Mersin Turizmi

PaSikA

Yeni Üye
Üye
Mersin Turizmi
mesa akdeniz evleri mersin mesa evleri mersin tatil tarsus un tarihi yerleri
Sadmin ve Mawi adminin memleketi Akdenizin incisi Mersin'i tanıyalaım birazda :tik:


mersin2-2514.jpg


Türkiye’nin Akdeniz kıyısındaki en büyük limanıdır Mersin. Geniş caddeleri, caddeleri bölen dev palmiye ağaçları, büyük binaları ve parklarıyla modern bir kenttir.


Evliya Çelebi’ye göre Mersin adı, Mersinoğulları aşiretinden geliyor. Antik Zephyrium kentinin üzerinde bir balıkçı köyü olarak kurulmuştu. Son yıllarda büyük bir hızla büyüdü. 1987 yılında serbest bölgenin açılmasıyla ekonomik önemi daha da arttı. Büyük iş merkezleriyle, daha çok iş adamlarına yönelik 5 ve 4 yıldızlı oteller açıldı.

Bu hızlı büyüme kent merkezini betonlaştırdı. Özellikle son yıllarda yaşanan hızlı göç nedeniyle gecekondulaşma oranı da yükseldi. Mersin çevresindeki narenciye bahçeleri ise hızla çoğalan tatil sitelerinin tehditi altında.
Kentte ziyaret edilecek yerler arasında Mersin müzesi bulunuyor. Müzede arkeolojik ve etnografik eserler üç bölümde sergileniyor. İlk salonda Roma dönemine ait heykeller, heykel başları, ikinci salonda Hitit, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinden kalan daha küçük parçalar (mühür,kap kacak, seramik, maden ve cam eserler) sergileniyor. Üst kattaki üçüncü salonda ise etnografik eserler bulunuyor.


mersin-2759.jpg



Yaylalar ve Çamlıyayla

Mersin’in Toroslar’daki Gözne ve Fındıkpınar yaylaları, yazın sıcak günlerinde çamların serinliğinde piknik yapmak için değerlendirilebilir.
Gözne yaylası Mersin’e 34 km uzaklıktadır. 1100 metre yüksekliktedir.
Bir de Çamlıyayla var ki, Mersin’den 90 km uzaklıkta ve 1430 metre yüksekliktedir. Çukurovalılar Namrun yaylası diye biliyorlar. Yaylaya Adana ve Mersinliler o kadar çok yayla evi yapmışlar ki, Namrun yaylası bir yayla kente dönüşmüş ve Çamlıyayla adıyla yeni bir ilçe olmuş.
Çamlıyayla’ya Ankara-Adana yolundan ayrılarak 35 km’lik karayoluyla da gelinebiliyor. Yörenin en önemli tarihi kalıntısı, yüksekçe bir tepede kurulan Namrun Kalesidir.
Tarsus
Mersin’in 30 km doğusundaki Tarsus, karayolu ve demiryolu ulaşımındaki kilit konumu nedeniyle çok büyüdü.
Ünlü Romalı komutan Marcus Antonius ile Kleopatra arasındaki dillere destan aşkın ateşlendiği yerdi Tarsus. Bu buluşmadan 40 yıl sonra da, MS 5-15 yıllarında İsa’nın havarilerinden aziz St. Paul burada doğdu. Tarsus, dönemin kültür, sanat ve dini merkezi kimliğindeydi. Hristiyanlığın Anadolu’da gelişme sürecinde önemli halkalar olan üç konsül Tarsus’ta toplandı. (Biri de İznik’te toplanmıştı)
Kentte Roma, Bizans ve Osmanlı döneminden eserler görülebilir. Roma dönemi eseri Kancık Kapı, Tarsus’un batısındadır. Kleopatra ve St. Paul kapısı da deniyor. Tarsus’u çevreleyen iki sıralı surun üç kapısından biri. Kapının ne Kleopatra’yla ne de St. Paul ile doğrudan bir ilgisi var. Ama Kleopatra Tarsus’a deniz kapısından girip Antonius ile buluşmuş ve bu nedenle kapı onun adıyla anılıyor olabilir. Sonraki yıllarda deniz kapısı yıkılmış ve onun yerine şimdiki yere yeni kapı yapılmış.
Tekke mahallesinde, kent surlarının dışında bulunan 2. yüzyıl eseri Roma Tapınağı’nın 10’a 21 sütunlu ve 49 x 102 m. ebatlarında bir yapı olduğu tahmin ediliyor.
Merkezdeki antik şehir kalıntılarında restorasyon ve kazı çalışmaları yürütülüyor. Sütunlu bir Roma caddesinin bulunduğu kazıların sponsorluğunu Berdan Tekstil yapıyor.
Tarsus Müzesi, Tahakhane Mahallesindedir. 1557 yılında Kubat Paşa tarafından yaptırılan medrese, müzeye dönüştürülmüş. Süslemeli bir kapıyla girilen müzenin avlusunda mermer bir lahit, heykeller, sütunlar ve sütun başları vardır. Yan odalarda ise Tarsus çevresinde bulunan çeşitli dönemlere ait arkolojik ve etnografik eserler sergilenmektedir.
Şehir merkezinde ayrıca eski Tarsus evlerini, bir Ermeni kilisesinden camiye 1579’da dönüştürülen Ulu Cami’yi, Tarsus çayı üzerinde halen kullanılan Roma köprüsünü, 1857 yapımı Makam’ı Şerif Camisini, St. Paul’un yaşadığı sanılan evin bahçesindeki Aziz St. Paul kuyusunu görebilirsiniz. Suyunun kür özelliği olduğu söyleniyor.
Tarsus Şelalesi şehrin 1 km dışındadır. Tarsus çayının 2 m yükseklikten dökülmesiyle oluşan şelale, çevresine sıralanan çok sayıdaki restoran ve piknik alanıyla bir mesire yeri kimliği kazanmış.
Şehrin kuzeybatısında bulunan Gözlükule höyüğü ağaçlandırılmış ve park olarak kullanılan bir alanda bulunmaktadır. Höyüğün tepesinden Tarsus ovası denize kadar görülebilmektedir. Yapılan kazılarda Helenistik ve Roma dönemine ilişkin kalıntılar ortaya çıkarılmıştır.
Tarsus’a 15 km uzaklıktaki Sağlık köyü yakınlarında genişliği 3 m Roma Yolu kalıntıları bulundu. Buradan Tarsus’un panaromik manzarası seyredilebilir.


tarsus-1069.jpg



Eshab-ı Kehf (Yediuyuyanlar)

Tarsus’un 12 km kuzeybatısında, Ulaş köyü yakınlarındaki Eshab-ı Kehf (Yedi uyuyanlar) mağarası, hem Müslümanlarca hem de Hristiyanlarca kutsal kabul ediliyor. Kutsal bir ziyaret yeri olarak düzenlenmiş mağaranın üstüne, Sultan Abdülaziz döneminde cami yaptırılmış. Caminin biri ufak, diğeri büyük iki minaresi ilginç bir görüntü oluşturuyor.
SİLİFKE, TAŞUCU, UZUNCABURÇ
CENNET CEHENNEM VE DİLEK MAĞARALARI, KIZKALESİ, KANLIDİVANE
Yol Silifke’ye doğru yine bol virajlı devam ediyor. Çam ormanı ve makilikler arasından geçen ve denize paralel seyreden 70-80 km’lik bu yol oldukça dar ve dikkatli seyri gerektiriyor. Aman manzaranın etkileyiciliğine dalıp gitmeyin.
Aphrodisias
Bozyazı-Silifke karayolunun 30. km’sinde Aphrodisias antik kenti yön levhasını göreceksiniz. Stabilize 14 km’lik bir yolla ulaşılan ören yeri Ovacık yarımadasının doğu kıyısında bulunuyor. Kalıntılar arasında yer alan 5. yüzyıl St. Pantaleon bazilikasının taban mozaikleri son derece etkileyicidir. Ev ve sarnıç kalıntılarının izlenebileceği ören yeri sur kalıntılarıyla çevrelenmiştir.
Silifke’ye doğru, yol üzerinde kumsallardan denize girilebilecek, küçük motel ve pansiyonlarında konaklanabilecek Aydıncık, Boğsak gibi yerleşimler var.
Mesa tarafından çamlık bir koya yapılan Mia Resort adlı yeni tatil merkezi ve tatil köyü bölgenin yeni turizm yatırımlarına açıldığının tipik göstergesi.
Tatil köyünün su sporları aktiviteleri ve özellikle çevre koylara düzenledikleri dalma turları ilgi görüyor. Çünkü akdenizin bu bölgesi son derece zengin su altı yaşama sahip.
Aydıncık
Aydıncık, tipik bir yol üstü kasabası. Küçük ve kayalık koyları dışında geniş kumsallarıyla da dikkat çekiyor. Antik adı Celenderis olan kent, önemli bir liman kenti olarak gelişmiş. Kıbrıs’a en yakın noktada bulunması nedeniyle de önem kazanmış. Kent merkezi ve çevresinde yapılan kazılarda selefkoslar döneminden seramikler, Roma dönemine tarihlenen tiyatro, 2-3. yüzyıla tarihlenen ve iyi durumdaki dört ayaklı anıt mezar, su kemerleri ortaya çıkarılmış.
Aydıncık Silifke arasında karşınıza çıkacak yön levhalarından biri de Tokmar Kalesi’ne ait olacak. (Silifke’den 30 km) Karayolundan 5 km uzaklıktaki kale, yöreye hakim bir uçurumun kenarına yapılmış. Burçları ve devar kalıntıları büyük ölçüde ayaktadır.
Virajlı dar yolda yorulduysanız, Silfke’ye 17 km kala, şirin tatil beldesi Boğsak’ta mola verebilirsiniz. Bir doğal liman niteliğindeki koya kurulmuş Boğsak. Koyu ortadan bölen deresi,, kumsalı, 100 odalı bir moteli ve küçük pansiyonları, balıkçı lokantalarıyla sessiz sakin tatil arayanlar için çok uygun.
Koyun girişinde bir ada ve doğusunda da 13. yüzyıla tarihlenen Liman kalesi var. Kale, hemen önündeki antik limanı korumak için yapılmış. Şimdi restorasyon çalışmaları sürüyor ve oldukça iyi durumda. Kaleyi ziyaret ettikten sonra önündeki koydan denize girebilir, piknik yapabilirsiniz. Deniz çocuklu aileler için de çok uygun ve sığ.
Artık virajlı dar yoldan kurtuluyoruz. Şimdi güneyin en uç noktasındayız.
Taşucu
Taşucu, Silifke’nin iskelesi. Buradan Girne’ye hergün feribot ve deniz otobüsü seferleri yapılıyor. Limanı yolculara hizmet vermek için çalışan lokantalar, kafeteryalar, küçük pansiyon ve oteller çevreliyor. 5 yıldızlı Taşucu Best Resort, ilçeye yeni bir hava getirdi.
Şehrin içinde kalan büyük fabrika, Seka’nın en eski fabrikalarından biri. Ama çevreyi ve denizi öyle İzmit’te olduğu gibi kirletmemiş pek.
Artık Silifke’ye yaklaşılıyor. Göksu deresinin yarattığı ova ve deltanın düzlüğündesiniz.
Ayatekla Manastırı
Karşınıza Ayatekla yön levhası çıkacak. Hiç düşünmeden sapın. 1 km sonra Ayatekla’dasınız. Göksu deltasına hakim etkileyici bir panaromayla karşılaşacaksınız, ören yerine girişte. Giriş ücretli. Ortada çok az kalıntı görüp bunun için para ödemeye değer mi diye düşünmeyin. Çünkü manastır yerin altında ve ören yeri bekçisi size rehberlik yapacak.
Manastırın çok ilginç bir öyküsü var.
Yaşamını Pisidya Antiokheiası’nda(Yalvaç) vaiz veren İsa’nın havarilerinden Tarsus’lu Aziz Paulos bu kentte barınamayarak İkonion’a gelir. Yolda kendisini Onesiphoros adında Konyalı bir Hıristiyan, karısı ve çocukları ile karşılar. Ohesiphoros’un evinde vaiz vermeye başlayan Aziz Paulos’u dinleyen komşu Theokleia adındaki bir genç kız tam üç gün üç gece penceresinden yemeden içmeden onu izler. Kentin Romalı valisine ihbar edilen Paulus ve Theokleia cezalara çarptırılırlar. Aziz Paulus değnekle dövülürken babası tarafından yakılması istenen Theokleia çalıların üstüne çıkarılır ancak bir mucize oluşarak yağmur yağmaya başlar. İkinci kez Pisidya Antiokheiası’nda vahşi hayvanlara atılan ve mucize göstererek kurtulmayı başaran Theokleia son olarak Seleukeia yakınlarına gider, orada Hıristiyanlık öğretisini yaydıktan sonra ölür.
Azizenin yaşadığı mağara, hristiyanlığın yayılamaya başladığı yıllarda yörenin ilk Hristiyan bazilikasına dönüştürülür ve mağaranın bulunduğu yer hristiyanlarca “şehitlik” kabul edilip hac merkezi olur.
Seleukeia’nın önde gelen tanrıçası Athena’nın yerine geçtiği söylenen Theokleia anısına barındığı ve uzun yıllarını geçirdiği mağara üzerine 460-470 yılları arasında inşa edilen bir başka bazilika, onu Azize olarak tescil etmiş olur. Ören yerinde karşınıza çıkan ilk yapı kalıntısı, bu bazilikanın yan apsislerinden birine ait. Eni 37, uzunluğu 80, yüksekliği ise 21 metre olan bazilikadan bugüne sadece bu yan apsis kalmış.
Yeraltı mağarasındaki bazilika ziyarete açık ve oldukça iyi durumda. Ören yerinin bekçisi kutsal mağara için rehberlik yapıyor. Mağara duvarları, üzerine inşa edilen Bazilika’yı taşıyabilmesi için duvarlarla sağlamlaştırılmış. Şimdi duvarların arasında kalan kimi sütunlar dor nizamlıdır. Mağara duvar ve tavanları mozaiklerle, mermerlerle ve renkli cam mozaiklerle kaplıymış ama büyük bölümü tahrip olmuş. Bekçi cam mozaik ve mermer parçalarını gösteriyor. Mağarada ayrıca mezar ve inziva odası bulunuyor.
Mağaranın üzerine inşa edilen, bazilikanın 200 metre kuzeyinde görülen kubbeli kilise yine bazilika planında. 480-490 yılları arasında Doğu Roma imparatoru Zenon tarafından Azize Theokleia için yaptırıldığı sanılıyor.
Kutsal alana, Bizans döneminde sarnıç ve hamamlar eklenmiş. Ören yerindeki en sağlam yapı olan ve yarısı toprağa gömülü olan sarnıç, sütunlarıyla İstanbul Yerebatan sarnıcını anımsatıyor.
Ören yeri, kuzeye yönelen kutsal yol ile (üzeri asfaltla kaplanmış antik Roma yolu) Silifke’ye bağlanıyor. Her yıl 13-14 Eylül tarihlerinde Azize Theokleia(Ayatekla) anısına yapılan anma törenleri bu kutsal yoldan başlıyor ve mağaradaki ayinle sona eriyor.
İki tarafı kayalarla çevrili 3 m genişliğindeki antik yol Silifke’nin dış mahallelerine çıkarıyor.

mersin1-4975.jpg



Silifke
Antik yolu geçtiğinizde Silifke karşınıza çıkacak.
Kentin antik adı Seleucia. Seleucia, M.Ö. 3. yüzyılda Romalı komutan Selecus tarafından kurulmuş. Silifke kalesi (Bizans dönemi) kente hakim 184 m yüksekliğindeki tepenin üzerine kurulmuştur. Kaleye karayoluyla çıkmak mümkündür. Ana giriş kapısı kuzeyde olan kalede galeriler, sarnıçlar ve depolama odaları görülebilir.
Kaleden inişte Tekir Ambarı yön levhasıyla karşılacaksınız. Tekir Ambarı, bizans döneminde su sarnıcı olarak inşa edilmiş. 46 m uzunluğunda, 23.5 m genişliğinde, 12 m derinliğinde ve kayaya oyularak yapılmış. Etkileyici bir mimari yapısı var. Zeminde kazı çalışmaları sürüyor.
Şehir merkezine ilerlerken, antik tiyatro karşınıza çıkacak. Yeni evlerin arasında kalmış tiyatronun orijinal yapısı sütunlar üzerinde yükseliyor ve Verona’daki antik tiyatroya benziyordu. Şimdi tiyatronun ancak bir bölümü ayakta.
Göksu deresi üzerindeki Roma köprüsü, MS 77-78 yıllarında inşa edilmiş. 1870 yılında yeni köprü yapımı sırasında kalıntıları bulunmuş ve yeni köprü aynı yere inşa edilmiş. Köprü şimdi de kullanılıyor.
İnönü caddesi üzerindeki Jüpiter tapınağı (2. yüzyıl eseri) görülmeye değer bir başka eser. 40×20 m ebadlarındaki tapınaktan bugüne sütunların bir bölümü ve temel taşları kalmış.
Kültür Bakanlığı antik şehirde kazı çalışmaları sürdürüyor. Kazı çalışmaları sırasında gözalıcı mozaikler, arkeolojik buluntular ortaya çıkarılmış.
Bölgede çıkan buluntuların önemli bir lölümü Antalya asfaltı üzerindeki Silifke Müzesi’nde sergileniyor. Ziyaret edebilirsiniz.
Silifke’nin güneydoğusunda kentin içinden geçen Göksu deresinindenizi doldurmasıyla oluşan Göksu Deltası Kuş Cenneti bulunuyor. Kumullar ve göller ve yoğun bitki örtüsüyle 334 kuş türünü barındıran kuş cennetinde, özellikle göç dönemlerinde(Nisan ve Eylül ayları) gözlemde bulunmaya, fotoğraf çekmeye değer. Bu türlerden saz horozu, Göksu Delta’sının sembolu sayılıyor.
Kumsala Caretta Caretta türü kaplumbağalar da yumurta bırakıyorlar.
Göksu Delta’sının içinde bulunan ve 390 hektarlık bir alana yayılmış Paradeniz Dalyanı, kefal, yılan balığı, levrek, dil, sivriburun ve mercan türlerini barındırıyor.
Uzuncaburç
Silifke’nin 32 km kuzeyindeki örenyerine, Silifke’den Kırobası yoluyla gidiliyor. (Turizm ofisinin yanında Uzuncaburç dolmuşları var) Çam ormanının serinliğindeki yolun 7. km’sinde Demircili köyü var. Köy antik Imbiogon yerleşimi üzerine kurulmuş. Yolun iki tarafında geniş bir alana dağılmış Roma dönemine ait tapınak şeklindeki 6 anıt mezar gözünüze çarpacak. Bunlar içinde en ilginci yolun batısındaki birbirine bağlantılı Çifte Anıt Mezarlarıdır. Üzerinde hayvan ve insan kabartmaları bulunuyor.
Demircili’den sonra yol Uzuncaburç’a doğru daha da yükseliyor. Uzuncaburç için, 23. km’deki Kırağıbucağı’ndan sağa ayrılıp 7 km daha yol almak gerekiyor.
Halen 3000 kişinin yaşadığı Uzuncaburç denizden 1200 metre yüksekliktedir. Yazın sıcak günlerinde, deniz kenarı alev alev yanarken Uzuncaburç’ta keyifli bir serinlik vardır. Ören yeri girişindeki kahvelerden birinde soluklanabilirsiniz. Kenger kahvesi yörenin popüler içeceği. Bir de pekmezi meşhur. Burç Restoran’da yemek molası verebilirsiniz.
Doğu Akdeniz’in en etkileyici ören yeri sayılan Uzuncaburç eski bir Hitit yerleşimi olan ve şimdi Uzuncaburç’un 4 km doğusunda Ura köyü sınırları içinde kalan Olba kentinin kutsal yeri olarak kurulmuş. Roma imparatoru Domitian döneminde hızla gelişip ayrı bir şehir oluyor ve Diocaesarea adını alıyor.
Şimdi Uzuncaburç köyüyle iç içe olan ören yerine sütunlu caddeyle giriliyor. Caddenin solunda tiyatro yer alıyor. Bir kısmı toprak altında bulunan tiyatronun MS 170 yıllarında Roma imparatoru Marcus Aurelius ve Lusius Verus dönemlerinde yapıldığı sanılıyor.
Şehre anıtsal kapıyla giriliyor. Son derece görkemli anıtsal kapı, Roma döneminde yapılmış. İlerlediğinizde solda Zeus Olbios tapınağını göreceksiniz. Helenistik döneme tarihlenen yapı 5. yüzyılda kiliseye çevrilmiş. Tapınağın sütunları önemli ölçüde ayaktadır.
Sütunlu yolun sonunda şans tanrıçası Tyche’ye sunulmuş tapınak bulunmaktadır. MS 1. yüzyıla tarihlenen tapınağın sütunları iyi durumdadır. Sütun başları korint düzenindedir. Sütunlu cadde bu tapınaktan sonra sağa dönmektedir. Şehrin kuzey kapısı, sütünlu caddenin girişindedir. Üç girişi olan kapı son derece görkemlidir ve büyük ölçüde ayaktadır.
Şehrin çıkışında ve şehri çepeçevre saran surların en yüksek noktasında Helenistik Kule’yi (gözetleme kulesi) göreceksiniz. 15×12 m dikdörtgen taban üzerine 22 m yüksekliğinde inşa edilen kule büyük kesme taşlarla inşa edilmiş.
Şehre karayoluyla gelişte karşılaşacağınız ilk eser, piramid türbe biçimli mosoleum’dur. İki katlı anıt 16 m yüksekliğindedir ve Dorik düzende inşa edilmiştir.
Şehrin nekropolü ise, köyün 1 km dışındaki vadinin iki tarafına dağılmıştır. Kayalara oyulan yüzlerce mezarın bazıları iki katlıdır.
Ana şehir Olba, Diocaesarea-Uzuncaburç kadar şanslı olmamış. Uzuncaburç’tan 4 km uzaklıkta Ura köyü içindeki Olba kalıntıları arasında bugüne ulaşabilen yalnızca Su Kemerleri, ev ve hamam kalıntıları vardır. Kalıntılar oldukça geniş bir alana dağılmıştır. 4 km’lik yolun bir bölümü asfalt, kalan bölümü ise topraktır.
Mut ve Alahan Manastırı
Silifke’ye kadar gelmişken zaman ayırıp, Mut ilçesine uğrayın. Etrafı ormanla kaplı yüksek dağlarla çevrili ilçeden Göksu deresi geçiyor. Mut, Silifke’den 83 km uzaklıkta. Mut, Konya Karaman üzerinden Silifke’ye inen ana karayolu üzerinde bulunuyor.
İlçenin görülmeye değer tarihi eserleri arasında kent merkezindeki Kervansaray (Davut Paşa Kışlası olarak da bilinir), Karamanoğulları döneminde yapılan Mut Kalesi ve Mut’tan 20 km uzaklıkta, Mut-Karaman yolundan 3 km içerideki Alahan Manastırı bulunuyor. 5. ya da 6. yüzyılda yapılmış manastır, çeşitli yapılardan oluşan bir kompleks görünümünde. Kilise, vaftiz binası, lahit biçiminde kayalara oyulmuş Bizans mezarları, keşiş hücreleri ve bunları birleştiren sütunlu tören yoluyla son derece etkileyici. Dağın güney yamacına oyularak oluşturulmuş bir Bizans eseri olan yapının, çevreye hakim bir manzarası var.
Tekrar Silifke’ye dönüp Mersin’e doğru yola devam ediyoruz.
Silifke’nin 7 km doğusunda Karadedeli köyü var. Bu köyden başlayan, antik kalıntıların bulunduğu Yalak ve Dilek taşlarıyla Karabaklı mevkiilerini kapsayan bir yürüyüş yapabilirsiniz. Bu güzergah istenirse, köyden eşek kiralanarak da dolaşılabiliyor.
Silifke’nin Susanoğlu mevkii Karadedeli’den 5 km uzaklıkta. Kumsalı ve nitelikli tesisleriyle Silifke’nin önemli bir turizm merkezi durumuna gelen Susanoğlu’nda, Roma dönemine ait Corasium antik limanının kalıntıları görülebilir. Kalıntılar kumsala açılan vadi boyunca dağılmış. Susanoğlu’nun yaklaşık 1 km doğusunda da Yapraklı Esik içmeleri bulunuyor. (Susanoğlu otelleri için Rehber bölüme bakınız)
Susanoğlu’nun 17 km kuzeyinde, Paslı köyü yakınlarında Demircili köyündekine benzer Roma dönemine ait bir anıtsal mezar görülebilir. (Anıtsal mezarı bulmak için Paslı köyünden rehber alabilirsiniz)
Susanoğlu’ndan yola devam ediyoruz. Yolda çok sayıda güzel koy ve kumsal göreceksiniz. Denize girebilir, piknik yapabilirsiniz.
Cennet, Cehennem ve Dilek Mağaraları
Susanoğlu’ndan 5 km sonra Narlıkuyu’ya geliniyor. Dünya güzeli bir koya kurulan, kaliteli balık lokantalarıyla İçel çevresinde haklı bir ün kazanan Narlıkuyu’nun bir başka önemli özelliği de bir hamam mozayiği olan Üç güzeller mozayiğiyle, ünlü Cennet, Cehennem çukurları ve Dilek mağarasının burada olması.
Narlıkuyu-Üçgüzeller mozayiği
Üçgüzeller mozayiğinin bulunduğu küçük müze, köyün meydanındadır. Romalı komutan Poimeinos burada yüzeye çıkan şifalı kaynak suyunun başına termal hamam yaptırmış ve hamam zeminini üç güzeller olarak tanımlanan gözalıcı mozaikle süsletmiş. Aglaia, Thalia ve Euphrosyne adlı üç yarı tanrıçayı çıplak ve dans ederken betimleyen mozaik figürü korumaya alınmış ve yapı küçük bir müzeye dönüştürülmüş.
Balık lokantalarında akdenizin tüm balıkları, orfoz, lagos, karagöz, çipura ve levrekten dilediğinizi ısmarlayabilirsiniz. Nisan ayında lagos ve karagözün kilosu 7, çipura ve levrekin kilosu da 5 milyon liradan hesaplanıyordu. İçel ve Adana’da sofranın ayrılmaz parçası olan nane, taze soğan, maydanoz, roka gibi yeşilliklere Narlıkuyu’ya özgü kaya koruğu (bir tür deniz yosunu), yeşil domates, acı biber, pancar turşusu da ekleniyor. Hesap son derece makul sayılabilir.
Narlıkuyu’da yemeği, 2 km içerideki Cennet-Cehennem ve 3 km ötedeki Dilek-Astım mağaraları gezilerinin sonuna saklayın. Çünkü dolu mideyle bu geziyi doyasıya yapabileceğinizi sanmıyoruz.
Çevredeki kaya yapısı mağara oluşumu için çok elverişli. Depremler ve aşınma sonucu oluşmuş irili ufaklı çok sayıda çöküntü-obruk, mağara bulunuyor bölgede.
Cennet ve Cehennem çöküntüleri ve mağaraları bunların içinde en büyük ve etkileyici olanlarıdır.
Cennet Çukuru
Cennet çukuru 70 metre derinlikte ve 80 metre genişlikte ve 250 metre uzunluğundadır. Cennet’e, Roma döneminden kalma 460 basamaklı merdivenle iniliyor. Merdiven ve onu izleyen patika Çukurun kuzeydoğu ucunda duvarlarla çevrili küçük bir Bizans şapeline götürüyor. Şapel, bölgenin en yüksek ve etkileyici mağarasının girişinde bulunuyor. Yapının M.Ö. 3 ya da 2. yüzyılda yörenin önde gelenlerinden Paulus tarafından Meryem Ana’ya ithafen yaptırıldığı, 5. yüzyılda da kiliseye çevrildiği sanılıyor. Yapı 19. yüzyılda kısa bir süre cami olarak kullanılmış.
Eğer yorulmadıysanız ve nefesinize qüveniyorsanız, mağaranın derinliklerine inmenizi öneririz. 40-50 m yüksekliğinde 260 metre uzunluğunda olan bu dev mağaranın sonuna yaklaştığınızda bir uğultu gelecek kulağınıza ve ürperdiğinizi hissedeceksiniz. Mağaranın çok yakınlarından geçen bir yeraltı deresinin uğultusu bu. Dere 2 km ötede, Narlıkuyu’da yüzeye çıkıyor ve denize dökülüyor.
Cehennem çukuru
Cehennem, Cennet’in 75 metre doğusundadır. 120 metre derinlikteki çukura duvarlarının çok dik olması yüzünden, ancak teçhizatlı mağaracılar inebiliyor. Cehennem çukurunun bir de öyküsü var. Tanrı Zeus, ağzından alev fışkıran yüz başlı canavar Typhon’la girdiği savaşı kazanmış ve onu Etna Yanardağı’nda sonsuza dek gömmeden önce bu çukurda saklamış.
Dilek Mağarası
Yöredeki son durağınız Dilek -Astım Mağarasıdır. Cennet-Cehennem çukurlarından 1 km yukarıdaki Dilek Mağarasının bulunduğu yerin panoraması da çok etkileyicidir. Bir tarafta Göksu deltası, öte tarafta Kızkalesi ve Erdemli sahillerine içine alan çok geniş bin panoramaya hakimdir. Mağaranın girişinde kafeterya ve hediyelik satan dükkanlar bulunmaktadır.
Dilek mağarasına 20-30 basamaklı merdivenle iniliyor. 3 galerisi gezilebilen mağaranın havasının astım hastalıklarına iyi geldiği söyleniyor. Mağaradaki sarkıt ve dikitler özel ışıklandırmayla çok etkileyici görüntüler oluşturuyor. Mağaranın sakinleri olan yarasalar da görüntüyü tamamlıyor.
Narlıdere’ye geri dönüyoruz. Narlıkuyu’ya 4 km uzaklıktaki Akkum’da pansiyonlar ve bir de restoran hizmet veriyor.
Adamkayalar Vadisi
Akkum ile Kızkalesi arasında Hasanaliler köyüne ayrılan yola girip te yolun 6. km’sinden batıya 2 km’lik patika yola yönelirseniz, Şeytanderesi dolaylarında derin bir vadinin dik yamaçlarına oyulmuş 17 insan figürü ile 1 dağ keçisi kabartması görebilirsiniz. Bir Roma dönemi nekropolüdür burası. Ve Adamkayalar vadisi olarak anılır.

mersin-park35-4516.jpg




Ne Yenir
Mersin ilinde gelişmiş restoran modellerinde deniz ürünleri, kırmızı et yemekleri, özel kebap çeşitlerini yeme imkanları mevcuttur. Balık ızgaraları, tantuni, cezerye, kuş gözü, humus, telatür, eya dolması, şırdan, bandırma, yüzük çorbası, övelemeç özel yöresel yemeklerdendir.
Ne Alınır
Mersin ili alışveriş merkezleri açısından son derece zengindir. Mersin’in ve ilçelerinin yöresel özelliklerini yansıtan çeşitli hediyelik eşya ve tatlı çeşitleri alınabilir. El sanatlarına ait güzel örnekleri halılarda, kilim çeşitlerinde ve rengarenk yazmalarda görmek mümkündür.
Yapmadan Dönme

Silifke’de Cennet-Cehennem Mağaralarını görmeden,
Tarsus’ta St. Paul Kilisesini ve diğer tarihi eserleri görmeden,
Anamur’da Anamuryum Harabeleri, Erdemli’de Kanlıdivane Harabelerini gezmeden,
Göksu’da rafting, Bolkar’da trekking, koylarında diving yapmadan,
Plajlarında denize girmeden,
İlin meşhur tatlısı cezeryenin, özel kebap çeşidi tantuniyi tatmadan,
… Dönmeyin.
 
Geri
Üst