Kabİr Hayati

gülgüzeli

Yeni Üye
Üye
Kabİr Hayati
Kabir hayatına veya kitabımızda belirtildiği gibi kabirdeki durumlara gelince ey kardeşim! Bilmelisin ki Allah her ikimizi de, beni de seni de muvaffak kılsın, başarı imkânını versin. Cenaze kabre konulup defin işlemi bittikten sonra, artık ka­birde Münker ve Nekir adı verilen iki meleğin sorgusuyla kar­şı karşıya kalır. Kabre konulan kişi, kendisini getirip kabre bırakanların oradan ayrılırlarken ayak seslerini duyar. Çünkü artık kabre konulup sorgu işlemi başlaması amacıyla ruhu kendisine yeniden dönmüştür. Çünkü kendisini sorgulaya­cak olan melekler karşısında sorulanları anlayabilmesi için duyu organları, ruhu ile birlikte bedene dönmüştür. Böylece kendisine sorulanları anlayabilsin ve buna göre onları ce­vaplamış olsun.Buhari ve Müslim’in Enes’ten rivayete göre Peygamber (as) şöyle buyurmuştur:
Şüphesiz kul kabrine konulup onu oraya koyan ar­kadaş ve yakınları kabrin başından ayrılıp giderlerken, kabre konulan kişi ayrılanların ayak seslerini işitir. Kabre koyanlar oradan ayrılırlarken iki melek gelir ve onu oturturlar ve kendisine şöyle sorarlar; Sen şu Muham­med denen adama hakkında ne dersin, diye sorarlar. Eğer ölen mümin biriyse, cevabışöyle olacaktır: Onun Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim. Bunun üzerine melekler ona: Hele cehennemdeki yerine bir bak, Allah bunun yerine sana cennetten bir yer verdi, derler. Böylece o kişi hem cennetteki yerini ve hem cehennem­deki yerini görür, o iki melek tarafından her iki yeri de kendisine gösterilmiştir. Böylece kabrinden kendisine oraya doğru bir kapıılır.
Eğer kabre konulanlar kâfir veya münafık biri ise, bunlar meleklerin sorularına, bilmiyorum diye cevap ve­receklerdir. O ben de herkesin söylediği gibi söylerdim, der. Bunun üzerine kendisine, “Bilmez olaydın, okumaz olaydın” denir. Sonra da melekler ona, ellerindeki de­mirden bir tokmakla iki kulağının arasına, ensesine bir tokmak indirirler ki, bu darbenin şiddetinden dolayı attığı çığlığı insan ve cinler dışında ona yakın olan herkes du­yar.[1]
Kabirde ruhun bedene tekrar dönmesi ve orada ölenin diriltilmesi olayı, bizim mahiyetini pek anlayamayacağımız bir olaydır. Çünkü bu olay ahiret hayatını ilgilendiren bizim ise anlatmaktan aciz kaldığımız bir konudur. Beşer aklı bunun mahiyetini kavramaktan acizdir, bunu ihata edip kavrayamaz da. Tıpkı şehit düşenlerin hayatı gibi eğer buna iman gereki­yorsa durum böyledir. Çünkü şehitlerin hayatıyla alakalı ola­rak Kur’an’da ayet vardır ve ayrıca bu konuya ilişkin olarak elimizde sahih nass yani delil bulunmaktadır. Nitekim Celaluddin Süyuti der ki:
Cumhura yani âlimlerin çoğunluğuna göre hepsi dirilir bunların. Gelen eserlerin zahirine bakılırsa, bunların bir kısmı değil, hepsi dirilir.
Kardeşim şunu iyi bil ki, Münker ve Nekir denilen o iki melek ölenin yanına çok korkunç ve ürpertici bir suretle ge­lirler. Bu iki melekle ilgili olarak Ahmed b. Hanbel şöyle bir tanıtım getiriyor, diyor ki bu melekten siyah ve mavi renkte­dirler. Bunlardan birinin alt dudağı ta göksüne kadar sark­mış, azı dişleri ise neredeyse yeri yaracak kadar uzamış bir haldedir. Bunlardan birinin elinde bir kamçı bulunmaktadır. Eğer insanlar ve cinler onu kaldırmak için bir araya toplan­salar onu asla yerinden bile oynatamazlar.
İşte bu iki melek bu şekil ve surettedirler. Çünkü her ikisi de Allah’ın kullarını denemek için görevli bulunmaktadırlar. Takva sahibi mümin bir kulu, Allah cevap vermede sebat sahibi kılar, cevap vermek için onun kalbine Allah öyle bir güç katar ki, sorulan sorulara hiç çekinmeden cevap verir. Mümin o iki melekten korkmadığı gibi kılı bile kıpırdamaz, herhangi bir ürpertiye kapılmaz.
Kâfir ve Münafık olan kişi ise, kabirde onları görür gör­mez korkup ürpermeye başlar. Herhangi bir cevap vermeye güç yetiremezler. Korkudan adeta ödleri patlar. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
Allah Teala sağlam sözle iman edenleri hem dünya hayatında, hem de ahirette sapasağlam tutar. Zalimleri ise Allah saptırır, Allah dilediğini yapar.” (İbrahim, 14/27)
Buhari ve Müslim’in Bera b. Azip’ten rivayetlerine göre, Bera Peygamber’in (as) şöyle buyurduğunu söylemiştir:
Ahirette, sağlam sözle iman etmiş olanlardan kasıt, kabirde söz konusu iki meleğe cevap vermeleridir.[2]
Abdurrahim Ber’i de diyor ki:
Herkesin bir günü var biter eceli onda
Ölüm, dar bir kabir, döndürülür onda
Münker ve Nekir sorguya alırlar
Cevapta şaşıranı hesaba çekerler
Şunu da bilmelisin ki, ölü kabre konulup üzerine de top­rak serpilip kabri düzeltilince, adı geçen iki melek ona gelir­ler.[3]
Bu iki melek mümin olan kimseye ayakları tarafından gelirler. Böyle bir anda hemen namaz ibadeti karşılarına diki­lir. Ayakları namaz adına konuşmaya başlayarak, sizin bu­rada işiniz yok, uzak durun bu adamdan. Çünkü bu adam Allah rızası için benim üzerimde uzun bir müddet ayakta dikilip kaldı.
Bu defa o iki melek ölenin başı tarafından ona gelirler. Bu anda da oruç ayağa dikilir ve ağız oruç adına söze başlar. Bu adamdan uzak durun, Sizin bura bir işiniz yoktur. Çünkü bu adam uzun bir süre sırf Allah rızasını elde etmek için aç ve susuz kaldı, diyerek engel olurlar.
Bu defa iki melek ölen kimseye sağ tarafından yaklaş­mayı denerler. Bu sırada zekat önlerine çıkar ve der ki. Uzak durun bu adamdan, sizin ona yaklaşmanız mümkün değil­dir. Bu seferde eller zekat adına devreye girip konuşurlar ve derler ki; bu adam sırf Allah rızasını elde etmek için fakir ve yoksullara varlığından dağıtıp durdu. Bunun için size izin yok.
O iki melek bu seferde ölenin sol tarafından yaklaşmayı denerler. Bu sırada da hemen hac ve cihad ibadeti veya bunlardan biri devreye girer. Bu seferde beden konuşmaya başlar. Beden sizin bu adama yaklaşma hakkınız yoktur, bunun için bir yol bulamazsınız. Çünkü bu beden Allah yo­lunda sı­kıntı ve zorluklara katlandı, der. Artık o ikisi söz ko­nusu ölen kişiyi tıpkı bir damadı zifaf gecesinde uykusundan uyandırır gibi uyandırırlar. Uyanan kişi, gelen iki meleği tanır, onlardan herhangi bir korku ve ürpertiye kapılmaz. İkisi sor­gulamaya başlarlar veya bu ikisinden biri der ki:
—Rabbin kimdir? O da Rabbim Allah’tır, der. Sonra iki melek, söyle o halde hangi dindensin? O da, Dinin İslam di­nidir, cevabını verir. Bu seferde hani şu ahir zamanda gön­derilecek olan bir adam vardı, onun hakkında ne diyeceksin, diye sorduklarında, adam, yani Muhammed’i mi demek isti­yorsunuz? Onlar da evet, derler. Bunun üzerine adam, o Allah’ın elçisidir. İki melek bu defa; sen dünyada iken de bu­nu söylerdin. Artık rahat ol, endişe etme, gözün aydın olsun, rahat içerisinde uyu. Artık bundan böyle kabrinden cennete bir kapı açılır. Buradan cennetteki yerini görür. Gö­zünün alabildiğine kabri genişler, kabrinin içi aydınlanır, içe­risi ona rahatlık, huzur ve esenlik sağlar.[4]
Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
Fakat ölen kişi Allah’a, yakın olanlardan ise, ona ra­hatlık, güzel rızık ve Naim cenneti vardır.” (Vakıa, 56/8889)
Ebu Davud dışında Müslim, Ahmed b. Hanbel ve Sünen imamlarının İbn Ömer’den yaptıkları rivayete göre Allah Re­sulü (as) şöyle buyurmuştur:
Herhangi biriniz ölünce, eğer kendisi cennetlik olanlardan ise, sabah ve akşam cennetteki yeri kendisine gösterilir. Eğer cehennem ehlinden ise kendisine sabah ve akşam cehennemdeki yeri gösterilir, kendisine işte burası senin yerindir, bu durum ta ki kıyamet gününde Allah seni yeniden dirilteceği güne dek böyle sürüp gide­cektir.[5]
Gelen bir haber yani hadiste belirtildiğine göre şöyle buyrulmuştur:
Kim Allah’ın mescitlerini aydınlatırsa Allah da onun kabrini aydınlatır.” Yine yüce Allah’ın Hz. Musa’ya vahyettiği şeylerden biri de şu gerçektir: “Hayrı, iyiliği öğren ve bunu insanlara da öğret. Çünkü ben, ilim öğrenenin ve öğre­tenin kabirlerini aydınlatacağım ki böylece oradaki yerin­den ötürü korkuya kapılmasın.” Bir hadiste de şöyle buy­rulmaktadır:
Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya ce­hennem çukurlarından bir çukurdur.[6]
Kâfir ile Münafık kimsenin durumuna gelince, söz ko­nusu iki onların karşısına anlatılan ve bilinen şekil ve suretle inerler. Her ikisi de o ölmüş olan kâfir veya münafık kimseyi, şiddetle ve azarlayarak uyarırlar. Öyle ki müminde görüldüğü gibi bunun yanında herhangi bir koruyucusu ve savunucusu bulunamayacaktır. Kabirdeki kişi o iki meleği görünce onlar­dan korkusu sebebiyle büyük bir dehşete kapılır. O iki melek ona şu soruları yöneltirler:
Senin Rabbin kimdir? O da Ne diyorsunuz, ben bilmiyo­rum, der. Ya da kendilerinden birini göstererek bu kimdir, diye sorarlar. O da, şu mu, diye söyler sadece. Sonra iki melek ona; Dinin nedir, diye sorarlar, O da, ne diyorsunuz, bilmiyorum, der. Bu defa o iki melek, Hz. Muhammed’i kast ederek, şu ahir zamanda gönderilecek olan adam hakkında ne dersin, diye sorarlar. Adam, yine bilmiyorum diye cevap verince o iki melek ona, bilmez ol, okumaz ol diyerek, ikisi de adamı demirden bir tokmak ile ensesinden yani iki kula­ğının arasından döverler. Adam öyle bir çığlık atar ki, insan­lar ve cinler dışında her canlı o çığlığı duyar. Eğer söz ko­nusu tokmak ile dünyadaki dağlardan en yüksek bir dağa indirilseydi, vurulsaydı, dağ yerinden duramaz, toz duman oluverirdi.
Artık bundan sonra bu kişinin kabrinden cehenneme bir pencere açılır. Kişi açılan bu pencereden cehennemdeki yerin görür. Nitekim yüce Allah Firavun ailesinden söz eder­ken şöyle buyurmaktadır:
Onlar sabah akşam o ateşe sokulurlar. Kıyametin kopacağı gün de: Firavun ailesini azabın en çetinine so­kun, denilecek!” (Ğafir/Mümin, 40/46)
Nitekim az önce de geçtiği gibi, daha önce Müslim, Ahmed b. Hanbel ve Sünen sahipleri tarafından İbn Ömer’den rivayet olunan bir hadisi zikretmiştik. Kabir onu öylesine bir sıkar ki, adeta kemiklerini birbirine geçirir. Daha sonra kabir ateş olarak o adamın üzerinde yanmaya başlar. Buhari ve Müslim, Hz. Aişe (ra)’den rivayet ediyorlar. Pey­gamber (as) şöyle buyurmuştur:
Şüphesiz kabir azabı haktır. Onlar kabirlerinde öyle bir azap görürler ki, bunu insan ve cinler dışında tüm hayvanlar, canlılar duyarlar.[7]
Buhari, Müslime ve Sünen sahipleri İbn Abbas’tan (ra) rivayet ediyorlar. Dediğine göre Allah Resulü (as) iki kabrin yanından geçerek şöyle buyurmuştur: “Bu ikisi şuanda ka­birlerinde azap görmektedirler ama azap sebepleri öyle çok ağır olan sebeplerden dolayı değildir. Bunlardan biri toplum arasında söz götürüp getirirdi, nemam idi, diğeri ise ufak abdestini yaparken, ufak abdestin sıçrantılarından kendini sakınmazdı.[8]
Nitekim bu durumda olanların kabirde ayrıca onları ce­zalandırmaları, onlara azap etmeleri için yılan, akrep ve çıyan gibi varlıklar musallat kılınır. Bu hayvanlar ta ki kıyamet gü­nünde yeniden diriltilecekleri güne dek onlara hep azap eder dururlar.
İbn Ebu Şeybe ve İbn Mace Ebu Said Hudri’den rivayet ediyorlar. Ebu Said Hudri (ra) Allah Resulünden şöyle buyur­duğunu işittiğini söylemiştir:
Kâfir olan kişiye kabrinde 99 ejderha musallat kılı­nır. Bu yılan ve ejderhalar ta kıyamet kopana dek, kabir­deki kâfir ve münafıklara böylece sokmak suretiyle azap ederler. Eğer bu ejderhalardan sadece bir tanesi yeryü­züne bir üflese, onun zehirinden yeryüzünde yeşillikten eser kalmaz, hiçbir bitki yeşermezdi.[9]
Anlatıldığına göre beraberce yolculukta bulunan kimse­lerden biri yolda vefat eder. Arkadaşları ona bir kabir kazar­lar. Ne zamanki ona bir lahit hazırlamaya koyuldular, hemen ortalıkta bir sürü yılan beliriverir. Arkadaşları kazdıkları o kabri bırakır ve bir başka kabir açarlar ama nez aman kabre indirmek ve lahde koymak istemişlerse, aynı şekilde yine yılanlar ortaya çıkar. İkinci kabri de bırakıp bir üçüncüsünü kazdılar ve fakat aynı durumla karşılaştılar. Bunun üzerinde durum hakkında şaşkına döndüler ve işi dönemlerinin ilim adamlarına götürmeye karar verdiler, buna bir çare aradılar. Derken Süfyan-ı Sevri’nin yanına geldiler. Arkadaşlarının durumunu ona anlattılar. O da onlara: “Gidin arkadaşınızı kazdığınız mezarlardan birine gömün. Çünkü siz tüm yeryü­zünü kabir olarak onun için kazsanız, aynı durumla karşıla­şacaksınız. Çünkü sözünü ettiniz arkadaşınız ona buna laf götürüp getiren yani nemam olan biridir Bildiğimiz kadarıyla bu dudumda olanlara Allah kabirlerinde azap için yılanları başlarına musallat kılacakmış, bu da öyledir” dedi.
Yine hikâye olunduğuna göre Cabir adında salih olan bir adamın bir kardeşi vefat eder. Cabir denen bu şahsında ger­çekten Allah için samimi dost ve kardeşleri varmış. Birbirle­rine, haydi, Cabir kardeşimizin kardeşi vefat etmiş, gidip başsağlığı dileyelim, taziyede bulunalım, derler. Birlikte ar­kadaşlarına geldiklerinde, bu kardeşlerinin taziyeleri kabul etmediğini, adamın büyük bir üzüntü içerisinde kıvrandığını gördüler. Bu üzüntüsünün ve sıkıntısının sebebinin ne oldu­ğunu, kendisinin Allah’tan korkan takva sahibi ve arif biri olduğunu söylediler. O da gelen din kardeşlerine şu cevabı verdi:
“Allah’a yemin ederim ki benim kardeşim sebebiyle as­lında bir üzüntüm ve sıkıntım aslında yoktur. Benim üzün­tümün asıl sebebi sabah ve akşam kardeşime olanlardan dolayı duyduğum üzüntüdür.” Arkadaşları da ona, Sübha­nal­lah! Demek ki Allah seni, berzah yani kabir âlemiyle alakalı olan azaba muttali kıldı, sana onu gösterdi öyle mi, dediler, hayretlerini dile getirdiler.
Din kardeşleri onlara dedi ki: Dün kardeşim vefat edince, onu tüm cenaze işlemlerinden sonra alıp ötürüp kabrine koyduk. Kabre indirilirken ben kabre indim ce onu, kabir içerisinde hazırlanmış olan yerine, lahdine yerleştirdim. Bu arada yanımda bir para kesesi bulunuyordu, ben karde­şimi kabre yerleştirirken onu oraya düşürmüşüm. Ancak düşürdüğümün farkına da varamamışım. Eve dönünce ya­nımdaki para kesesinin olmadığını gördüm. Bunun üzerine onu mezarda düşürdüğümü anladım, hemen kazma ve kü­reğimi alıp kabre vardım. Kabri yeniden kazdım, bir de bak­tım ki düşürdüğüm para kesesi, lahdin yani mezarın içinde ayrıca yan tarafından açılan ve cenazenin yerleştirildiği yerin yakınında düşürmüşüm. Onu aldıktan sonra acaba kardeşim ne durumdadır diye, o lahdin üzerine ördüğümüz ve baş tarafına yakın olan kerpiçleri alıp onu görmek istedim. Bir de ne göreyim bir ateş demeti, kardeşimin ensesinde yanıp durmaktadır. Kardeşlik merhametim tuttu, istedim ki, karde­şimin ensesinde yanmakta olan o ateşi söndüreyim. Sön­dürmek içim elimi uzattığımda, elim yanıverdi. Hemen yeni­den üzerine kerpiçleri ördüm, kabri yeniden düzelttim ve evime döndüm, işte yanan elim, diyerek çıkarıp yanan elini bize gösterdi. Bir de ne görelim yanan simsiyah kalmış bir el. Bu kardeşimiz bize dedi ki, işte beni asıl üzen mesele budur.
Arkadaşları devamla diyorlar ki, bu olay üzerine hemen Hasan Basri’nin yanına vardık, durumu kendisine anlattık ve dedik ki: Kâfir olan kişi ölüyor, ama ona kabirde bir şey ol­duğunu göremiyoruz. Fakat bu ölen kişi Müslüman ama işte anlattığımız gibi böyle bir durumla karşılaşıldı, nedir bunun hikmeti? Hasan Basri de bize şu cevabı verdi:
Şurası kesin olan bir gerçektir ki kafir olan biri zaten ce­hennemdedir. Müslüman olan birinin bu durumuna gelince, doğrusu yüce Allah size bunu gösteriyor ki bundan kendiniz için bir ders, bir ibret çıkarasınız. Çünkü bu, o kimsenin ze­kâtını vermediğini, buna engel olduğunu gösteriyor. Sonra da mealini okuyacağınız ayeti bize okudu.
Allah’ın, kereminden kendilerine verdiklerini infakta cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için ha­yırlıdır, tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Gök­lerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah bütün yaptıklarınız­dan haberdardır.” (Ali İmran, 3/180)
Kardeşim! Unutma ki kabir hayatı öyle kolay kurtulu­na­cak bir hayat değildir. O hayatın sıkıntısından, aza­bından peygamberler, şehitler ve Hz. Ali’nin annesi Fatıma binti Esed dışında kurtulan pek yoktur. Çünkü onu kabrine Peygamber (as) indirdi ve onun için şöyle dua etti:
Allah’ım! Fatıma binti Esed olan anneme rahmet ve merhamet eyle! Peygamberin ve benden önce gönderdi­ğin peygamberlerin hakkı için onun kabrini, onun şu anda girdiği genişlet!
Bunu Taberani ve başkaları rivayet etmişlerdir. Kabir azabı ve sıkıntısı mümin olarak ölen kimseye karşı adeta şefkatli bir annenin, çocuğunun başının ağrıması halinde çocuğunu merhametle kucaklamasına benzer. Asi olarak ölüp de oraya gireni ise, bu asi kişi eğer mümin olarak öl­müşse, kabir onun kemiklerini birbirine geçirerek adeta kı­rarcasına sıkarak azap eder.
Kardeşim! Kabir azabı hem ruh ve beden için geçerlidir. İkisinden biri azap görmeyecektir, diye bir şey yoktur. Bu azabı görmelerine engel bir şeyde olmayacaktır. Yani ölen kimsenin vücut organlarını parçalanıp darmadağın olması, yırtıcılar tarafından parçalanıp yenmesi, denizde boğularak ölenlerin deniz yaratıkları tarafından yenmiş olmaları veya benzeri durumlar, bunların kabir azabı çekmelerine bir mani veya engel oluşturacak değildir. Çünkü böyle bir durum as­lında akıl alçısından da mümkün olacak bir şeydir. Çünkü şer’i deliller bu manada gelmiş, mevcut nasslar da bu ma­nada sahih olarak bize kadar ulaşmıştır. Dolayısıyla bize dü­şen buna iman etmek ve bunu kabul etmektir. Çünkü Allah her şeye kadirdir.
 
Geri
Üst