Genler Neden Yapılmış?

Bilge Gökçen

Yeni Üye
Üye
Genler Neden Yapılmış?
Kromozomlar (genler) neden yapilmislardi? Biyolojide kuskusuz çok önemli bir yeri olan Oswald Avery’nin deneyleri bu soruya çok açik ve parlak bir yanit getirdi. Çalismalari, simdi “moleküler biyoloji” dedigimiz modern çagi açti. 1940'larin basinda Avery, iki tarafli zatürreye (akciger iltihasbi) neden olan bakteriyle ugrasiyordu (penisilin bulunmadan önce, en büyük ölüm nedenlerinden biriyldi bu hastalik).


Yaptigi deneylerde açiklayamadigi sasirtici sonuçlar buldu. Ölü zatürre bakterileri, kötü niteliklerini, zatürre yapmayan türden canli bakterilere geçirebiliyorlardi. Bu, tehlikeli ölü bakterilerin, canli ve zararsiz bakterileri tehlikeli hale getirebilmeleri demekti.Bu nitlik bir defa geçirilince artik kalici oluyor ve bir zamanlar iyi huylu olan bakterilerin gelecek kusaklarina kalitimla geçiyordu. Hastaliga neden olabilme kapasitesi bir veya bir grup özellekten kaynaklanir. Bu özellikler, genler tarafindan kontrol edilir ve kalitimla geçirilirler. Avery, ölü baterilerin parçalandiklarini, vücutlarinin bilgi tasiyan kimyasal maddeler çikardigini, canli baketirelirn de bulari besin olarak kullandiklarini düsündü. Yani genler, canli bakterilere girip onlarin kalitimlarini belirtiyorlardi. Avery ve arkadaslari, bu gene benzer maddeyi kesin olarak belirlemek üzere çalismaya basladilar.
Insan, Tip bilimi için, genlerin kimyasal özelliklerinin bulunmasindan daha önemli bir problem olabilecegini düsünüemez. Ancak bu kesinlikle insanlar, hatta hayvanlar üzerinde de incelenebilecek bir problem degildi. Neyse ki zatürre yapan bakteriler, Avery’e uygun bir sistem getirdiler. Bu iyi ve degerli bir model-deney sistemi örnegi olusturuyordu. Aslinda, bütün genetik bilgi birikimi, 100 yil önce Gregor Mendel’le baslangicindan bugünkü arastirmalara kadar, büyük ölçüde basit deney modellerine dayanir. Bezelyeler, meyve sinektleri, ekmek küfü ve bakteriler... Avery’nin üzerinde çalistigi bakteriler geretik olarak birbirinin tipkisiydi. Baska cinslerle karismamis, safkan bakterilerdi bunlar. Hizla üreyebiliyorlardi öyle ki kalitim özelliklerini birçok kusagin üzerinde izlemek olanakliydi. Zatürreye neden olma yetenekleri, farelere verilerek kolayca ölçülebiliyordu. Avery’nin yaptigi önemli deneyleden biri, probleme açik bir yanit getirdi. Ölü bakterilerden dagilan bir molekül karisimini aldi ve içine DNA’yi “bozan” bir enzim ekledi. DNA’nin bozulmasi, karisimin zararsiz bakterileri zararli bakteriye çevirebilme yetenegine bir son verdi. Buna ek bir deneyle Avery ve arkadaslari, zararsiz bakterileri hastalik yapan bakteriye çeviren maddenin “deoksiribonükleik asit” veya DNA oldugunu kanitladilar.

DNA: Deoksiribonükleik Asit
Aslinda, DNA’yi Avery bulmadi. Bu isi, Avery’den altmis yil önce Friedrich Miescher adinda bir arastirmaci yapmisti. O ve onu izleyen bilim adamlari bu konuda bir sürü kimyasal bilgi toplamislardi. DNA’nin zinci seklinde birbirine bagli, büyük miktarlarda fosforik asit içeren “nükleotid” denilen moleküllerden olustugu biliniyordu. Bunlar, o zamana kadar hücrede bilinen en büyük moleküllerdi. Avery, DNA’nin kalitimin temel maddesi oldugunu gösterdi. Baska ir deyisle “bir seyi kalitimla geçirmek demek, bir parça DNA aktarmak demektir”. Genler DNA’dir. Bilgi DNA’dir ve DNA bilgidir.
Avery’nin ispatindan beri, DNA konusunda bilinenler öyle sasirtici bir hizla artti ki, 1960'larda artik bilginin DNA’da nasil kodlandigini bu bilginin nasil hücre maddesine dönüstügü ve DNA’nin gelecek kusakla paylasilmak üzere nasil kopya edildigini biliyorduk. Bu zorlu yarisa bir çok bilim adami katildi; ama James Watson ve Francis Crick ’in DNA’nin dogru yapisinin ikili sarmal, yani içiçe dönen iki zincir oldugunu düsünüp bulmalari en büyük asamalardan biridir.

Öyleyse iste DNA’nin temel özelliklerine bakalim:
1.Molekül zincir seklindedir( Degisik basit molekül çesitlerinin birbirine eklenmesinden olusmus zincir seklindeki madde)
2.Olaganüstü uzun ve son derece incedir.Hücrenin çekirdegi 100 kere büyütülseyydi asagi yukari igne ucu büyüklügünde olacakti, yani gözün ancak seçebilecegi kadar. Ite bu küçücük çekirdek içinde katlanmis durumda bulunan DNA açilirsa, boyu, bir futbol sahasinin boyu kadar olur.

3. Zincirde dört çesit halka vardir (nükleotid denilen moleküller). Isimleri adenilik asit, guanilik asit, sitidilik asit ve timidilik asit; kisaltmalari A. G, C ve T.
4. Bu dört tür halkanin baglanma biçimi, adi bir zincirin halkalari gibi birbirinin aynidir.
5. Halkalarin sasmaz bir düzeni vardir, bu kitaptaki harflerin düzeni gibi.
Bundan sonra, zincirler üzerine söyleyecek çok seyimiz olacak. Bir zinciri her resimleyisimizde, buradaki bes biçimden hangisi en uygun, en açiklayicisiysa onu kullanacagiz. Kuskusuz, gerçek zincirlr bizim resimlerde gösterdiklerimizden çok daha uzundur.

DNA = Dil = Bilgi
Simdi dört çesit halkasi olan bir zincirimiz olsa ve bunun yeni bir bireyin olusmasi için gerekli bütün bilgiyi içerdigini bilsek, bu sirrin halkalarin siralanmasinda veya düzenininde yattigi sonucunu çikarmamiz gerekir.

Zincirin bu kadar çok anlam tasimasinin baska bir açiklamasi olamaz. Bilgi, böylece harita veya plan olmak yerine, düz bir yüzey üzerinde iki boyutlu bir seye, daha dogrusu tek boyutlu “yazili” talimat dizinine dönüsür. Burada dille-benzetme (analoji) yapilabilir.DNA alfabesinin dört harfi var, ama bunlarla yazilabelecek mesajlarin sayisi sonsuzdur. Tipki iki harfli Mors alfabesiyle (nokta-çizgi) söylenebileceklerin sinir olmadigi gibi.

Kitaplardaki harfler kagit üzerindeki yerlerine göre diziler halinde baglanmislardir. DNA içindeki dört nükleotid halkasi ise gerçek kimyasal baglarla dizi halinde baglanmistir. Belli bir organizma içindeki toplam DNA’da bir kitap gibi düsünülebilir. Bu kitapta, bütün harfler, deyimler, cümleler ve paragfraflar bir zincir olusturacak biçimde birbirine eklidir. Organizmanin bütün bölümleri ve bütün islevleri böylece tanimlanir. Bu organizmanin özdes bir ikizi varsa, o da ayni DNA’lari içerir, ayni kitaptan bir tane daha diye düsünülebilir; ne bir harf, ne bir sözcük farklidir ikisi arasinda. Ayni türün baska bir organizmasi da, gramerda sik sik ve göze çarpici farklar oldugu halde, benzer bir kitabi olusturur. Degisik türlerin kitaplari, içlerinde bir sürü benzer cümleler de olsa oldukça degisik öyküler anlatirlar.

Yukaridaki benzetmede zincirin parçalari olan genler, asagi yukari cümlelerin krsiligidirlar. Bir gen, organizmanin belirli bir yapisini olusturan veya islevini gören bir harf (nükleotid) dizidir. Genler, çok uzun bir DNA molekülünde arka arkaya eklenmis cümleler gibidirler.

Bir Insan Olusmasi Için Ne kadar Bilgi Gerekli?
Bilginin ne oldugunu gördükten sonra isterseniz, canlilari olusturmak için ne kadar bilgi gerektigi üzerine kabaca bir fikir edinelim:

1. Bir bakteri, canli yaratiklarin en basitlerindendir, 2 000 civarinda geni vardir. Her gen 100 civarinda harf (halka) içerir. Buna göre, bir bakterinin DNA’si en azindan iki milyon harf uzunlugunda olmalidir.
2. Insanin, bakteriden 500 kat fazla geni vardir.Öyleyse DNA en azindan bir milyar harf uzunlugundadir.
3. Bir bakterinin DNA’si bu hebsaba göre, her biri 100.000 kelimelik 20 ortaama uzunlukta romana, insanin ki ise bu romanlardan 10.000 tanesine esittir!

Dilden Maddeye
DNA dilinin anlami, belirli bir canli organizmayi tanimlamasindadir. Baska bir deyisle genler, maddenin, yasamin gerçek özünün, gerçek canli unsurun yaratilmasi için gerekli bilgiyi verirler. DNA dili fizik olarak yasamaya, nefes almaya, hareket etmeye, et üretmeye nasil çevrilebiliyor? Bu soruyu yanitlamadan önce, nelerden yapilmis oldugumuzu bilmemiz gerekir.

Proteinler
Bu konu zor görünebilir ama aslinda öyle degil. Bizi olusturan en önemli malzeme proteindir denilebilir. Diger yapi maddelerimiz (su, tuzlar, vitaminler, metaller, karbohidratlar, yaglar vb.) proteinlere destek olmak üzere bulunurlar. Proteinler yalnizca kütlemizin (suyu saymazsak) çognu olusturmakla kalmayip, ayni zamanda vücut isimizi, hareketlerimizi ayarlarlar, düsüncelerimizin ve duygularimizin da temelini olustururlar. Kisacasi bizi olusturan ve yaptigimiz her sey proteinlere dayanir. Örnegin, kendimi gözlüyorum: bütün kütlesi proteindir; ne görüyorsam (kürkü, gözleri, hareket etmesi bile) proteindir.

Içindeki her syey de proteindir. Ayrica kendime çok özel bir kisilik veren hersey de özel proteinlerle belirlenmistir. DNA’nin yönlendirilmesiyle yapilan proteinler birey olmanin, tek olmanin, bütün türlerin fiziksel temelidir. Metal, otomobil için neyse, protein bizim için odur. Otomobilde baska malzemeler de vardir; ama yapiyi ve islevi saglayan en önemli eleman metaldir. Hem görünüsü, hem de isleme yetenegini belirler. Bir arabanin digerinden farkini; biçimini, niteligi ve metal kisimlarin durumu belirler.
Simdi, yeni bir soru ve baska bir ayrintili inceleme için haziriz. Proteinler neden yapilmislardir?

Iste özelliklerinin listesi:
1. Zincir moleküldürler.
2. Uzundurlar ama DNA kadar degil.
3. Yirmi çesit protein halkasi vardir. Bunalara amino asitler denir.
4. Yirmi birimin de baglanti biçimi tamamen aynidir.
5.Yirmi birimin veya halkanin düzeni veya dizilis sirasi hassas ve kesindir.
Bu düzen, hangi protein oldugunu ve sonuçta islevinin ne oldugunu belirler.
Amino asitler, isimlerinin ilk üç harfi eklenmis zincir halkalariyla gösterilirler. Yirmi amino asit sunlardir: fenilalanin, leusin, izoleusin, metyonin, valin, serine, prolin, treoinin, alanin, tirosin,histidin, glutamin, asparajin, lisin, aspartik asit,glutamik asit, sistein, triptofan,arjinin,glisin.

Çeviri
Bu bes özelligin DNA zincirininkine ne kadar benzedigini gördünüz. Halkalari özel bir düzende olan zincirler, protein alfabesinde yirmi çesit harften olusuyor;DNA alfabesinde ise dört harf var. DNA bilgisinin protein maddesine dönüsmesinin aslinda dildeki gibi bir çeviri islemi oldugu hemen görülebilir. Dört harfli bir alfabedeki harf dizisinden, yirmi harfli bir alfabenin harf dizisine geçilmektedir. Mors dilinden (iki harfli nokta-çizgi alfabesinden) Ingilizce gibi yirmisekiz harfli alfabesi olan bir dile çeviri yapmaya da benzetilebilir bu.

Bütün olan biten aslinda bu kadar.Hücerelerin protein zincirleri içinde binlerce çok ufak, son derece basit çeviri makinesi var. Bunlara “ribosomlar” deniyor. Su sekilde çalisirlar: Önce DNA bilgisinin bir bölümü, bir gen, bir enzim (bu islemin hizlanmasina yardim eden bir protein) tarafindan kopye ediliyor. Mesajci RNA (mesajciribonükleik asit) dernilen bu gen kopyasi da bir zincirdir. RNA molekülleri,DNA moleküllerinin hemen hemen ayni zincir moleküllerdir; ama onlar kadar uzun degildirler. Bir DNA molekülü bir çok geni içerir, bir mesajci RNA molekülü ise yalnizca bir tek genin kopyasidir. Bu RNA moleküllerine “mesajci” denir, çünkü genin mesajinin, ribosomlar yolu ile DNA’nin hücredeki yeri olan çekirdekten proteinlerin yapildiklari hücrenin çekirdek disindaki kismina (stoplazma) tasirlar.

Gen kopyasi mesajci RNA bir ucunu ribosoma baglar,
Ribosom okuyucudur;mesajci RNA’nin içindeki nükleotidlerin (harflerin) dizilisini okur; ama bildigimiz anlamli bir sözcük çikarmak yerine protein çikarir. Bu su sekilde gerçeklesir: Özel enzimler amino asitleri “transfer” RNA (tRNA) denilen küçük bir RNA molekülüne baglarlar. Yirmi amino asitin her biri özel RNA molekülüne baglanir.
Amino asite baglanmis tRNA’lar kendilerini ribosoma yöneltirler.

Ribosom, gerekli tRNA’yi (bagli amino asitlerle birlikte) o anda mesajci RNA’dan okudugu deyimlere uygun olarak seçer. Yani egere ribosom mesajcidan ala amino asitini (alanin) belirleyen bir grup nükleotid mesajini okumussa, bu amino asitin bagli oldugu gruba uygun nükleotidleri olan bir tRNA seçer. Mesajci nükleotidin, belli bir amino asite uygunlugu, nükleotidlerin dogal uygunluk iliskisine dayanir.Mesajci üzerindeki her nükleotid dizisi, transfer RNA üzerindeki uygun nükleotid dizisiyle mükemmel bir sekilde eslesir. Her yeni aminoasit ve onun tRNA’si ribosoma gelip uygun biçimde yerlestikçe, amino asit kendisenden önce ribosoma gelmis olan amino asitle kimyasay olarak birlesir.
Böylece, halkalar sirayla birer birer baglanir. Ribosom mesaji okudukça protein zincirinin boyu durmadan inin okunma ibitince, bütühn protein halkasi serbest birakilir.

Böylece yeni bir protein dogmus olur. Bir genboyu DNA’nin içindeki nükleotid dizilisi, bir protein içindeki amino asit dizisini tam olarak belirler. Bir gen, bir protein. Bir gen; bir protein kavrami bizim proteinlerin nasil olustugunu ögrenmemizden çok uzun zaman önce bulunmustu.1930'larda ekmek küfü üzerine bir dizi parlak deney yapan biyokimyaci George Beadle, bir teks gen içindeki degisikyiklerin, bir tek proteinde bozulmaya yol açtigini göstermisti.Buna dayanilarak yapilan çcalismalar bakteri kullanilarak ilerletildi ve genisletildi. Bu büyük çalisma ve burada anlatacagimiz niceleri, herman Müller’in 1920'lerdeki DNA’daki degismelerin (mutasyon), istenildiginde canli sistemleri x-isinlarina tutarak saglanabalecegini gösteren önemli bulusu olmasaydi basarilamazdi. DNA, bir hücrdede bulunan degisik p;roteinler kadar gen içerir (bakteride 2000; insanda 200.000).

Protein yapan makinenin bu çeviri islemindeki sasmayan hatasizligi,kuskusuz dikkate deger. bir hücrenin yasamasi için gerekli binlerce proteinin üretilmesinde ancak bir-iki yanlisligüa yer olabilir. Insanlarin yahptigi hiçbir makine, bunun gibi 200 romana esdeger bir yaziyi bu kadar az yanlisla yazamaz.

t-RNA’nin Bulunmasi
Hocam Paul Zamecnik ve ben, 1956'da transfer RNA’yi birlikte bulduk ve neye yaradigini açikladik. Zamecnik daha önce ribosomlarin, üzerinde proteinlerin biraraya getirildigi strüktürler oldugunu göstermisti.Ben de bu tarihten bir yil önce amino asitlerin özel bir dizi enzimle aktif hale getireilebildigini (yani diger amino asitlerle reaksiyona hazirlandigini) kanitlamistim (bu dördüncü bölümde anlatiliyor). Ama arada eksik bir sey vardi: amino asitlerin baglanabilecegi ve onlara , mesajci RNA’larin gösterdigi yerlere yerlestirilmelerini saglayan kimligi kazandiracak bir sey.

Paul Zamecnikle birlikte, hücreler içinde amino asitlere önemli bir yatkilnigi olan, yani onlarla olagandisi bir siklikla baglanabilen küçük RNA molekülleri oldugunu gördük. Proteinin yapilisnida ki eksik olan halkayi buldugumuzu hemen anladik. Bir sürü yogun ve zevkli deneyden sonra, ondan sonraki yilin sonlarina dogru,tRNA’nin protein yapimina katilim yönteminin size daha önce açikladigim oldukça tam bir resimini elde ettik.
 
Zincirlerden Üç Boyutlu Varliklara
Buraya kadar öykü yeterince doyurucu; canli mekanizmalar, zincirleri dil olarak kullanirlar. Plandan bitmis üretime geçmek, basit bir çeviri isidir. Ama hala asmamiz gereken bir engelimiz var. Çeviri bir simgeyi baska bir simgeye, tek boyutu tek boyuta, bir zinciri baska bir zincire, nükleotitleri amino asitlere dönüstürülüyor.

Zincirden “maddeye” nasil varabiliriz?
Protein moleküllerinin görevlerini yerine getirmelerine, dokunabildigimiz, kavrayabildigimiz seylere, tohumlara, çiceklere, kurbagalara, size, bana bir boyuttan üç boyuta siçramak zorundayiz demek ki.
Yanit, protein zincirleri içindeki halkalarin yani aminoasitlerin özelliginde yatiyor.

Protein molekülleri, zincir olduklari halde asilinda (fiziki olarak) gerçek zincirlerde oldugu gibi üç boyutlu yapilardir. Proteinin yirmi degisik amino asiti, etkisiz simgeler degildirler. Herbirinin kendine özgü kimyasal özellikleri vardir. Bazilari zincirdeki ikiz esleriyle kimyasal baglar yapmayi yeglerken, bazilari daha çok asit, bazilari da alkali özelligini gösterir. Kimi suyu aramak egilimindeyken, kimi de sudan kaçar. bazilari öyle biçimlendirilmislerdir ki zinciri bükebilirler. Birkaç tanesinin de bir proteinin yalnizca bir tek ise yaramasina katkida bulunacak özel marfetleri vardir.Bu amino asitler zincirdeki yerlerine göre zincirin son biçimini belirler. Zincirler tamamlandiklari zaman, bir çesit ip yumagi olusturmak için kendi kendilerine içiçe dolanip katlanirlar. çözülmüs zincirdeki amino asitlerin “sirasi”, molekülün katlanmak için hazir oldugu zaman nasil davranacagini, ne yapacagini “sasmaz” bir sekilde belirler. katlanma biçimi de protein molekülünün seklini, özelliklerini, islevini belirler.

Kas proteinler için, bir gen, protein yapar makinelere son bitmis biçiminde katlanabeilecek ve komsu liflerin üzerinedn kayabilecek çok uzun bir protein zinciri yapmasini emreder. Böylece kisalabilen uzun lifler olusur. kan hücrelerindeki oksijen tasiyan protein zinciri hemoglobin, özel bir üç boyutlu katlahnma biçimine sahiptir. Böylece yalnizca kendisine özgü bir yolla oksijeni tutma ve serbest birakma islevini yerine getirebilir. Sonuç olarak herbirini siralanisi, genler içindeki nükleotidlerin siralanisiyla belirlenmis binlerce protein zinciri, özel biçimlerde katlanip, özel islevler elde ederler.

Düzen Yaratmak, Çogu Kez Zincir Yapmaktir
Birinci bölümde düzen konusunda söylediklerimizi hatirlayin: Yasam, sürekli düzensizlige giden bir evrende düzene yönelik çalisir.Simdi bunun ne demek oldugunu çok daha açikça görebiliriz. Canli olmak, daha önceden sasmaz bir kesinlikle tanimlanmis bir düzenle, halkalari zincire eklemektir. Düzen bir defa kurulunca, son biçimin ve islevin elde edilmesi hemen hemen kendiliginden gelir diye düsünülebilir. Isterseniz, bir parçayi bir baska parçanin önüne koymak kendiliginden sonuca götürüyor diye düsünebilirz bu düzeni.

Zayif Kimyasal Baglantilarin Önemi
Hücrelerin önemli molekülleri yani DNA,RNA ve proteinler üzerine yapilan bir çalismadan çok ilginç bir genelleme ortaya çikmistir. Aslinda “zayif” kimyasal baglantilar, yasam için son derece önemil islevler tasirlar.Güçlü baglantilar (saglam kovalent baglar), amino asitleri protein içinde birbirine baglayanlar cinsinden veya RNA ve DNA içinde nükleotidleri baglayanlar cinsinden olanlardir.Bunlar zincirin her halkasinda komsuyu sikica tutarlar. Zayif baglantilar ise bütün büyük zincirlerde katlanma noktalarini belirleyen ve molekülün biçimini saglayanlardir. DNA’da iki zinciri,çift sarmali olusturmak iççin birarada tutan nükleotidler arasinda zayif halkalar vardir. Bunlar ileride görecegimiz gibi RNA üretiminde çok greklidirler. Proteinin içinde,onu islevine uygun katlanmis biçimlerde tutan amini asitler arasindaki bagalantilar da zayiftir. Ribosomlar üzerinde yeni protein yapiminda,transfer RNA üzerinde tamamlayici biçimdeki nükleotidlere uydurarak,tam yerlerini “bulurlar”. Bu önemli baglantilarin özelligi,zayi oluslari yüzünden çok kisa sürmeleridir. Görevlerini yaparlar ve sonra kolayca çözülüp yeniden kullanilabilirler.

Hayatla Içli Disli Cansiz Varliklar: Virüsler
Virüsler ya da DNA’li ya da RNA’li proteinden yapilmislardir. Yani ya DNA ya da RNA biçiminde bilgiyi içerirler ve protein biçiminde birsyelerin yerine geçebilen bir kimlikleri vardir. Ama yardimcisiz kendi kendilerine üreyemezler. Yardim canli hücereler tarafindan saglanir. virüsün proteinleri,onun bir hücre bulup içine girmesine yol açar. Virüs, orada kandini üretecek makinalari;hücrenin makinalarinin bulur. Üreme isini tamamladiktan sonra kendisi ve yeni virüsler,ayni tatsiz isi baska hücrelerde yinelemek üzere o hücreden çikarlar.Bu olaylar sirasinda virüs,”ev sahibi” hücreyi öldürebilir,ona zarar verebilir,degistirebilir veya hiçbir sey yapmaz;bu virüsün ve hücrenin cinsinei baglidir. Bir virüsün hücrede neden olabilecegi önemli bir degisiklik de onu kansere dönüstürmesidir. Bu esrarli olay, en son kanser arastirmalarindaki yogun çabalarin temelinde yatlmaktadir. Hücrelerden daha basit olduklari halde,virüslerin daha ilkel olmadiklarini saniyoruz. çok uzak geçmiste bir zaman, normal hücerelerine parçalariyken kopup kendi asalak “yasama” biçimlerini kurmus olmalari mümkün görünüyor. Virüslerin bagimsiz olarak üreme yetenekleri olmadigi için kendi baslarina canli olduklarini düsünemiyoruz.

Ölümlülük ve Ölümsüzlük
Simdi,bir bireyin yaratilmasinin bir dizi yazili talimat gerektirdigini biliyoruz. Bunlar milyonlarca yildir dikkate deger bir baglilikla tekrar tekrar kopye edilmislerdir; ama her birey yalnizca birkaç on yil içinde yasar ve ölür. O zaman bu talimatlarin ölümsüz olup olmadiklarini sorabiliriz. En azindan bir biyolog için her hangi bir sey ne kadar ölümsüz olabilirse,genetik bilgi de o kadar ölümsüzdür diyebiliriz. Aslinda ölümlü her birey,gelecek kusaklara geçirilecek tarifnamenin geçici koruyucusudur;sopanin DNA oldugu bir bayrak yarisinda kosucu... Bir birey yasaminin,ancak atalarindan çocuklarina geçirdigi bilgi kadar önemi (Hayatin Kökleri, s:35) vardir. Bazi güveler agizsiz dogarlar ve dogduklari andan baslayarak açiliktan ölüme mahkimdurlar.
Tek islevleri,çiftlesip daha çabuk yumurtlayarak güve bilgisini gelecek kusaga geçirmektedir.
Eger DNA ölümlünün ölümsüzlügü ise,insanlari inatçi meraki,daha ötesini de sormadan edemez;Bütün bunlar nasil basladi?

Baslangiç
Hangisi önce geldi, tavuk mu yumurta mi? Bu çok duyulmus bir sorudur ama yanitlanamaz. Yanitlanamamasinin sebebi “tavuk yumurtadan, yumurta tavuktan vs.” diye zaman içinde bitmez tükenmez bir geriye dogru sayis gerektrmesi degil, bu sekilde geriye giderken biriken küçük degisikliklerle tavugun tavukluktan,yumurtanin da yumurta olmaktan çikmasidir.Tavugun bir milyar yil gerilere giden soy agacini incelersek;tüylü arkadasimizi,hayal gücümüzü ne ölçüde zorlarsak zorlayalim adina “tavuk” diyemeyecegimiz atalara baglayan bir degisimle karsilasiriz. Benim tahminim, bir milyar yil önceki tavuk atasinin her halde,toplu igne basindan küçük ve okyanusta yasayan bir yaratik oldugu. Kendi soyumuzu gerilere dogru izlersek,yine buna benzer bir sonuçlar karsilasiriz.
Ne kadar geriye gidebiliriz? Bir baslangiç oldugunu düsünmemiz gerek. Bundan önçeki bölümde sözü edilen,DNA’nin ölümsüzlügünü benzetmesine simdi daha iyi bir perspektiften bakmaliyiz.Dünyamizin simdiki canli biçimlerini dogracak tüm bilgiyi tasiyan bu kocaman moleküllerin,çok uzak bir geçmis zamanda, alçakgönüllü bir baslangiçlari olmasi gerek.

En iyi tahminlere göre yasam; bundan üç milyar yil önceki Dünya'da basladi.Üç milyar yil önce Dünya'miz iki milyar yasindaydive canlilari barindiracak kadar sogumay baslamisti.Son derece küçük ve oldukça basit deniz yaratiklarinin iki milyar yildan daha eski fosilleri var. Bu fosillesmis yaratiklarin atalari herhalde daha da küçüktü.. En ilkel canli biçimi, belki de bugün bolca bulunan basit tek hücreli canlilara hiç benzemeyen bir tek-hücreydi.

Öyleyse bizim yogunlasacagmiz soru su: bir hücre,yasamaya ilk olarak nasil baslamis olabilir, bu asama nasil mümkün olabilir? Soru”hücre nasil yasamaya basladi?” degil;bu hiçbir zaman yanitlanayacak bir sorudur. Çünkü bu olaya taniklik edecek kimse yoktu o zaman; ama yasamin nasil olusabilecegini sormak hakkimizdir. Akillica tahminler ve olasilikilari gösteren deneyler yapabiliriz.

Gerekli Maddeler
Jeologlarin, paleontologlarin, fizikçilerin,biyologlarin çalismalarina dayanarak,dünyanin üç milyar yil öncesi nasil bir yer olabilecegi konusunda oldukça iyi bir fikrimiz var. Bilim kurgu kitaplari ve filmelri olayi çok canli ve belki de dogru resimliyorlar;lav ve kayalardan olusmus,gri, tümüyle kisir,hiç yesili olmayan manzaralar,patlayan yanardaglar,sivri dag tepeleri,buharlasan denizler,alçak bulutlar,arada çakan simseklerle gürültüyle parçalanan ve sürekli yagan yagmurlar. Herhangi bir canli tarafindan görülmemis ve duyulmamis olaylar. Kuskusuz bu, sizin ve benim için çok sefil bir ortam olurdu. Ürkütücü Ama yasamin baslangici için iyi bir düzendi. Herseyi harekete geçirmek için gerekenler sunlardi:

1. Ilik bir ortam
2. Çok miktarda su
3. Gerekli atomlarin kaynaklari/karbon,hidrojen,oksijen,nitrojen ve fosfor)
4. Enerji kaynagi.

Su ve isi, sorun degildi. Dünya sogurken, milyonlarca yillik yagmur okyanuslari doldurmus hala sicak olan Dünya bu okyanusyari isitmisti. Simsekler bol bol enerji sagliyorlardi. Bulutlar aralandigi siralarda da Günes’ten ulraviyole isinlari geliyordu(Bu isinlar o zaman simdi olduklarindan çok daha güçlüydüler, çünkü atmosferimizi sarran ozon tabakasi henüz olusmamisti. Ozon, yeryüzünde bitki yasaminin sonucu olarak yavas yavas birikmis bir oksjijen tabakasidir. Bu tabaka ultraviyole isinlarini geçirmez).

Bu kosullar;kuskusuz baslangiçta,en basit birimlerin,bilgi zincirlerinin (DNA) ve hücre maddesi zincirlerinin (protein) olusmasi için yeterince basitti. Ama zincirlerimiz olmadan önce halkalarimizin olmasi gerekir. Önce DNA nükleotidleri ve proteinlerin amino asitleri olusmalidir. Bildigimiz gibi, bu halkalar ufak moleküllerdir. Bunlar, karbon, hidrojen,oksijen,nitrojen ve fosfor elementlerinin kimyasal olarak baglanip düzenlenmeleriyle olusurlar.

Basit Moleküllerin Dogusu
Öyleyse iste senaryomuz: Deniz suyunda erimis karbon,hidrojen,oksijen,nitrojen ve fosfor içeren basit bilesikler, ultraviyole isinlari ve simseklerle sürekli bombardiman edilmiyorlar. Bu arada bir kismi kalici ve dengede olan,degisik kombinasyonlara da zorlaniyorlar.

Islem yüz milyonlarca yil boyunca sürerken,denz, elemanlarinin degisik kombinasyonlari yönünden giderek zenginlesiyor. Yeni moleküller,bu arada nükleotidler ve amino asitler birikiyor. Sonunda denizin son derece bol ve bütün yeni molekül çesitlerini içeren koyu bir çorbaya dönüstügüü bir zaman geliyor.

genbilim.com
 
Geri
Üst