Efsanevi Yaratıklar - Eski Uygarlıklar

Ce: Efsanevi Yaratıklar - Eski Uygarlıklar

İççi

Eski inanışlara göre, her bir dağın, akarsuyun ve ormanın kendi koruyucusu vardır. Aslında sahipler (iyeler) sistemiyle bir çizgide birleşen bu ruhlar iyiliksever olup insanlara yardım ederler. Karşılığında da onlara karşı saygılı davranılmasını isterler. saygısızlık gördükleri zaman da o insana zarar verebilirler. Bu ruhların genel adı "iççi"dir.


İtbarak

(ya da İt Barak); eski Türk destanlarında sözü edilen, Türklerin sürekli savaşa tutuştukları, o zamanki Türklerin kuzeybatısında yaşayan "köpek başlı insana benzer yaratıklar".

Efsanelere ilk defa "Çok tüylü köpek" manasında geçmiştir. Oguz Kağan destanlarına göre, "Itbarak'ların yurdu, kuzey-batıya dogru uzanan, karanlık ülkeleri içindeydi. Oğuz Han, 'İtbarak'lara karşı bir akın yapmış; fakat yenik ayrılıp, dağlar arasındaki bir nehrin ortasında bulunan, küçük bir adacığa sığınmak zorunda kalmıştı.


Karakoncolos

Türk mitolojisinde, Karakoncolos, 'kara renkte ve çirkin olarak tasarımlanan bir umacı, bir kötülük cini'dir. Özellikle Kuzeydoğu Anadolu Türk kültüründe yer etmiş ve Bulgar folklorunde de rastlanan bir yaratıktır. Bir tür öcüyü andıran karakoncolos pek dehşetengiz sayılmaz ve zararsız olduğuna inanılır.

Bununla birlikte zaman zaman gerçek anlamda şeytanî bir şekilde betimlendiği de olmuştur. Kürklü olduğuna inanılan bu yaratığın isminin Yunanca Kalikantzaris'den gelmiş olması olasıdır.

Bulgar folklorunde yaratığa verilen Bulgarca isim ise Karakondjul'dur ve geceleri gezdiğine inanılır.


Kara kırnak

Türkmenlerin demonolojik görüşlerinde, ırmaklar ve bu anlamda suyla ilintili olan şeytanî bir karakter. Ancak onun hakkında inanışlar belli yerlerle sınırlıdır ve Türkmenlerin tamamında pek fazla yayılmamıştır.


İnanışlara göre "Kara kırnak"; kadına benzeyen, bedeni baştan başa kıllarla örtülü bir varlıktır. Suda olan bir insanın üstüne gelip, zarar verebilir. Onun için en eski zamanlarda çocuklarının suda oynamasından ve boğulacaklarından korkan anneler, onları "Kara kırnak" ile korkuturlardı. Ondan söz edilirken, adına bazen "Su sahibi", bazen de cin denilir.
 
Ce: Efsanevi Yaratıklar - Eski Uygarlıklar

Kara korşak;

Türkmen kültüründe eşek, köpek, domuz, keçi kılığına girdiğine inandıkları kötücül ruh ya da cindir. Gece kapıları çalıp, ev sahibinin tanıdığı bir ses ve kılıkla onu kandırarak çağırıp kaçırırmış. Bu cinden korunmak için pantolonun düğmelerini açmak gerektiğine inanılır.


Karakura,

acıklı, kötücül bir ruhun adı. Bazı inanışlara göre yeni doğum yapmış lohusa kadınları korkutan ve ciğerlerini alıp götürdüğüne inanılan ruh, hayali yaratık. İnsanlara korkulu kabusları ve karabasanları gönderen odur. Adıyla çocuklar korkutulur.

Bir başka görüşe göre biçimsiz (şekilsiz) düşünülen bir varlık. Eski çağlarda insanları uykuda yakalayıp korkuturmuş. Sonra nefes almalarını engelleyerek ses çıkarmalarını önler, ciğerlerini alıp götürürmüş. Bu varlıklar kedi gibi hafiften ve sakin sakin gezen canlı biçiminde betimleniyordu.

Erzurum ve Erzincan yöresindeki inanışlara göre bu tabiat üstü güç, albastı gibi lohusalara musallat olan, onları korkutarak, ciğerlerini söküp götüren bir varlıktır. Konya civarında anlatıldığına göre, bu ruh, keçiye benzeyen fakat kedi büyüklüğünde olan, insanların üstüne çökerek onları boğmaya çalışan bir yaratık şeklinde düşünülür.

Gün ışığından korkar, güneş doğunca kımıldayamaz, ancak o zaman yakalanabilir. Ona yemin ettirdikten sonra köle gibi kullanmak mümkün olurmuş. Karakura yatağında ekmek kırıntısı olan insanları da çok severmiş. Böyle yataklarda uyuyanlar karakura tarafından bastırılır, kabus görür sıkıntı çekerlermiş.



Kayış baldır

Çocukları korkutmak için uydurulmuş kötücül varlık. Kayış Bacak ta denilen, ayakları kayıştan gulyabanidir. O, kendi ayakları üzerinde durup yürüyemez. Bunun için de yoldan giden insanları aldatıp, onun boynuna biner. Sonra kayış ayaklarını onun beline dolayıp, yolu bitinceye kadar onu bırakmaz.

Elsiz ve ayaksız bir ihtiyar görünümünde olan bu varlık, ırmak kenarında oturup, gariban bir görünüş sergileyerek, oradan geçenlerden, onu omuzuna alarak ırmağın diğer kıyısına geçirmelerini rica eder. Kim onu omuzuna alırsa, 'Kayış Baldır'ın karnından bir anda yılana benzer üç arşın uzunluğunda iki ayak çıkıp, yolcunun bedenine sarılır. Elleriyle de sıkı sıkıya sarılıp, "Ne dersem, onu yapacaksın" diyerek, o insanı kölesi yapar.

Söylentilere göre 'Kayış Baldır' uzadıkça uzanan, başı bulutlara değen korkunç bir canlıdır. O, akşam ezanından sonra ortaya çıkar. Bir yoruma göre, böyle bir hikâye anlatılarak, çocukların akşam karanlığında evden çıkmalarının ve yaramazlık yapmalarının önüne geçilmek isteniyormuş.
 
Ce: Efsanevi Yaratıklar - Eski Uygarlıklar

Kayberen

Kayberen
, Kırgızlar'ın iyiliksever ruhlar arasına dahil ettikleri ve "kayıp eren" adıyla andıkları ruhlardır, dağlarda yaşarlar ve geviş getiren hayvanları korur. Kırgızlar'ın inancına göre bu ruhlar, hayvanların artıp çoğalmasını sağlar. Ancak kızdıkları zaman da hayvanları telef edebilir. Bunun için de ava çıkmadan önce, uğurlu geçmesi için "kayberen"den yardım istenir.

Dağlarda, taşlarda yaşayan ve hayvanları koruyan bu ruhlar aynı zamanda yaşadıkları yerin iyesidirler. Onun için, dağdayken bir tehlike ile karşılaşanlar "kayberen"den yardım isterler, "Başına dolanayım kayberen, kırk çiltan, yardım et'" derlerdi.

"Kayberen"in mal, hayvan iyesi ve koruyucu olduğuna ilişkin görüşler, zaman zaman "Dağ Ruhu" inancı ve Çiltan motifiyle kaynayıp karışmıştır. Çiltanlar da Kayberenler gibi dağda yaşayıp hayvanları korurlardı. Onların sayısı 40 olduğu için kırk çiltan denilirdi. Kazak halk kültüründe göze görünmeyen varlıklar ya da şeytanlar olarak bilinen "kayip iren" adı, "Bab tükti şaştı-Kayıp iren kırk şilten" ifadesinde karşımıza çıkmaktadır.

Işık yüzlü eren olarak bilinen, sayıları kırk olup, insanların gözüne görünmeden onların arasında yaşayan ve doğaüstü güçlere sahip "çiltan" motifleri Orta Asya'nın diğer halklarında da vardır. Kayberen inancı ata kültüyle bağlıdır. Onun adına, Türk halklarının birçoğunda rastlanır. Anadolu Türkleri'nde "kayb erenleri" şeklinde rastlanır ve eski inanışların bir izi gibi, evliyalar hakkında görüşlerden kaynaklanan bir anlayışı ifade eder. Bu inanışa göre "kayberenler", evliyaların insan kılığına girmiş ruhlarıdır.

Göze görünmeyen bu evliyaların yaşadıklarına, daha çok dağ başlarında olduklarına ve yaşadıkları yerin çevresindeki insanları koruduklarına inanılır. İnsanlar onlara saygısızlık etmekten korkarlar. Yerli halk tarafından her yılın yazı ve sonbaharında "kayberenler" için kurbanlar kesilir.

Efsanesi

Bir karı kocanın hiç çocukları yoktu. Ömürleri boyunca çocuk sahibi olmak için Tanrı'ya yalvardılar. Tanrı onlara, yaşlanıp güçten düştüklerinde, kırk çocuk verir. Yaşlı çift, bu çocuklara bakamaz ve onları götürüp dağa bırakırlar. Kayberenler gelip onları yedirir, içirir ve büyütür. Bu kırk çocuk büyüdükten sonra, insanların gözüne görünmeyen koruyuculara dönüşürler.

Etimolojisi

"Kayberen" adı; göze görünmez anlamındaki "kayıp" ile kutsal, nur yüzlü anlamındaki "eren"den gelmektedir.
 
Ce: Efsanevi Yaratıklar - Eski Uygarlıklar

Kiklop



Yunan mitolojisinde alınlarının ortasında tek gözleri bulunan devler. Poseidon ile Amphitrite'nin oğulları. Onlar tanrılardan korkmayan, zalim, insan etiyle beslenen yaratıklardır. Homeros'a göre kikloplar, mağaralarda yaşayan korsan çobanlardır. Odysseus adamları ile birlikte Troya Savaşından vatanına dönerken dev kiklop Polyphemos'a esir düşmüş ve onu öldürmek zorunda kalmıştı.


Oğlunun öldürülmesine sinirlenen Poseidon Odysseus'u bin bir türlü felaketle cezalandırmıştı. Hesiodos'a göre kiklop'lar, üç taneydi, Gaia ve Uranos'ün çocukları idi. Brontes, Steropes ve Arges ('gök gürültüsü', 'parıltı' ve 'şimşek'). babaları tarafından Tartaros'a hapsedilmiş, daha sonra Zeus tarafından kurtarılmış ve ona titanlara karşı savaşta yardım etmişlerdi. Bir rivayete göre, kikloplar, Apollon'un oğlu, sağlık ve hekimlik tanrısı olan Asklepios'u öldürmüşlerdi. Buna sinirlenen Apollon oğlunun öcünü almış ve kiklop'ları öldürmüştü. Daha sonra çıkan efsanelerde kikloplar ateş tanrısı Hephaistos'un yardımcıları idi ve onun yanında demircilik yaparlardı.


Türk mitolojisinde karşılığı Tepegöz'dür.



Kujata


Değişik inançlara göre türleri anlatılan ve farklı taş ve metallerden oluştuğu söylenilen yedi cennet vardır ve Araf'ın da içinde bulunduğu yedi cehennem vardır (Kimileri Dünya'yı da bu yedi cehennemden biri sayar.) Yeryüzü büyük bir denizle çevrili, geri kalan bölümde ise çember biçimindeki Kaf Dağı bulunur. Yeryüzü -ışığıyla, gökyüzünün mavi rengini de yansıtan- kutsal taş Sakrat'ın üzerinde oturmuştur. Bu taşın tek bir tanesinin sahibine büyüsel güçler sağladığı ileri sürülür.

İşte tüm bunların dev bir meleğin omuzlarında durduğu (Yunan mitolojisinde Atlas), bu meleğin de, birçok gözü ve ayakları bulunan, büyük bir boğa olan Kujata'nın üzerindeki yakuttan bir kayanın üzerinde durduğu ve boğa Kujata'nın da kaosta yüzen devasa bir balık olan Bahamut'un üzerinde durduğuna inanılır.

Kujata bu bağlamda Bahamut tarafından desteklenen, yakut üzerinde oturuken aynı zamanda dünyayı taşımakta olan melek arasında yer alan mitolojik bir boğadır.



Minotor

Minotor (Yunanca: Μινώταυρος, Minotavros): Yunan mitolojisinde yarı insan-yarı boğa yaratık. Özgün sözcük Minotor'dur ve Yunanca "Minos’un Boğası" anlamına gelir.

Öyküsü

Girit’te hüküm süren güçlü kral Minos, gücünü kanıtlamak için Poseidon’dan ona kurban edeceği bir boğayı denizden çıkartıp vermesini ister. Ama hayvan Minos’a o kadar güzel görünür ki onu kurban etmeye kıyamaz ve saklar. Bunun yerine başka bir boğayı kurban eder. Poseidon bunu fark ettiğinde çok sinirlenir ve Minos’un karısı Pasiphae’de boğaya karşı bir aşk uyandırır. Pasiphae’nin boğayla çiftleşmesinden boğa başlı ve kuyruklu, insan bedenli Minotor doğar.

Minotor, sanatçı Daidalos’un yaptığı, Labyrinthos adlı, içinden kimsenin çıkamayacağı yapıya kapatılır. Minotor insan etiyle beslenmektedir. Bunun için, Atinalılara karşı savaş kazanmış olan Minos onlardan, haraç olarak, her yıl Minotor’un yemi için yedi genç erkek, yedi genç kız ister. Üçüncü haraç yılı geldiğinde, Theseus Minotor’u öldürmek için Girit’e giden gemiye biner. Labyrintos’a sokulacak kafile halkın gözü önünden geçirilirken, kralın kızlarından Ariadne Theseus’u görür görmez ona aşık olur. Daidalos’un öğüdüyle Theseus'a bir yumak iplik verir. İpliğin ucunu girişe bağlamasını, böylece dönerken ipi takip edip çıkışı bulabileceğini söyler. Ariadne Theseus'un kendisiyle evleneceğine dair bir de söz alır. Theseus, uykuda yakaladığı Minotor’u kıpırdamaz halde yere bastırıp yumrukları ile öldürür.


Meran



Daha çok güney, orta ve doğu Anadolu resminde, masallarında, hikayelerinde rastlanan, bellerinden aşağısı yılan üstü ise insan şeklinde tanımlanan, insanların derdine deva olabilen doğaüstü yaratıklar. Yeraltında -akıllı ve iyicil bir dünyada- yaşayan meranların başında Şahmeran adlı bir ece vardır. Şahmeran'ın -insanlarca- öldürüldüğünü henüz bilmeyen, bu nedenle 'Şahmeran geleneği' olarak sürdürdükleri derde deva olma işine devam eden meranların Şahmaran'ın ölümünü duydukları an Meran Ülkesinden çıkıp insanların yaşadıkları şehirleri basacakları ve yerle bir edecekleri söylenir.
"Maran" Farsça bir sözcüktür. "Mar" yılan anlamında, "-ar" ise çoğullamasıdır. Maran ya da incelterek söylenilen Meran sözcükleri Anadolu topraklarında birçok yöre ve yer adı olarak ta kullanılmaktadır.
 
Ce: Efsanevi Yaratıklar - Eski Uygarlıklar

Merküt

(ya da Markut); Altay efsanelerinde, gök yolculuğuna çıkan kamın ruhuna, ilk üç gökkatı boyunca kılavuzluk eden dev dişi gök kuşudur.

Anadolu 'da geleneksel Türk kültürünün taşıyıcılarından olan Yörük boyları arasında, yaramazlık yapan çocukları korkutmak için uydurulan düşsel bir varlık olarak ta görünür. Aslında bu düşsel denilen varlığın kökü, ulu dil birliği çağına kadar gider. Bu mitolojik varlık hakkında Yörükler arasında şöyle denilir: "Merküt Merküt ... Bacadan kolunu salla..." Yaşlıların derin inanışlarına göre, Merküt bir kuştur. O sadece adı anılanları korkutur.
V. Radlov, "Sibirya'dan" adlı eserinde, Altay dağlarında yaşayan kamlardan ve kurban törenlerinden söz ederken, "Sema kuşu Merküt"ün adı geçen bir kam duası metnini de kaydetmiştir:

"Gök kuşları beş Merküt,tırnakları bakırdanAyın tırnağı bakırdan,Ayın gagası buzdanGeniş kanatları muhteşem hareketli. Uzun kuyrukları yelpaze gibiSol kanadı ayı örter. Sağ kanadı güneşiEy dokuz kartalın anası! Yayığı geçerken şaşmazİdil üstünde yorulmez, Öterek gel sen bana!Oynayarak gel sen sağ gözüme! Sağ omzumun üstüne kon."

Nymph



(Nymphe veya Türkçe nemf, nimf olarak da anılırlar) Yunan Mitolojisi nde yeri ve denizi dolduran sayısız çokluktaki dişi, tanrısal varlıklardır. Ölümsüz değillerdir ama tanrılar gibi ambrosia ile beslendiklerinden çok uzun yıllar yaşarlar ve hep genç ve güzel kalırlar.


Doğurganlık ve zariflik simgesidirler. Mitlerde genellikle güzellikleri yüzünden başlarından geçenler anlatılır, genel olarak perilerin güzelliğine vurgu yapılır.


Çok sayıda nymph türü vardır ve bunlar yaşadıkları yerlere göre ayrı adlar alırlar. Oreadlar dağlarda, Naiadlar akarsularda, Dryadlar meşe ağaçlarında yaşarlar.



Oçi Koçi

Megrel halkının inanışında kışın köylere dadanan ve erkek çocuklarla ahırdaki inek yavrularını yiyen vücudu kıllarla kaplı insan görünümünde bir iblisin adıdır. LazcaGermakoçi ve Trabzon'da Karakoncolos adıyla bilinen yaratıkla ilişkilidir.


Öcü

Küçük çocukları korkutmak için yine çocuk dilinde uydurulmuş hayalî yaratık, umacı olarak tanımlanabilecek olan öcü, Türk halkının genellikle çocuklarını bazı tehlike ve davranışlardan sakındırmak için sıklıkla başvurduğu bir memorattır.
 
Ce: Efsanevi Yaratıklar - Eski Uygarlıklar

Pegasus

Yunan mitolojisi'nde kanatlı at. Deniz tanrısı Poseidon ile yılan saçlı Gorgon Medusa'nın oğlu ve dev Chrysaor'un kardeşi olduğuna inanılır.

Perseus tarafından kafası kesilerek öldürülen Medusa'nın kafasından ya da toprağa sıçrayan kanlarından doğduğu gibi iki değişik söylence bulunur. Rengi tamamen beyazdır ve uçmasına olanak veren iki büyük kanadı vardır. Uçarken havada koşuyormuş gibi görünür.

150px-Bellerophon_und_Pegasus_Relief_MK1888.png

Bellerofon ve Pegasus

Pegasus doğar doğmaz yeryüzünden ayrılmış ve tanrıların diyarına uçmuştur. Zeus'a yıldırımları getirme görevini üstlenmiştir. Helicon Dağında bulunan ve Musalara (veya Müzler ve ) ilham verdiği sanılan Hippocrene pınarının Pegasus'un ayağıyla yere vurması sonucu ortaya çıktığına inanılır ve Pegasus "şiirsel ilham" ile özdeşleştirilir. Daha sonraları Bellerophon tarafından Athena'nın ona verdiği altın dizgin yardımıyla yakalandığı, KimeraAmazonlarla olan çarpışmalarında da ona yardım ettiği söylenir.

Aşırı hırsın, zararlı olduğunun sembolü olarak gösterilen Bellerophon Olimpos dağına çıkıp ölümsüzlerin arasına karışmak isteyince onu üzerinden atan Pegasus tek başına Olimpos dağına dönerek eski görevlerine devam etmiştir. Pegasus'un Bellerophon'u üzerinden atmasına sebep olarak Zeus tarafından gönderilen dev bir atsineğinin ısırmasından ürkmesi de söylenceler arasındadır. Daha sonraları kendine eş olarak Euippe (ya da Ocyrrhoe)'yi aldığı ve kanatları atların soyunu başlattığı söylenir.

Kanatlı at Pegasus'un Türk mitolojisindeki adı Tulpar'dır.


Peri,



birçok farklı kültürün efsane, folklor ve mitolojisinde bulunan bir ruh veya doğaüstü yaratıktır. Genellikle insan görünümünde, çoğunlukla çok küçük olduğu ve uçmak, büyü yapmak, geleceği görmek veya etkilemek gibi doğaüstü güçlere sahip olduğu düşünülmüş ve böyle tasvir edilmiştir. Popüler kültürde çoğunlukla genç ve güzel kadınlar olarak tasvir edilseler de, eskiden bitkin yaşlı kadınlar veya yaramaz yaşlı erkekler olarak tasvir edilirlerdi. Farsça kökenli bir kelimedir.


Peri , eski Türk inanışında "melek"tir. Aslı "Perişte" dir ve diğer türk dillerinde günümüzde de bu şekilde kullanılmaktadır, bizde ise kısalarak türkçemize peri şeklinde girmiştir.



Sazakan

Göklerde dolaştığına inanılan kötücül bir varlık. İnanışa göre; o, yaz mevsiminde bulutların arasında dolaşır, naharda yağmurdan önce kendini gösterir. Onun ortaya çıkması, gür yağmur ve bol ürün olacağının göstergesidir. O, ejderha benzeri kocaman bir varlıktır. Bazı anlatıcılar ise onun başının ceylana benzediğini ve kollu, budaklı boynuzları olduğunu anlatırlar. Açık bir hava, bir anda yağmurlu bir havaya dönüşürse, hiç beklenmeden kar fırtınası bastırırsa, halk arasında "Sazakan oynuyor" denilirdi.


'Sazakan' yağmuru güçlendirip şimşeğin daha güçlü çakmasına sebep olurdu. O, büyük oynadığı zaman yüzyıllık ağaçları kökünden söküp, evleri yıkabilirdi. Yağmurlar bittikten sonra o, gerektiğinde tekrar ortaya çıkacağı güne kadar yerin altına girerrdi. Onun saklandığı yerde derin bir çukur oluşur. Aynı anda sadece bir kişinin gözüne gözüken cinlerden farklı olarak 'Sazakan'ı birden fazla insan aynı anda görebilir.
 
Ce: Efsanevi Yaratıklar - Eski Uygarlıklar

Simurg

Simurg (Farsça: سيمرغ) veya bir diğer ismiyle Zümrüdü Anka efsanevi bir kuştur. Pers mitolojisi kaynaklı olsa da zamanla diğer Doğu mitoloji ve efsanelerinde de yer edinmiştir. Sênmurw (Pehlevi) ve Sîna-Mrû (Pâzand) diğer isimlerindendir. Ayrıca zaman zaman sadece Anka kuşu olarak da anıldığı olmuştur. Türk mitolojisinde karşılığı Toğrul'dur

Etimoloji

İsim Avesta'daki mərəγô saênô "Saêna kuşu"ndan türemiştir. Orijinalde bir yırtıcı kuş, kartal veya şahin, olduğu etimolojik olarak aynı olan Sanskritçe śyenaḥ`dan çıkarılabilir.
Halk etimolojisinde ilişkilendirilen ilk öğe Farsça "otuz"dur. Fakat tarihi anlamda ilgili değillerdir.

200px-Saena.jpg

Sasanilerden, Simurg motifli gümüş tabak



Mitoloji

Mitik kuş Simurg Fars sanatında kuş şeklinde, kanatlı dev bir yaratık olarak resmedilmiştir. Zaman zaman köpek başına ve aslan pençelerine sahip bir tavus kuşu olarak da resmedilmiştir. Bazen insan yüzü ile de resmedildiği olmuştur. Bir bölümü memeli olduğu için yavrularını emzirirdi. Yılanlara karşı bir düşmanlığı vardı ve yaşadığı yer fazlasıyla sulaktı. Bir antik İran tanımında Simurg'un kendisini alevlerle kaplayana kadar 1700 yıl yaşar, daha sonraki tanım ve kayıtlarda ise onun ölümsüz olduğu ve Bilgi Ağacı'nda bir yuvası olduğundan bahsedilmiştir.

İran efsanesine göre, bu kuş o kadar yaşlıdır ki dünyanın yıkılışına üç kez tanık olmuştur. Tüm bu zaman boyunca, Simurg o kadar çok öğrenmiştir ki tüm zamanların bilgisine sahip olmuştur.

Sasani Persler Simurg'un yere bereket bahşedeceğine ve dünya ile göğün arasındaki birliği sağlayacağına inanırlardı. Yaşam ağacı, Gaokerena'da tünediğine ve her türlü şeytani şeyi tedavi eden, düzelten kutsal Haoma bitkisinin yöresinde yaşadığına inanılırdı. Daha sonraki İran geleneklerinde Simurg ilahiliğin bir sembolü haline gelmiştir. Ayrıca, Sên-Murv/Simurg Pers edebiyatında Homâ olarak tanımlanmış, Arapça'ya ise Rukh olarak girmiştir.

Simurg uçuşa kalktığında, bilgi ağacının yaprakları titrer her bitkinin tohumlarının dökülmesine neden olurdu. Bu tohumlar dünyanın her yanına dağılır gelmiş geçmiş her bitki çeşidinin kök almasını sağlar ve böylece de (bu bitkiler yoluyla) insanoğlunun tüm hastalıklarını tedavi ederler. Simurg'un tüylerinin bakır renginde olduğu söylenmiştir. Her ne kadar başlarda bir köpek-kuş olarak tasvir edilse de, daha sonraları sıklıkla bir insan veya köpeğin başıyla gösterilmiştir. Onun iyilik sever bir doğası olduğu ve kanatlarının bir dokunuşunun her türlü hastalık veya yarayı tedavi edeceğine inanılırdı.

Simurghdetail.jpg

Bebek Zal'ı taşıyan Simurg tasviri


Şahname'de Simurg

Firdevsi'nin epik eseri Şahname'de (Şahların Kitabı) Simurg en tanınmış halini almıştır. Şahname'de Simurg'un Prens Zal ile olan ilişkisi yer alır. Şahname'ye göre Kral Sam'ın oğlu Zal albino olarak doğmuştur. Kral sam albino oğlunu görünce, çocuğun şeytanların tohumu olduğunu düşünüp çocuğu bir dağa terk etmiştir. Çocuğun ağlayışlarını duyan yumuşak kalpli Simurg çocuğu alıp büyütür. Zal her türlü bilgiye sahip Simurg'dan hikmet almış birçok şey öğrenmiştir. Yine de büyüyüp bir yetişkin olduğu zaman insanların dünyasına girmek ister. Simurg çok üzülse de, ona bir tane altın tüy verip gitmesine izin vermiştir. Eğer Zal, Simurg'un yardımına ihtiyaç duyarsa bu tüyü yakacaktır.

Krallığına döndüğünde Zal güzel Rudaba'ya aşık olur ve onunla evlenir. Karısı bir oğula hamile kalır fakat doğum zamanı geldiğinde birçok sorun yaşarlar. Zal karısının doğum sırasında öleceğini fark eder ve tam Rudabah ölüme yakınken Zal Simurg'u çağırmaya karar verir. Ortaya çıkan Simurg Zal'ın bir tür sezaryan benzeri yöntem uygulamasını sağlar ve Rudabah ile çocuğun hayatını kurtarır. Bu çocuk daha sonra en ünlü ve büyük Pers kahramanlarından biri olacak Rüstem'dir.

İslami Dönem

İranlı Sufi şair Ferid ud-Din Attar eseri Mantik ut-Tayr`da (Kuşların Dili) Simurg'u arayan bir kuş sürüsünden bahseder.

Sembolizmde Simurg

Sufi Ferîdüddîn-i Attâr bu kuştan kendini aramanın sembolü olarak söz eder. Batı’da Feniks, İran tradisyonunda Simurg, Orta doğu tradisyonunda Anka kuşu, Türk tradisyonunda Kerkes adını alan bu efsanevi kuşların ortak bir özelliği ölümsüzlüktür.

olarak açıklanır. Feniks sembolizminde kuşun yanması Ayrıca bu kuşlarla ile ilgili anlatımlarda genellikle bir yanma motifi bulunur. Örneğin, Kerkes, Herodot ve Plütark’ın değindiği Feniks’te de görüldüğü gibi, öleceği zaman, bir tür ateş olup kendi kendini yakan ve kendisinden yeniden doğan bir kuştur. Anka ya da Zümrüd-ü Anka Orta doğu tradisyonuna göre, Kaf Dağı’nda yaşar. Bu efsanevi kuş sembolizmlerinde simgelenen başlıca anlamlar, spiritüel aydınlanma ve reenkarnasyoncehenneme iniş deneyimini, yeniden doğması ise arınılarak saf şuur halinin elde edilişini simgelemektedir.
 
Ce: Efsanevi Yaratıklar - Eski Uygarlıklar

Sentor

Sentorlar (Yunanca: Κένταυρος, Kendavros (tekil), Κένταυροι, Kendavri (çoğul)), Yunan Mitolojisinde kısmen insan ve kısmen at görünümlü yaratıklardır.

Efsaneler

Sentor efsanesi at sırtında savaşa giden Türklerden gelmektedir. Sentorun sureti görenlere çok farklı ve ürkütücü gelmektedir. İnkalar'ın, Pizarro ve adamları 1533 'de at üstünde geldiklerinde yanılmış olmaları muhtemeldir. Çünkü inandıkları at ve insan birleşimi canlının gerçek olduğu fikri onları o sırada çok korkutmuştur. Sentor figürlerine dikkatlice baktığınızda gözlerinin çekik olduğunu görürsünüz. Onlar, Orta Asya (Kırgız) Türkleridir. Her nerede bir sentor figürü görürseniz, onun Orta Asya Türk'ü olduğundan şüpheniz olmasın. Bunu günümüz sanat tarihçileri de kabul etmişlerdir.

Bilinen Sentorlar

Sentorler arasında en ünlüleri Nessos, Hiron, Folos, Evritiyon'dır. Hepsi Herakles hikayelerinde geçmektedir. İleos ve Roitos ise, Atalanta'ya saldırı girişimi sırasında Meleager tarafından yok edilmişlerdir.


Şahmeran


Daha çok güney, orta ve doğu Anadolu resminde, masallarında, hikayelerinde rastlanan akıllı ve iyicil olarak tanımlanan bellerinden aşağısı yılan, üstü ise insan, Meran adı verilen doğaüstü yaratıkların başındaki hiç yaşlanmayan, ölünce ruhunun kızına geçtiğine inanılan varlık. Farsça yılanların şahı anlamına gelen "şah-ı meran" dan gelir. Ancak, Şahmeran'a ilişkin tüm efsanevi kayıtlar ve Şahmeran efsanelerine özgü tüm betimlemelerde varlık dişidir.


Akdeniz bölgesinin Tarsus ilçesinde yaşadığına inanılıyor. Aynı isimli bir efsane Mardin yöresinde de geçer. Bu yörede Şahmeran bir resimle tasvir edilir ve Şahmeran ustaları tarafından yapılan tablolar evlerin duvarlarını süsler.
 
Ce: Efsanevi Yaratıklar - Eski Uygarlıklar

Sfenks

Sfenks, kafası koç, kuş, veya insan, gövdesi ise uzanan bir aslan şeklini alan heykel. İlk önce Eski Mısır'da rastlanan Sfenks, eski Yunan mitolojisinde büyük kültürel önem taşımıştır ve ismini buradan almıştır (Yunanca: Σφιγξ, "boğucu"). Sözcüğün Mısırca’daki orijinal biçimi kepes ankh ya da “yaşayan heykel” anlamında şeşep (sheshep) ankh'tır. Sfenkslerin en tanınmışı Büyük Gize Sfenksi'dir.

Mısır sfenksi

Mısır sfenksi antik bir efsanevi yaratıktır. Gövdesi uzanan bir aslan ve kafası genellikle bir firavunun kafasının şeklini alır. Aslanlar güneş ile bağlantıları nedeniyle antik Mısırlılar tarafından kutsal hayvan sayılırlardı.

En büyük ve en ünlü olanı, Gize platosunda Nil Nehri'nin batı kıyısında bulunan Büyük Gize Sfenksi'dir. Gize Sfenksi doğuya bakar ve pençelerinin arasında bir tapınak yer alır. Aslan gövdeli, insan başlı bu Sfenksin uzunluğu 73 metre, yüksekliği 20metre yüzünün genişliği 5 metredir. Bir adıda 'Harmakis' olan Sfenks, doğan güneşi ve firavun için yeniden dirilişi temsil eder. Yüzünün doğuya dönük oluşu, Güneş Tanrısı RA'yı her sabah doğar doğmaz görmesi içindir. Yapıldığı zaman ön ayaklarının arasında kurban için br sunak olduğu kalıntılarda yapılan kazı çalışmalrında ortaya çıkartılmıştır.

Sfenksin yüzünün firavun Kefren'e ait olduğu sanılır ve yapılış tarihini Dördüncü Hanedanlık (MÖ 2723 - 2563) dönemine denk getirir. Fakat bazı alternatif teoriler sfenksin Eski Hanedanlık döneminden önce (hatta bir teoriye göre tarihöncesi) yapıldığını iddia eder. Diğer ünlü Mısır sfenksleri arasında Menfis'in kaymaktaşı sfenksi ve Karnak yakınlarında eskiden dokuz yüz adet olduğu sanılan koç kafalı sfenksler yer alır.

Antik Mısırlıların heykele ne ad verdikleri henüz bilinmiyor. Büyük Sfenks'e Arapça verilen isim, Ebu el-Hôl, "Dehşetin Babası" anlamına gelir. Yunancada Sphinx adı verilmiş olmasına rağmen heykelin kafası bir kadına değil erkeğe aittir.Ayrıca günümüzde bu sfenksin uzaylılar tarafından yapıldığı düşünülmektedir.

Yunan sfenksi

Yunan mitolojisinde yer alan tek sfenks, yıkım ve kötü şans temsil eden, benzersiz bir şeytandır. Hesiod'a göre Çimera ve Ortrus'un, diğer kişilere göre Tayfon ve Ekidna'nın kızıdır (bunların hepsi ktonik figürlerdir). Vazo resimlerinde ve bas kabartmalarında dik oturan sfenks, kadın kafası olan kanatlı bir aslana, veya pençeleri, tırnakları ve göğüsleri aslandan, kuyruğu yılandan ve kuş kanatlarından oluşan bir kadına benzer.
Hera ya da Ares sfenksi anavatanı Etiyopya'dan alıp (Yunanlılar sfenksin kökenini hatırlıyorlardı) Thebes'in dışında oturmasını ve yoldan geçenlere tarihin en ünlü bulmacasını sormasını emreder. O'da emri yerine getirerek gelip geçeni durdurarak onlara bilmeceyi soruyor, bu bilmeceyi çözemeyenleri boğarak öldürür veya oracıkta yerdi.

Sfenksin karşısına Yunan mitolojisinde keskin zekası ve bilgeliği ile tanınan Oidipus çıktı. Canavar Sfenks ona da aynı bilmeceyi sordu: "Hangi varlık sabah dört ayak üstünde, öğlen iki ayak üstünde ve akşam üç ayak üstünde yürür?" Oedipus bulmacayı çözmeyi başarır: "O yaratık insandır. Çünkü insan bebekliğinde ellerini de ayak gibi kullanarak dört ayak üzerinde emekler, yetişkin halinde iki ayak üzerinde yürür ama yaşlandığında yürüyebilmek için bir de baston kullanır yani üç ayaklı olur." Yenildiğini anlayan sfenks kendini yüksek bir kayalıktan atar ve ölür. Hikâyenin farklı versiyonlarında kendini hırsla yiyip yuttuğu söylenir.

Anadolu’daki sfenks kabartma ve heykelleri

Anadolu’daki insan başlı arslan sfenkslerine Hitit, Lidya ve Frigya uygarlıklarında daha çok heykel olarak rastlanır. Bunlardan en ünlüleri, Alacahöyük kent kapısının iki yanına dikilmiş sfenksler ve Zincirli’de keşfedilen Neo-Hitit sfenksleridir.

180px-Alaca_H%C3%BCy%C3%BCk_2.jpg

Alacahöyük Kapı Sfenksi


Benzer yaratıklar

Eski zaman kalıntılarındaki her insan kafalı hayvan sfenks sayılmaz. Örneğin antik Asur'da taçlı ve sakallı kral kafaları olan boğa heykelleri tapınak girişlerinde nöbet tutarlardı.
Yunanistan'ın klasik Olimpiyan mitolojisinde ilahî varlıkların her biri insan şekline sahip olmasına rağmen hayvan biçimine de bürünebiliyordu. İnsan ve hayvan şekilleri bir arada olan tüm mitolojik Yunan yaratıklar, Olimpiyan öncesi inançların kalıntılarıdır: Santorlar, Tayfon, Medusa, Lamia.

Hindu geleneğinde, Vişnu'nun dönüşümlerinden biri olan Naraşimha 'eril aslan' anlamına gelir. Dönüşümün insan gövdesi ve aslan kafası vardır.
 
Ce: Efsanevi Yaratıklar - Eski Uygarlıklar

Şeşe

Azerbaycan Türklerinin inanışına göre, bilinmezler aleminden gelen bir kuştur. Kötücül yapıya sahip olup, yalnızca geceleri uçan bu kuş, daha çok erkek çocuklara zarar verir. Yalnız kalan çocuğu vurup öldürür. Bu nedenle de erkek çocuğun altı aya kadar gözetim altında tutulması gerektiği söylenir. Bu kuşun girdiği evdeki çocuk ölür. Kırkı çıkmamış bebeğin kararıp ölmesi için sadece bir kez üzerinden geçmesi yeterlidir.

Şeşe, vurduğu çocuğu boğazından vurur. Gelip çocuğa zarar vermesin diye çocuğun yanında O'nun adını söylemezler ve çocuğun beleğine iğne saplarlar. İnanışa göre, "Şeşe"yi yakalayan biri, anında öldürmelidir. O'nu öldüren Şeşe Anası olur ve Şeşe'nin vurduğu herhangi bir çocuğun boğazına elini sürerse çocuk kurtulur.



Tekboynuz (Unicorn)

Tekboynuz, mitolojik tek boynuzlu at. Kafasının ortasından düz bir boynuz çıkar. Saf ve masum olduğuna, kanı içildiğinde kişiyi ölümsüz kıldığına, bu nedenle öldürmenin lanet getireceğine inanılan efsanevi bir hayvan. Latince ismi olan Unicorn; "bir-tek" anlamına gelen uni- ve boynuz anlamına gelen cornus sözcüklerinden türemiştir (Türkçe karşılığı Tekboynuz'dur). Yine bir efsaneye göre, sadece bakire kızların yanına yaklaşır ve bu şekilde yakalanabilir.

Bugün herkes Tekboynuz'ların hiç yaşamadığı konusunda hemfikir olsa da, bu görüşün kabulü çok yenidir. Maksimum değerine Orta Çağ'da ulaşan ve o çağlarda bu tür kalıntıların hastalıkları iyileştiren temel ilaçlar olduğuna, zehirlere karşı etkili (panzehir) olduğuna inanılıyordur (özellikle arseniğe karşı). Aslında Tekboynuz'ların tarihi çok daha eskidir, M.Ö. 5. yüzyılın sonlarında Yunanlı bir terapist olan Ctesias Tekboynuz'ların Hindistan'da bulunduklarına dair bir yazı yazmıştır. Ayrıca İncil'de de Tekboynuz'lara değinilmektedir.

Tekboynuz'larla ilgili anlatılanların o zamanda yaşamış gerçek bir hayvana ait olması olasıdır. Ctesias tek bir boynuzu olan Hindistan Gergedanı hakkında birşeyler duymuş olabilir. İncilde bahsedilen de vahşi bir öküz olabilir ve Tekboynuz ismini İbranice'den Yunancaya geçerken değişmiş olması söz konusudur. Tekboynuz'la ilgili diğer bir olası orijin de başının önünde düz bir boynuzu bulunan ve yandan bakıldığında tek boynuzlu görünen bir antilop cinsidir.

Bazı kayıtlarda sözü geçen tekboynuzlar orijinlerinin yüzyılına göre değişik görünüştedirler. Büyük çoğunluğunun vahşi ve korkunç olduğu görüşü yaygınsa da Çin'deki tekboynuz çok iyi olarak tanımlanmıştır. Orta Çağlarda tekboynuz Avrupa'da "süper bir hayvan" olarak ortaya çıkmış ve sanatçıların değer verdiği bir malzeme olmuştur. Genellikle ata benzer ve başının önünde ileri doğru uzanan, spiral bir boynuzu vardır. Tekboynuz'un boynuzu ilaç niteliği olarak kabul edilirdi (özellikle tıbbın etkin olmadığı 17. yüzyıl sıralarında) ve bazen ağırlığınca altın karşılığında değer biçilirdi. 1704 de Valentini 4 değişik tip tekboynuz tespit etmiştir. Fakat yalnızca bazılarını gerçek olarak kabul etmiştir

Avrupa için unicorn inanışını bırakıp bulduklarının fillere ve diğer hayvanlara ait fosiller olduğunu kabul etmeleri için bir yüzyıl daha gerekliydi. Fakat bugün bile tepegözler unutulmuş değildir. Boynuzu halen Almanya'ya bu tür eşyaları satan dükkanlarda ve eczanelerde bir sembol olarak kullanılmaktadır. Ayrıca İngiltere Doğa Tarihi Müzesi'nin mektup kağıtlarının başında tekboynuz resmi bulunmaktadır.
 
Geri
Üst