kendisini aldatmakta ve kandırmaktadır. Doğrulukla ulaşılan mevki ve makam, elde edilen kazanç insanı mutlu eder, sevindirir. Şartlar ne olursa olsun mü’min kişi doğruluktan ayrılmaz.

İnsana yaraşan inancında .işinde doğru olmaktır. Doğru olmayan insanlar arasında ‘kin, nefret ve düşmanlık tohumları derhal yeşerir.

4. İYİLİĞİ EMRETMEK, KÖTÜLÜKTEN KAÇINDIRMAK
İnsanların diğer yaratıklardan ayrı bir yönü de topluluk halinde yaşamasıdır. Tek başına yaşayan, varlığını sürdüren bir insan tasavvur edilemez. Toplu halde yaşamanın sonucu insan çeşitli topluluklar ve gruplarla iç içedir. Aile, okul, arkadaşlar grubu, çeşitli dernek ve kuruluşlar insanı çevreleyen toplulukların en başta gelenleridir. Bu sosyal grupların içerisinde insanın uyması gereken bir takım prensipler ve kurallar vardır. İnsan topluluklarının dirlik ve düzenliğinde önceden konmuş kurallarla birlikte, insanın sorumluluk duygusu da önemli yer tutar. İnsanı üzen ve sevindiren olaylar karşısında, kişi bigâne kalamaz. Mutlaka bir değerlendirme yapar ve değer yargısı ortaya kor. Kişi, içinde yaşadığı topluluklardan etkilendiği gibi bu topluluklara değişik oranlarda yön de verebilir. Bu gerçekten hareketle İslam Dini müslümanlara bir ödev daha yüklemektedir. O da müslümanın her zaman ve her yerde sürekli olarak iyiliği emretmesi, istemesi, kötülüklerden, kişiye ve topluma zarar veren çirkin davranışlardan çekindirmeye çalışmasıdır. Bu hükümlerden bir bölümünün anlamlarını burada belirtmekle yetinelim. “Sizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki (Onlar herkesi) hayra çağırsınlar, iyiliği emretsinler, kötülükten vazgeçirmeye çalışsınlar. İşte onlar muradına erenlerin ta kendileridir.” (Ali İmrân S:A104). “Siz insanlar için gayıptan, yahut levh-i mahfuzdan seçilip çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız. (Çünkü) Allah’a inanıyorsunuz. Kitaplılar (H’ristiyanlar ve Yahudiler) da inansaydı kendileri için elbette hayırlı olurdu. İçlerinden (Vakıa) iman edenler vardır. (Fakat) onların pek çoğu (Hak Dinden çıkmış) fâsıklardır.” (Âli İmran S:A:110) “Allah’a ve Ahiret gününe inanırlar, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar, hayır işlerinde de birbirleriyle yarış yaparlar. İşte onlar Salihlerdendirler.” (Âli İmran S:A: 114).

Konu ile ilgili olarak Sevgili Peygamberimizin öğütlerinden de birkaç örnek verelim; “Her kim bir münker işlendiğini görür de eliyle değiştirmeye gücü yeterse eliyle değiştirsin, buna kudreti yoksa diliyle değiştirsin, diliyle değiştirmeye de muktedir olamazsa kalbiyle değiştirsin. Bu da artık imanın en zayıfıdır.” Sahihi Buhari Tecridi Sarih Tercümesi) Peygamberimize “Yâ Rasulullah! Yolun hakkı nedir? Diye sordular da Aleyhisselatüvesselâm; (Haramdan) göz yummak, (Halka) eza vermekten içtinap etmek, (Selam verenin) selamını reddetmek, ma’ruf ile emredip münkerden nehyetmek, (sorana yol göstermek, mazluma yardım etmek) dir, buyurdu.”

Yukarıya alınan Ayet ve Hadislerden de anlaşılacağı üzere iyiliği emretmek ve kötülükten vazgeçirmeye çalışmak en başta gelen ahlakî vazifelerimizdendir.

5. GIYBET ETMEMEK VE KÖTÜ ZANDA BULUNMAMAK
İslam Dininin yasakladığı kötü huylardan biri gıybet etmek ve kötü zanda bulunmaktır. Gıybet, bir kişinin müslüman din kardeşini arkasından çekiştirmesi, onun üzüleceği ve beğenmeyeceği sözleri söylemesi ve gizli kalması gereken durumlarını başkalarına açıklamasıdır. Kötü zanda bulunmak ise müslümanlar hakkında işitilen yalan yanlış sözleri araştırmadan düşünmeden doğru imiş gibi benimsemek, onlar hakkında kötü düşünce ve kanaat besleyerek yanlış hükümler vermektir Bu gibi düşünce ve davranışların çok kötü bir huy olduğu ortadadır. Zira böyle yanlış düşünce ve davranışlar kişilerin arasını acar. Birlik ve beraberliği bozar. Toplumda fitne ve fesadı geliştirerek huzursuzluğun sebebi olur. Bütün bunlar insanlara yaraşmayan çirkin huylardır.

Şurası hemen belirtilmelidir ki, bir kişi sevdiği arkadaşının iyiliği ve hayrı için, içten gelerek, açık kalplilikle ona iyi, doğru ve hayırlı olduğuna gerçekten inandığı bir sözü söyleyebilir, yapıcı tenkidde bulunabilir. Cünkü müslümanın din kardeşini uyarması, iyiliği ve güzelliği tavsiye etmesi bir görevdir. Ama maksat din kardeşimizin iyiliği değil de onu küçük düşürmek, kötülemek, başkalarına kötü tanıtmak ise bu davranış İslam Dinince yasaklanmıştır. Müslümanları arkasından çekiştirmek, beğenmeyecekleri ve gücenecekler sözleri söylemek, hoş olmayan hareketlerdir.

Müslüman kardeşlerimize karşı kötü zanda bulunmamak, haklarında yersiz şüpheler beslememek durumundayız. Başkalarının kusurlarını ayıplarını, araştırmamalı, gizlediği şeyleri öğrenmeye ve ortaya çıkarmaya çalışmamalıyız. Başkalarını kötüleyen, çekiştiren kimse o kardeşinin toplum içerisindeki itibar ve güvenini sarstığı gibi gerçekten kendisine olan itibar ve güveni sarstığını iyi bilmelidir. Bir kardeşini başkaları yanında çekiştiren, kötüleye kimse böyle bir kötü huya sahip olduğu için onları da diğerleri yanında çekiştirip kötüler. Onun bu yönünü bilenler ve görenler ona güvenmezler ve inanmazlar. Gıybet etmek ve kötü zanda bulunmak, toplumda fitne ve fesada yol açtığından, bölücülüğü körüklediğinden, dirlik ve düzeni bozduğundan dinimizce yasak edilmiştir.

Yüce Yaratıcı gıybet ve kötü zan hakkında şöyle buyuruyor; “Ey iman edenler, zarının bir çoğundan kaçının. Çünkü bazı zan (vardır ki) günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Kiminiz de kiminizi arkanızdan çekiştirmesin. Sizden herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. Allah tevbeleri kabul edendir. Çok esirgeyicidir.” (el-Hucûrât S:A: 12).

Ulu Peygamberimiz, müslümanı tarif ederken şöyle buyurmaktadır: “Müslüman o kimsedir ki müslüman kardeşleri onun dilinden ve elinden selâmette olur.”

Görüldüğü üzere diliyle ve eliyle müslümanlara eziyet eden kimseler gerçek anlamda müslüman olamamaktadırlar.

6. MܒMİNLERE KARŞI MÜTEVAZI VE MERHAMETLİ OLMAK
Başkalarına acımak, şefkat göstermek, esirgemek, çaresizlerin yardımına koşmak, dinimizin başta gelen ahlâk kurallarındandır. Merhamet etmek, temiz ruhlu insanlara yaraşır. Yalnız insanlara değil hayvanlara ve bütün canlılara merhamet edilmelidir. Yüce Peygamberimiz bir Hadisinde şöyle buyuruyor; “Yerde olanlara merhamet ediniz ki size de gökte olanlar merhamet etsinler.”

Merhametli olmakla birlikte alçak gönüllü olmak, tevazu göstermek de dinimizin- ahlak kurallarından birisidir. Tevazuun karşılığı kibirlenme, böbürlenme ve gururlanmadır. Bunlar ferdin kendisini büyük görmesi, kendisini lâyık olduğu mertebenin üstünde göstermeye çalışması, gelip geçici şeylere güvenerek ona buna çalım satmasıdır ki pek kötü bir huydur. Sevgili Peygamberimiz konu ile ilgili bir hadislerinde şöyle buyurur. “Allah Teâla muktesit olanı zengin eder, israf edeni fakir düşürür. Tevazu göstereni yükseltir. Kibirlenen kimseyi de kırar geçirir”.

Tevazu ve merhametle ilgili olarak çok önemli iki hususu belirtmek yerinde olacaktır. Bunlardan ilki, merhamet ve tevazu ile pısırıklığın, içine kapalılığın ve insanlardan gelen her şeye razı olarak şahsiyetimizi ezdirmenin birbirine karıştırılmaması gerekmektedir. Haksızlığa uğradığımız zaman susmak, dinî ve milli değerlerimize el uzatıldığı zaman göz yummak, merhamet ve tevazu değildir. Bir diğer önemli nokta da kimlere ne zaman ve ne şekilde merhametli ve mütevazi olacağımızı iyi hesap etmektir. Bir müslüman ancak din kardeşine karşı merhametli ve mütevazi olabilir. Kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi hareket etmeyen Allah’ın ve Peygamber’in emirlerine karşı gelen, dinî ve millî bütünlüğümüzü parçalayan bölücülere karşı merhamet etmek ve alçak gönüllü olmak gerekmez. Bu,konuyla ilgili olarak Yüce Kitabımızın hükümlerini ve Peygamberimizin öğütlerini çok dikkatli okumalıyız ve üzerinde düşünmeliyiz.

Allah Teala şöyle buyuruyor; “Ey iman edenler, içinizden kim dininden dönerse Allah mü’minlere karşı alçak gönüllü kafirlere karşı kafirlere karşı onurlu ve zorlu, kendisinin onları seveceği onların da kendisini seveceği bir kavim getirir ki onlar Allah yolunda savaşırlar. Ve hiçbir kınayanın kınamasından (dedikodusundan) çekinmezler. Bu Allah’ın lutf-i inayetidir ki onu kime dilerse ona verir. Allah ihsanı bol olan, en çok bilendir.” (el-Mâide S:A:54). Başka bir ayetin meali de şu sakildedir: “And olsun size kendinizden öyle Peygamber gelmiştir ki sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üstünüze çok düşkündür. Bütün mü’minleri cidden esirgeyicidir, onları bağışlayıcıdır O” (et-Tevbe S:A: 128).

Sevgili Peygamberimizin O’nunla birlikte olanların O’na inananların nasıl olmaları gerektiğini Ulu Yaratıcı Kitabında şöyle açıklıyor; “Muhammed Allah’ın Rasulüdür. Onun maiyetinde bulunanlar da kafirlere karşı çetin (ve metin), kendi aralarında merhametlidirler. Onları rüku edici, secde edici olarak görürsün. Onlar Allah’tan (daima) bir fazl (u kerem) ve rıza isterler. Secde izinden (meydana gelen) nişanları yüzlerindedir. İşte onların Tevrattaki vasıfları budur. İncil’deki vasıflan da (şöyledir: Onlar) filizini yarıp çıkarmış gitgide onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, ayakları üzerine doğrulup kalkmış bir ekine benzerler ki bu kafirleri öfkelendirmek için(dir). İçlerinde iman edip de iyi iyi amel (ve hareket) de bulunanlara Allah hem bir mağfiret hem büyük bir mükafat vaad etmiştir.” (EI-.Feth S:A:29).

Bu ilahî emir vasıflandırmalar birilikte değerlendirildiğinde şu sonuçlara varılabilir;

a) Merhametli ve mütevazi olmak, bir mü’mine yaraşan ahlâki davranışlardır.
b) Mü’minler birbirine karşı merhametli, alçak gönüllü ve güler yüzlüdürler, kafirlere, hainlere karşı ise onurlu, zorlu, şiddetli ve serttirler.
c) Allah’a ve Peygambere inanan bir müslüman hak ve doğru bildiği yolda ilerlerken hiçbir şeye aldırış etmez. Kınayan insanlardan, dedikoduculardan çekinmez.
d) Müslümanların kendi aralarında merhametli olması inançsızlara, ikiyüzlülere, bölücülere ve hayinlere
karşı çetin ve metin olması hem ilahî bir emir, hem de sevgili Peygamberimizin bir sünnetidir. Sevgili Peygamberimizin bu ilahî özelliklerini taşıyabilen ve öyle olmaya özenenlere ne mutlu.

7. EMANETE RİAYET ETMEK
Müslümanların uymak zorunda oldukları kurallardan biri de emaneti gözetmek ve ehline vermektir. Emanete riayet etmemek, kişi ve toplum açısından çeşitli felaketlere sebep olabilir. Emanet güvenilir ve inanılır olmak, saklanmak ve korunmak üzere bırakılan şey anlamlarına gelir. Allah’ın emir ve yasaklarına uymak birer emanettir. Bu emir ve yasaklara uymak suretiyle de emanete riayet etmek gerekir. Hz. Muhammed (S.A.V.) henüz Peygamber olmadan önce kendilerine el-Emîn lâkabı verilmiştir. Peygamberimizi seven ve sevmeyen herkes onu Emîn lakabıyla çağırırdı. Zira Peygamberimiz öğrenmiş olduğu bir sırrı hiç bir kimseye söylemez saklanmak üzere bırakılan eşyayı her şart altında korurdu. Peygamberlerde bulunması gerekli olan sıfatlardan birinin de emanete riayet olduğu düşünülürse, bu ahlâk kuralının ne derece önemli olduğu ortaya çıkar. İnsanın kendisine karşı emaneti gözetmesi dünya ve ahiret hayatı ile ilgili görevlerini yapması, yararlı ve iyi olanı seçmesi, şehvet ve öfkesine hakim olmasıdır.

Hz. Allah şöyle buyuruyor; “Şüphesiz ki Allah size emanetleri ehil (ve erbab) ına vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmeylemenizi emreder. Allah bununla size gerçekten ne güzel öğüt veriyor! Şüphe yok ki Allah (sözlerinizi, hükümlerinizi) hakkıyla işitici, (bütün yaptıklarınızı) hakkıyla görücüdür.” (en-Nisa S:A:5 . Emanetle ilgili olarak başka bir Ayeti Kerîme’de de şöyle buyurulmaktadır; “Biz emaneti göklere yere ve dağlara arz (ve teklif) ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, bundan endişeye düştüler. İnsan (a gelince: O, tuttu) bunu sırtına yükledi. Çünkü o çok zulümkar, çok cahildir” (el-Ahzâb S:A:72).

Komşularımızın hukukunu gözetmek, işi ehil olanlara vermek, ticari işlerde başkalarını aldatmamak onun bunun ayıbını aramamak, insanlara yararlı olmak halka ait emanetlerdendir. Devlet yönetiminde görev alanların dürüst olmaları, hakimlerin adaletle iş görmeleri, bilgili kişilerin halkı batıl inanç ve düşüncelerden korumaları, aile içerisinde eşlerin şeref ve namuslarını korumaları, çocukları dinî ve millî kültürümüze, geleneklerimize uygun olarak yetiştirmeleri de birer emanettir.

Allah’a kendimize ve insanlara karşı emanetleri yerine getirmek, iyi bir insan, iyi bir müslüman olmanın şartlarındandır. Yaptığımız her hareketin muhasebesini yapmalı ve alnımızın akıyla hesabını verebilmeliyiz Emanetin bir yük, bir sorumluluk olduğunu bilmeliyiz. Sevgili Peygamberimiz emanete riayet etmemenin münafıklık, ikiyüzlülük alâmeti olduğunu bildirmektedir; “Abdullah B. Amr (İbn-l-As) (R.A.)’dan, şöyle demiştir; Nebiyy-i Mükerrem (S.A.V.) buyurdu ki, dört şey her kimde bulunursa halis münafık olur. Her kimde bunların bir parçası bulunursa onu bırakıncaya kadar kendisinde münafıklıktan bir haslet kalmış olur. (Bunlar da) kendisine bir şey emniyet edildiği zaman hıyanet etmek, söz söylerken yalan söylemek, ahdettiğinde ahdini tutmamak, husumet zamanında da haktan ayrılmaktır.” (Sahihi Buhari Tecridi Sahir Tercümesi Cilt 1 Sayfa: 45).

8. HARAMA YAKLAŞMAMAK VE ŞÜPHELİ ŞEYLERDEN SAKINMAK
Allah tarafından kesin bir emirle yapılması yasaklanmış olan şeylere haram denir iki bu kesin emre karşı gelenler dünya ve ahirette ilahî azapla karşılaşırlar. Allah Teala ve onun Sevgili Peygamberi Hz. Muhammed tarafından haram kılınan işleri yapmamak İslâm Ahlâkının temelidir.

İslâm Dininde haram ve helâl olan her şey Kur’anda ve Hadis-i Şeriflerde uzun uzun anlatılmıştır. Ulu Yaratıcımız şöyle buyurmaktadır; “O, size kendisine kati surette muzdar ve muhtaç bulunduklarınız ,müstesna olmak üzere neleri haram kıldığını ayrı ayrı bildirmişken üzerlerine Allah’ın adı anılmış olanlardan yemenizde ne oluyor ya! Muhakkak ki bir çokları ilim (ifade edebilecek deliller) ile (hiçbir münasebeti) olmayacak neva (ve heves) leriyle (halkı) herhalde saptıracaklardır. Şüphesiz ki Rabbin haddi aşanları en çok bilenin ta kendisidir” (El-Enam S:A 119). Görüldüğü üzere nelerin haram ve helâl olduğunu anlayabilmek için Allah’ın kitabına ve peygamberimizin sünnetine itibar etmek gerekmektedir. Hiçbir insan kendiliğinden, bir şeyin helâl veya haram olduğu konusunda bir değer hükmü ortaya koyamaz. İslam Dini insanların yemek, içmek, giyinmek gibi hayatta muhtaç oldukları alışveriş ve benzeri âdet ve gelenekler hakkında güzel bazı kurallar ortaya koymuş, bozuk ve zararlı gördüğü şeyleri yasaklamış mutlak faydalı olanları ise emretmiş ve faydasızları da beğenmemiştir. Dinimizin haram kılmadığı konularda dilediğimiz şekilde yiyip içebileceğimiz gibi dilediğimiz şekilde de hareket edebileceğiz.

Allah’ın izni olmadan, kulları kendi kafalarına göre helâl ve haram hükümleri ortaya koyamazlar. Yüce Allah şöyle buyuruyor; “Dillerinizin yalan yere vasıflandım geldiği şeyler için, şu helâldir, bu haramdır demeyin. Çünkü (Bu suretle) Allah’a karşı yalan düzmüş olursunuz. Allah’a yalan düzenler ise, şüphe yoktur ki felah bulmazlar” (En-Nahi S:A: 116).

Helâli haram, haramı helâl kılmaya kalkışmak Allah’a ortak koşmakla eş tutulmuştur. Yüce Yaratıcımızın haram kıldığı bir şeyde, insanlar için sayısız zararlar olduğu gibi, helâl kıldığı bir şeyde de sayısız faydalar bulunmaktadır. Allah temiz ve faydalı olan her şeyi bizler için hela kılmıştır. Bir şey haram kılınırken c harama ileten bütün vasıtalar da haram kılınmıştır. Haramı iyi ve güze göstermek için çeşitli yollara başvurmak, olmadık mazeretler ve gerekçeler bulmak, hile yapmak ta yasaktır Kişinin iyi niyetli olması, haramın helal sayılabilmesi için yeterli değildir.

Nelerin helâl ve haram olduğu hususlarında dinimiz inananları karanlıkta ve bilgisizlikte bırakmamıştır. Helâl ve haram uzun uzun ve açıkça anlatılmıştır. Helâl olan bir şey yapmakta hiçbir sakınca yoktur. Fa kat haram olduğunda apaçık olan bir şeyi yapmak için ruhsat verilmemiş tir. Açık helâl ile açık haram arasında bir saha vardır ki o da helâl veya haram olduğu birçok insanlar tarafın dan anlaşılamayan veya karıştırılan şüpheli sahadır. İslâm müslümanların bu gibi şüpheli şeylere düşmekten sakınmasını, Allah’a yaklaşma kabul etmiştir. Müslüman böylece açık bir harama sürüklenmekten kendini korumuş olur. Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır; “Helâl açıktır, haram da açıktır. Bunların arasında da şüpheli şeyler vardır. İnsanların bir çoğu bunların helâl veya haram olduğunu bilmezler.

Dinini ve ırzını korumak niyetiyle bunları kim terkederse, selamete ermiş olur. Herhangi bir kısmını yapan da, harama girme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Bu, tıpkı yasak bölge Kenarında sürüsünü otlatan insanın, net an yasak bölgeye girme tehlikesiyle karşı karşıya oluşu gibidir. Her hükümdarın bir yasak bölgesi verdir. Allah’ın da yasak bölgesi haramlarıdır.”

Dinimizde bir şeyin haram olması konusunda hiçbir şahsa üstünlük tanınmamıştır. Peygamberimiz buyuruyor ki; “Allah’a yemin ederim ki hırsızlığı yapan, Muhammed’in (S.A.V.) kızı Fatıma da olsa idi elini keserdim.” Dinimizin neleri haram veya helâl kıldığını ana kaynaklara inerek öğrenmemiz gerekir.

Bir millet kültürü, tarihi, dili, dini, vatanı, gelenek ve göreneklerine bağlılığı ile milletler topluluğu içinde yerini alır ve yaşama hakkı elde eder. Bu özellikler kitleleri ve toplulukları basit bir grup olmaktan çıkarır, onları millet yapar, devlet yapar. Vatanına, diline, dinine, tarihine, kültürüne, örf ve adetlerine sahip olmayan milletler ve toplumlar yok olup gitmeye mahkum olurlar. Böyle toplumlar aşağılık kompleksine kapılırlar ve başkalarının oyuncağı, âleti olmaktan kurtulamazlar. Şuursuz bir yaşayış bu toplumların önemli bir özelliği olur. Büyük ve önemli davalara, kutsal ideal ve ülkülere, maddî ve manevî yönden büyük millet olma gayesine bu toplumlarda rastlamak söz konusu olamaz.

Dinî ve millî geleneklerine bağlı olmayan topluluklarda, kişilik sahibi insanları bulmak, ne yaptığını ve ne yapacağını bilen gençler yetiştirmek mümkün değildir. Kişiler taklitçi, gününü gün etme arzusu içindedirler. Ruhlarında büyük ülkülerden iz bulunmaz. Aklın, ilmin ve sağlam iradenin yerini hissîlik, bilgisizlik ve adî istekler alır.

Bir milleti yıkmanın, tarih sahnesinden silmenin değişik usulleri vardır. Bir milleti çökertmek isteyen iç ve dış düşmanlar her şeyden önce, o milletin dinine, diline, tarihine, kültürüne ve geleneklerine el atarak, bu kutsal kurum ve duyguları tahribe çalışırlar. Bunların yerine kendi dillerini, kültür ve geleneklerini, yaşayışlarını yerleştirmeye gayret ederler. Tıpkı bugünkü Türkiye’mizde olduğu gibi.

Büyük Türk Milleti ve onun fertleri yurduna, dinine, ahlâk ve adabına bağlılığı ile şöhret kazanmıştır. Kendini bilen bir Müslüman Türk için, sadece karnını doyurduğu yer vatan değildir. Bir yerin vatan olabilmesi için orada bayrağının dalgalanmasını, dinî ve millî geleneklerinin yaşanmasını ister. ,

Dinimize, milliyetimize uygun olan gelenek ve göreneklerimizi devam ettirmek, örf ve adetlerimizi yaşatmak ve başkalarına emretmek dini bir görevdir.
 
Geri
Üst