Muş ŞehiR Tanıtımları

M

Misafir

Forum Okuru
Muş ŞehiR Tanıtımları
muş düğünleri muş şehri bulanıkdüğünleri mus sehri
MUŞ ADININ KAYNAĞI


Muşun ilk ne zaman kurulduğu ve adının kaynağı kesin olarak bilinmemektedir. Muş adına dair pek çok rivayet vardır. Bir rivayete göre, Muş adı, şehre, Asurlulardan kaçarak Muş yöresine gelen İbrani kabilelerinden biri tarafından verilmiştir. Nitekim 1914 Bitlis Vilayet Salnamesinde Muş adının İbranice sulak verimli ve otlak anl***** gelen Muşa kelimesinden geldiği ileri sürülmüştür. Muşun, geçmişten günümüze yemyeşil ve sulak bir ovaya sahip olması, bu rivayetin tümüyle asılsız olmadığını, nispeten belirli bir gerçeğe dayandığını gösterir.

Bir diğer rivayete göre Muş adı, İÖ. 12 yy. Ege göçlerinden sonra ilk kez Asur kaynaklarında adı geçen ve Yukarı Dicle Vadisine yerleştikleri bildirilen Muşkilerden gelmektedir. M.Ö. II. Binin ikinci yarısında Orta Anadoluda Hatti egemenliğine son vererek doğuya doğru genişleyen Muşkilerin bir kolu Muş yöresine gelerek şehrin temelini atmıştır. Daha sonradan buradan Asur topraklarına girmişlerdir. Asur kaynaklarında İÖ. 12-8 yy. arasında adlarından sık sık bahsedilen Muşkilerin İÖ. 12 yy. ilk yarısında büyük bir ordu ile Toros dağlarını aşarak güneye indikleri ve Asurun sınır kentlerini tehdit ettikleri biliniyor. Bu dönemde Muşkilerin bir kolu Muş kentini kurarak buraya yerleşmiş olabilirler.

Muşun kuruluşu ve adına dair diğer bir rivayet ise dini kaynaklıdır. Buna göre, Muşun Hz.Nuhun oğlu Yasefin (Yusuf) torunu Muş oğullarınca kurulduğu rivayet edilmektedir. Öte yandan, Muş Arapçada Şeffaf, Parlak Farsçada ise Nehirlerde yolcu taşıyan küçük gemi anlamlarına gelmektedir.

İlk çağda Muş'u da içine alan bölgeye Taronitit deniyordu. Bu bölgenin merkezi durumundaki Muşun adı da kimlik kaynaklarda Taron olarak geçmektedir. Aynı kelime, islam çağlarında Taron olarak kullanılmıştır.

Kaşgarlı Mahmutun Divan-ı Lügat-i Türk adlı eserinde yer alan deyimde

Öldeçi sıçgan muş ayakı kaşır.
Ölecek sıçan kedi aşağı kaşır.

Buradan da Muş kedi manasına geldiği görülmektedir.
 
Evliya çelebi�nin gözü ile muş

EVLİYA ÇELEBİ�NİN GÖZÜ İLE MUŞ

Van eyaleti hükmünde Van deryası sahilindeki Tahtuvan subaşılığına iki menzil ve Bitlis�e bir menzil yakındır. Şerefname tarihinin dediğine göre bu Muş şehri, Azerbaycan şehirlerinden bir tanesi idi. Sonra Van deryasının kuzeyinde (Adilcevaz ) kalesi yakınındaki Süphan dağında halen mahfuz durup 40-50 senede bir ses duyulur, 70-80 senede bir kere 5- 10 gün kadar Süphan kayasından kuyruğunu çıkarır bir yedi başlı ejder, o asırda fırsat bulup bütün Nemrutluları yiyerek Allah�ın emriyle yine Süphan dağındaki mağarasına girip mahpus kalmıştır. Sonra yine Nemrut lâin kavmine Cenab-ı Hak Muş sahrasında bir büyük fare hâsıl edip bütün Nemrutluları yedirerek Muş ahalisini helak ettiği için şehrin adına (Muş) derler. Muşun çıktığı büyük mağara halen görülür. Bu mağara içinde olan fare ve sıçan başka bir diyarda yoktur. Allah�ın emriyle İskender�in Filkos namındaki hekiminin tılsımı sebebiyle Muş Sahrasında asla sıçan olmaz. Timurlenk Al-i Osman üzerine hareket edince bu Muş şehrini ve kalesini harap, halkını kebap, evlerini türap eylemiştir ki halen haraplı eserleri görülür. Şehir, Muş sahrasının ağzında bir dağın eteğindedir.
 
Muş'un tarihi

MUŞ�UN TARİHİ

İLK ÇAĞDA MUŞ

Muş�un ilk çağ tarihi Urartu�larla başlar, ne var ki Muş�un dahil olduğu Doğu Anadolu�nun yüksek düzlüklerindeki M.Ö. II.bin�e ait yerleşmeleri, henüz yeterince gün ışığına çıkarılamadığından, Urartu�ların atalarının kimler olduğu kesin olarak bilinmemektedir.

Doğu Anadolu�nun bilinmeyenlerle dolu karanlık tarihi dönemleri, Asur kaynakları ve kitabeleriyle bir ölçüde aydınlanmıştır. İlk çiviyazılı kaynaklar Asur Kralı 1. Salmanassar (M.Ö.1274-1245) dönemine aittir. Asur kaynaklarına göre Doğu Anadolu�nun dağlık yörelerinde Nairi Konfederasyonu adı altında birbirinden bağımsız küçük beylikler vardı. Asurluların baskısı altında yaşayan bu beylikler 1. Salmanassardan önceki Asur kralının ölümünü fırsat bilerek ayaklandılar. 1. Salmanassar bu başkaldırıyı bastırmak amacıyla Urartu topraklarına girdi. Asur�luların Urartu-Nairi ayaklanmalarına karşı giriştiği saldırılar aralıklarla 400 yıl kadar sürdü.

Urartu�ların tarih sahnesine çıkışları M.Ö. XIII. YY�a rastlamakla birlikte devlet olarak teşkilatlanmaları MÖ. IX. YY.�dadır. Önceleri dağınık bir konfederasyon durumunda olan Urartu�lar Asur Kralı III. Salmanassar�ın çağdaşı olan ilk Urartu Kralı Aramu (MÖ.850-840) dan sonra birleşik bir krallık durumuna geldiler.

Urartu devletinin gerçek kurucusu Aramu�dan sonra kral olan I. Sarduri (MÖ.840-830) dir. Kral İşpuini dönemi (MÖ.830-810) Urartuların büyük bayındırlık işlerine giriştikleri, Menuas dönemi (MÖ. 810-786) Urartu devletinin Ön Asya�nın en güçlü devleti durumuna geldiği ve devletin egemenlik alanının genişlediği dönemdir. MÖ. VIII. YY. ortalarında, Urartu Devletinin egemenliği tüm Doğu Anadolu Bölgesine yayıldı. 1. Argişti (MÖ. 786-764) den sonra yerine geçen oğlu II. Sarduri�nin dönemi (MÖ. 764-735) Urartu Devletinin zirvesi sayılmaktadır. Muş Varto� nun Kayalıdere mevkiinde 1965�te yapılan kazılarda ortaya çıkarılan Urartu kalesi bu Kralın dönemine aittir.

Urartu Devletinin bundan sonraki tarihi Asurlular, Kimmerler ve İskitlerin bitmez tükenmez saldırılarıyla sürdü, Urartu Devleti, MÖ. 585�te İskid akınları sonunda yıkıldı.

Muş�un Urartu Devleti için önemi krallığın batı yolunun önemli bir merkezi durumunda olmasından geliyordu. Başkent Tuşpa�dan batıya giden yol Malazgirt Ovasını geçtikten sonra Murat Irmağı vadisi boyunca Varto�nun güneyinden Muş Ovasına varıyor. Buradan batıya yöneliyor, Bingöl üstünden Elazığ-Malatya yolu ile de Orta Anadolu ve Kuzey Suriye�ye uzanıyordu.

Muş�un ilk çağ tarihinde Urartular�ı Medler takip etti. Günümüz İran Azerbaycan�ında yaşamakta olan Medler, Asur Devleti�ni ortadan kaldırdıktan (MÖ 609) sonra Muş Ovası�na yöneldiler. Medler, Kimmer-İskit saldırılarından yorgun düşen Urartu Devleti�ni, tarih sahnesinden silmekte zorlukla karşılaşmadılar. Ne var ki, Medler�in Doğu Anadolu�daki hâkimiyetleri fazla uzun sürmedi. Persler, Med ordusunu yenerek (M.Ö. 550) bu devleti ortadan kaldırdılar.

Persler�in Doğu Anadolu�daki hâkimiyetleri yaklaşık 200 yüzyıl kadar sürdü. Persler, I.Dareios zamanında güçlerinin zirvesine çıktılar. Muş ve çevresi Pers hâkimiyetinde Babil Büyük Satraplığı içinde yer aldı Pers döneminin en önemli gelişmesi, İmparator II. Artakserkses�e karşı baş kaldıran küçük kardeşi Kiros�un, savaşı kaybetmesi ve �Onbinler� diye anılan yenik ordusuyla ünlü Anabasis yürüyüşünü gerçekleştirmesidir. (MÖ 401) �Onbinler� Aras ve Kelkit vadilerine doğru çekilirken Bingöl ile Muş arasındaki alanları geçmişlerdir. Bu ordunun çekilişini yöneten Yunanlı komutan ve tarihçi Ksenofon, Muş ve çevre yaylalarında yaşayan halkın oymak hayatı sürdürdüğünü, ordusuna buğday, arpa, sebze, et ve binek atı sağladığını anlatır.

Muş ve çevresi, uzun yüzyıllar Romalıların, Partların ve Ermeni derebeylerinin hâkimiyet mücadelelerine sahne oldu. Doğu Anadolu�nun bu bölgesi adı geçen devletler arasında sık sık el değiştirmesine rağmen, bu mücadelelerden üstün çıkan taraf Partlar oldu, Roma İmparatorluğu�nun üstünlüğü hiçbir zaman kalıcı olmadı. Partlar�la, Romalılar arasındaki bitmez tükenmez savaşların sonuncusu 215-216�da gerçekleşti. Roma İmparatoru Macrinus, Nisibis, (bugünkü Nusaybin)�i bırakarak geri çekilince, Güney Doğu Anadolu�dan Fırat�ın batısına kadar olan Roma hakimiyeti sona erdi (217).

Part ve Pers kökenli Sasani hanedanından gelen I.Ardeşir�in İran�da kurduğu Sasaniler Devleti (MS 226), Doğu Anadolu�nun tarihinde yeni bir güç olarak ortaya çıktı. Sasaniler, çok kısa bir süre içinde hâkimiyet alanlarını genişleterek Roma İmparatorluğunun en büyük rakipleri oldular. Geçmiş Yüzyıllardaki Roma Part mücadeleleri yerini artık Roma- Sasani mücadelelerine bırakmıştı.

Sasani�lerin hâkimiyeti yaklaşık 400 yıl sürdü. Roma İmparatorluğu�nun ikiye ayrılmasıyla ilkçağ sona erdiğinde Doğu Anadolu, bu kez uzun yıllar sürecek Bizans-Sasani mücadelelerine sahne olacaktı.


ORTAÇAĞDA MUŞ

Muş ve çevresindeki Sasani hâkimiyeti İmparator Heraklios döneminde Bizans Ordularının Sasani kralı Şahbaraz�ı yenmesiyle sona erdi. Bu arada, VII. yy başında gelişen Arap akınları sırasında Arap komutanlarından Saad ibn Vakkas, Sasani ordusunu bozguna uğratınca (637), Sasani devleti de çöktü. Araplar Muş�un güneyine kadar gelmelerine rağmen Muş ve çevresine Bizans ordusu sahip çıktı.

Muş ve çevresi Arap akınları döneminden başlayarak Türklerin Bizans ordusunu Malazgirt�te bozguna uğratmasına kadar (1071) Bizans hâkimiyetinde, Taron (Taran) Theması idari bölgesinde yer aldı. Bölge bütün ortaçağ boyunca bu adla anıldı. Müslüman Arap ordularının Anadolu�ya akınları 640�da başladı. Halife Ömer devrinin sonlarına doğru 641�de İyaz bin Ganın komutasında Bir Arap ordusu Bitlis, Ahlat ve Muş�u aldı. Habib bin Mesleme ve Salman bin Rabia bu bölgeye ikinci bir sefer düzenlediler. (642) Ahlat ve çevresindeki beyleri idareleri altına aldılar. Ne var ki Arap Müslümanlarının hakimiyeti sürekli olmadı sık sık kesintiye uğradı.

Muş, Bitlis ve çevresi, Muaviye zamanında bir ara Bizans hâkimiyetine geçtiyse de Emevi�ler yöreyi yeniden denetimleri altına almakta gecikmediler. Halife Abdulmelik zamanında Muhammet bin Mervan, Muş ve çevresini Diyarbakır Amirliğine bu amirliği de El Cezire Genel Valiliğine bağladı.

Muş ve çevresi Emevi�lerden sonra Halifeliği ellerine geçiren Abbasilerin ilk yıllarında Avasım Bölgesi sınırları içinde yer aldı. Sonraki yıllarda Abbasilerin yöredeki hâkimiyetleri zayıflayınca Muş ve çevresi Bagradiler den Bagrad adlı prensin yönetim merkezi oldu. Bagrad�ın Bağdat�a gönderilmesi üzerine bu prensin yönetiminden hoşnut olmayan Muş�lular ayaklandılar. Ayaklanma sırasında Vali Yusuf Bin Abi Said Al-Marvazi öldürüldü. Bu olaydan sonra Muş Bagrat Krallığına bağlandı. X.yy�ın ikinci yarısı ile XI.yy�ın ilk yarısında Muş, Ahlat ve çevresi doğuya doğru genişlemek isteyen Bizans İmparatorluğu ile Doğu Anadolu� ya hakim olan Abbasiler arasında sık sık el değiştirdi.

Selçuklular Dandanakan Savaşında (1040) Gaznelileri yenip bir devlet olarak tarih sahnesine çıkınca Tuğrul Bey�in sultanlığı devrinde Abbasiler Selçukluların koruması altına girdiler. Tuğrul Bey Selçukluların Doğu Anadolu�ya düzenledikleri seferlerden birinde Malazgirt�i kuşattı (1054) Bu seferle birlikte Selçuklularla Bizanslılar arasında Doğu Anadolu�daki hakimiyet mücadelesi başlamış oluyordu.

Sultan Tuğrul Bey�in ölümünden sonra Selçukluların başına geçen Sultan Alparslan Malazgirt Kalesini ele geçirip, Suriye�ye yönelince Bizanslılar Selçuklu Türk�lerini kesin yenilgiye uğratmak için İmparator Diogenes komutasında büyük bir orduyla Doğu Anadolu�ya bir sefer düzenlediler. Bizans Ordusu Malazgirt�i kuşatıp, ele geçirdi ve kaledeki bütün Müslümanları kılıçtan geçirdi. Bizans ordusunun Doğuya yöneldiğini haber alan Sultan Alparslan Güneye seferinden vaz geçti. Hızla Anadolu�ya yöneldi. Malazgirt önlerine geldiğinde kalenin Bizanslıların eline geçtiğini görünce savaş hazırlıklarına başladı. Romanos Diogenes�e bir elçi yollayarak barış teklifinde bulundu. O yüzyılın en kalabalık ordusunu toplamış olan İmparator, Sultan Alparslan�ın barış teklifini reddetti.

Alparslan Türklerin Turan diye anılan klasik savaş taktiğini uygulayarak ordusunu dörde ayırdı. Bu taktiğe göre Selçuklu ordusu biri merkezde ikisi yanlarda, biride merkezdeki birliklerin önünde olacak şekilde mevzilendi. Sultan Alparslan Merkezdeki kuvvetin önündeki az sayıdaki birlikle birlikte saldırıya geçti. Bu kuvvet kısa süren bir çatışmanın ardından yenilmiş görünerek geriye merkeze doğru çekildi. Türklerin yenilgiye uğrayıp geri çekildikleri sanan Bizans ordusu karşı saldırıya geçince sağ ve sol tarafta mevzilenmiş olan Selçuklu kuvvetleri, Bizans ordusunun artlarına sarkarak kıskaç içine aldılar savaş kısa sürede sona erdi. Bizans ordusu büyük kayıplar verdi. İmparator Romanos Diogenes esir edildi. Sultan Alparslan Romanos Diogenes�le antlaşma yaptı ve daha sonra onu serbest bıraktı.

Malazgirt Savaşının sonuçları büyük oldu. Bu savaşla Anadolu�nun Türkleşmesi dönemi başladı. Sultan Alparslan komutanlarından Anadolu içlerine seferler yapmalarını istedi. Böylece Muş ve çevresi kesin olarak Türklerin hâkimiyeti altına girdi.

Muş ve çevresi 1100 de Selçuklu hanedanlarından Melikşah�ın amcası Yakuti�nin oğlu olan Kutbettin İsmail�in kölesi Sökmen El-Kutbi Ahlat�lıların daveti üzerine Ahlat�a gelerek Van Gölü çevresinde Ahlatşahlar Beyliği�ni kurunca bu beyliğin sınırları içerisine katıldı. Ahlatşahlar zamanında Muş, Malazgirt ve çevresi tamamen Türkleşirken Muş�da doğunun kalkınmış ve zengin şehirleri arasında yerini aldı. Muş ve çevresi Ahlatşahlar, Artuklular ve Eyyubilerin hâkimiyet mücadeleleri sırasında birkaç defa el değiştirdi. 1191�de Eyyubi Meliki, Malazgirt Kalesini kuşattı ve kaleyi mancınıklarda dövmeye başladı. Erzurum Hükümdarı Saltuk�un kızı Mama Hatun, başında bulunduğu askeri kuvvetlerle Ahlatşahların yardımına gelince kuşatma kaldırıldı. Muş ve çevresi, tekrar Sökmenliler�in idaresine geçti. 1196�da Ahlatşahı Beg Timur�u öldürerek yerine geçen kölesi ve damadı Aksungur, hükümdarın karısını ve oğlunu Muş Kalesine hapsetti. Ahlatlılar Aksungurun ölümünden sonra Beg-Timur�un oğlu Muhammet�i hapisten çıkararak 1197�de hükümdar ilan ettiler.

Ahlatşahlar�daki bu karışıklıklardan yararlanmak isteyen Suriye Eyyübileri�nden Necmettin Eyyüb, Muş şehrini ele geçirince Ahlatşahlar�da Erzurum Meliki Tuğrulşah�tan yardım istediler. Tuğrulşah, Eyyübileri Muş�tan çıkarıp Ahlatşahlar�ın hükümdarı Balaban�i öldürerek bu ülkeye sahip olmak istediyse de halk Tuğrulşaha ayaklandı. Tuğrulşah önce Malazgirt�e çekildi ve burada da tutunamayarak Erzurum�a geri döndü. Muş ve çevresi, Ahlatşahlar Devleti�nin 1207�de yıkılmasından sonra Necmettin Eyyubi�nin eline geçti.

Necmettin Eyyübi Ahlat halkına kendisini kabul ettiremedi. Ahlatşahlar ülkesi, Gürcüler�in baskınlarıyla perişan edildi. Moğol tehlikesinden kaçan Celalettin Harzemşah Doğu Anadolu�ya girdiği sırada Van, Ahlat,Erciş, Muş, Malazgirt ve Bitlis çevresi Suriye Eyyübileri�nin kontrolü altında idi. Gürcüleri ezerek Ahlat�a gelen Harzemşah Celaleddin, Ahlatı kuşattı ve o devirde Kutbet Al-Islam sıfatını taşıyan Ahlat�a girerek, şehri üç gün boyunca yağmalattı. Bu arada Malazgirt ve Muş çevresi de bu yağmadan kurtulamadı. Ahlatşahlar�ın bir kültür merkezi haline getirdiği belde böylece, bir diğer Türk hükümdarı tarafından perişan edilmiş oldu. Harzemşah�ın Islam Türk dünyasındaki yanlış politikası üzerine harekete geçen Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat, 10 Ağustos 1230�da Yassıçemen�de Harzemşah�ın ordusunu perişan etti. Harzemşah Celaleddin, kaçarken Dersim Dağlarında öldürüldü. Muş ve çevresi Anadolu Selçuklu idaresi altına girdi.

Alaeddin Keykubat Iran üzerinden gelen Moğol tehlikesine karşı topraklarını korumak için hazırlıklarda bulunurken Moğollar�ın önünden kaçan Türkmenleri Malazgirt ve Muş çevresine yerleştirerek bunlardan yararlanmayı düşündü. Malazgirt ve Muş Kalelerine askerler yerleştirdi ve suları tamir ettirdi. Alaeddin Keykubat�ın ölümünden sonra Anadolu Selçuklu Devletinde Alaeddinin yerini dolduracak değerli bir devlet adamı çıkmayınca Moğollar hızla Doğu Anadolu�ya girdiler. 1243 Kösedağ Savaşıyla Anadolu tamamen Moğollar�ın egemenliğine girdi. Muş ve çevresi de Moğol tahribat ve katli***** uğradı.

Muş ve Malazgirt Moğollar�dan sonra Iran, Doğu Anadolu ve Irak havalisinde kurulan İlhanlılar Devleti�nin idaresine geçti. Ne var ki, Doğu Anadolu, hiçbir zaman Ahlatşahlar zamanındaki zenginliğine ve kültür yüksekliğine ulaşamadı. Ilhanlılar�ın Iran�da yıkılmasından sonra Muş ve çevresindeki Türkmenler. Bağdat�ta hüküm süren Celayirliler�in hanı Sultan Üveys (1356-1357) zamanında katliama uğradılar. Bu esnada Bu esnada Doğu Anadolu�da Karakoyun ve Akkoyun Türkmenleri hâkimiyet kurmak için mücadeleye başladılar. Doğu Anadolu�ya hâkim olan Karakoyunlu�lar zamanında Muş, bu beyliğin sınırları içerisinde kaldı.

Bu arada İran üzerinden batıya doğru ilerleyen Timur tehlikesi ortaya çıktı. Timur�un önünden kaçan Türkmen boyları Karakoyun�lu topraklarına girince Karakoyunlu hükümdarınca Muş, Bulanık Malazgirt ve Varto�nun dağlık kesimlerine yerleştirildiler. Karakoyunlu hükümdarı Kara Yusuf, Timur�a karşı koyamayınca Osmanlılara sığındı. Karakoyunlu topraklarına giren Timur girdiği her yerde yaptığı gibi Muş ve Malazgirt�i de tahrip etti, halkı kılıçtan geçirdi. Evliya Çelebi seyahatnamesinde Muş şehrinden bahsederken Timur�un Muş�ta yaptığı tahribatın izlerinin hala mevcut olduğunu söyler.

Timur Osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıt�ı l402 yılında Ankara savaşında mağlup edince Anadolu tamamen Timur�un kontrolü altına geçti. Timur Çin seferine gitmek için Anadolu�dan ayrıldıktan sonra Anadolu�da Osmanlı şehzadeleri arasında taht kavgaları başladı. Doğu Anadolu�ya geri dönen Karakoyunlu Yusuf. Beyliğini yeniden kurdu. Kara Yusuf�un ölümünden sonra Akkoyunlular Karakoyunluları tehdit etmeye başladılar.

Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan ordusunu Muş Ovası� nı doğudan çeviren dağların gerisine gizleyerek Karakoyunlu hükümdarı Cihanşah �ı beklemeye başladı. Pusudan habersiz ihtiyatsız hareket eden Cihanşah bir gece baskınında ele geçirilip öldürüldü. Uzun Hasan böylece Karakoyunlu Devleti�nin çöküşüne zemin hazırladı ve Doğu Anadolu�yu hâkimiyeti altına aldı.

Osmanlılarla komşu olan Akkoyunlu hükümdarı, bütün Anadolu�ya hâkim olmak için Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmet�le 2 ağustos l473 �de Otlukbeli�nde savaşa tutuştu. Uzun Hasan, bu savaşta yenilince ülkesi sarsıldı. Uzun hasan,l478�de ölünce Akkoyunlular�da iç karışıklıklar baş gösterdi. İran�da şeyh Seyfettin Erdebili neslinden şeyh Haydar�ın oğlu olan Şah İsmail, İran ve Akkoyunluların toprakları üzerinde Safeviler Devleti�ni kurdu. Şah İsmail�in annesi Alemşahbanu Uzun Hasan�ın kızıdır. Şii itikadını benimseyen Şah İsmail, Doğu Anadolu �da sünni Türkmenlerin arasında katliama başladı. Akkoyunlu Türkmenleri�yle Şah İsmail arasındaki mücadeleden en çok Doğu Anadolu halkı acı çekti.

Muş ve çevresi Ahlatşahlar yönetimindeyken tamamen Türkleşmiş ve Ahlatşahlar�ın imar faaliyetleriyle de Doğu Anadolu�nun zengin yörelerinden biri haline gelmişti. Marco Polo XIII yy ortalarında Muş ve Mardin�de pamuk baharat ve çeşitli kumaşların çok miktarda imal edildiğin kaydeder Muş ve çevresi Moğolların ve Timur�un tahribatından bir hayli etkilendi ve geriledi. Şehirleri terk eden Türkler köylere ve yaylalara doğru çekilip çiftçiliği bırakarak hayvan beslemeye başladılar. Akkoyunlu Uzun Hasan zamanında Uzun Hasanı ziyaret eden İtalyan elçisi Barbaro Muş�tan bahsederken şehrin meskûn ve kalesinin müstahkem olduğundan söz eder.

YENİÇAĞDA MUŞ

Osmanlı Sultanı II Beyazıt zamanında kuvvetlenen Şah İsmail Anadolu�da hâkimiyetinin kurmaya çalışılırken aynı zamanda müritlerini de el altında Anadolu�nun çeşitli yerlerine göndererek Osmanlılar aleyhine isyanlar çıkartmaya başladı. Şehzade Yavuz Trabzon Valiliğinde bulunduğu yıllarda Şah İsmail�in durumu yakından takip ederek tehlikenin farkına vardı. Babasıyla girdiği taht mücadelesinde galip çıkıp Osmanlı tahtını ele geçirdiğinde ilk işi büyük bir orduyla Doğu Anadolu�ya yürümek oldu. 23 Ağustos 1514�de Çaldıran�da Şah İsmail�i bozguna uğrattı. Böylece Doğu Anadolu ve Tebriz Osmanlıların hâkimiyetine girdi.

Yavuz Sultan Selim Doğu Anadolu�da iken bu bölgedeki aşiretler İdris�i Bitlisi�nin önderliğinde Yavuz�un emrine girdiler. Yavuz Sultan Selim Doğu Anadolu�yu İran�a karşı korumak için bu aşiretleri birtakım derebeyliklere ayırarak onlara geniş imtiyazlar verdi bu aşiretlerden İran�a karşı uç beyleri olarak yararlanmaya çalıştı.

Kanuni zamanında Safeviler Doğuya saldırıp Erzincan�a kadar olan yerleşim bölgelerinde yağma ve katliama girişince Muş ve Malazgirt çevresi de tahrip oldu. Doğu seferine çıkan Kanuni İran içlerine sefer yaptı ise de da Doğu Anadolu�daki sınır çatışmaları Sultan IV Murat zamanında 1639 da yapılan Kasr�ı Şirin antlaşmasına kadar devam etti.
Osmanlı Devletinin mülki taksimatında Muş ve çevresi bazen Van eyaletine bağlı sancak merkezi bazen de eyaletin Bitlis Hanlığına bağlı bir nahiye oldu. Bitlis hanlığının ortadan kalkmasından sonra Muş Erzurum eyaletine bağlı sancağın merkezi olurken, Bitlis�te Muş�a bağlandı. 1700 yılları sonrasında Muş ve çevresinde bir nevi babadan oğula geçen yerel paşalık vardı.


YAKINÇAĞDA MUŞ

Muşta yerel paşalık yapan Aleaddin paşa zamanında 1794�te İran şahı Doğu Anadolu�ya girerek Muş ve Hınıs�ı yağmalattı. İran�lıların kışkırtmasıyla çıkan isyanları bastırmak için harekete geçen Osmanlı Devleti yardımcı kuvvet olarak yerel paşalardan asker toplarken Muş Beylerbeyi Aleaddin paşanın oğlu Emin paşadan da yardım aldı ve isyancı aşiretler üzerine yürüdü. 1821 de Kaçar hanedanından Fatih Ali Şahın veliahtı ve Iran şahı Abbas Mirza Doğu Anadolu�ya girerek Muş ve çevresini yağmaladı.

1826�da Sultan II. Mahmut Yeniçeri Ocağını kaldırırken Erzurum Eyaletinde Yeniçeri ağası olan Gürcü Osman Paşa, Muş Beylerbeyi Emin paşa tarafından yakalanarak Varto�ya getirilip idam edildi. Bu esnada Doğu Anadolu�daki yerel paşalar, nüfuslarını artırarak merkezi otoriteye karşı ayaklanmaya başladılar. 1839�da ilan edilen Gülhane Hattı Hümayunu� ile birlikte yerel beyliklere son verilmeye başlandı. Muş�un Bağlar Köyü yakınındaki Alaeddin Paşa oğullarının konağına hücum eden halk, konağı yağmaladı. Devlet Muş�ta yerel paşalığa son vererek burayı Erzurum�a bağlı sancak merkezi haline getirdi.

1889�da II. Abdülhamit Doğu Anadolu�da sükûneti sağlamak ve doğudan gelecek Rus tehlikesine karşı mahalli güçleri kullanmak için Hamidiye Alayları kurdurdu Hamidiye alaylarının paşaları yöredeki aşiret ağalarından seçildi. Aşiret ağalarının oğulları İstanbul�da açılan askeri okullarda eğitilerek Hamidiye alaylarının başına getirildi. 1890�lı yıllardan itibaren Doğu Anadolu�da Ermenilerin faaliyetleri başladı. Çeteler halinde hareket eden Ermeniler Muş, Bulanık, Malazgirt ve Varto köylerinde katliama giriştiler. Hıristiyan ve doğuda Rusların müttefikleri olmaları sebebiyle Ermeniler hem Avrupa âleminden hem de Çarlık Rusya�sından yardım görerek komiteler kurmaya başladılar. Dışarıdan Osmanlı Devletine baskı yaptırarak Doğu Anadolu�da bir Ermeni Devleti kurmak için harekete geçtiler. Hamidiye alayları doğuya dışarıdan gelecek tehlikelere karşı koymada yararlı olurken aşiret kavgalarında aynı başarıyı gösteremediler. Muş, Malazgirt, Varto ve Bulanıkta aşiret kavgaları alevlendi bazı Hamidiye alaylarının taraflı hareket etmesi üzerine yörede asayiş tamamen bozuldu ve aşiretler arası çatışmalar yoğunlaştı.

XIX. yy�ın sonları ve XX yy.ın ilk yıllarında Muş bölgesi harici teşviklerle körüklenen Ermeni Taşnakları�nın ihtilal hareketine sahne oldu. 1894�de Sason ihtilalini müteakip 1895 senesi içerisinde hükümetin kurduğu ve Erzurum�daki Fransa, İngiltere ve Rus Konsoloslarının katıldığı bir heyet Muş�ta toplanarak isyanın sebeplerini görüştü. 1901 senesinde Muş ovasında faaliyetlerde bulunan Ermeni çeteleri köyleri yağmaladılar ve hükümet kuvvetleri ile çarpıştılar. 1905�teki Ermeni baskınları Muş ve çevresine büyük zararlar verdi.


1.DÜNYA SAVAŞINDA MUŞ

1914�de 1. Dünya savaşlarında Osmanlı Ordusu�nun Kafkas seferi büyük hezimetle sonuçlandı. Rus orduları Doğu Anadolu�yu işgal etmeğe başladı. 1915 yılında Ruslar Eleşkirt ve Pasinler üzerinden Malazgirt�e doğru ilerlediler. Bundan cesaret alan Ermeniler Rus işgalini kolaylaştırmak için Muş Varto ve Bulanık�ta Müslüman köylerine baskınlar düzenlemeğe başladılar. Rusların desteklediği ermeni katliamlarından korkan halk Elazığ ve Diyarbakır tarafına kaçmağa başladı. 1915 yılının Şubat ayında Varto, 1916 yılında da Muş Rus ordusunun eline geçti. Rus ordusu içerisinde gönüllü askerlik yapan Ermeniler asırlar boyu beraber yaşadıkları Muş halkını katletmeğe başladılar. 1916 yılında Diyarbakır 16. Kolordu Komutanlığına Çanakkale�de başarı kazanmış olan Mustafa Kemal Paşa atanınca buradaki çatışmaların seyri değişti. Kısa zamanda toparlanmağa başlayan 2. Ordunun 16. Kolordusuna ait 8 tümen Muş çevresinde toplanmış, gönüllülerle 3 Ağustosta saldırıya geçti ve Kurtik dağları üzerinden Muş şehrine girdi. Rus birlikleri kontrolleri altındaki köylerde katliam yaparak geri çekildiler. Ne var ki Ruslar yeni birliklerin katılmasıyla yeniden saldırdılar ve Muş�a girdiler. Ama Rus işgali fazla uzun sürmedi. Türk ordusu 1917 yılının bahar aylarında karşı saldırıya geçerek 30 Nisan günü şehri Ruslardan geri almağa muvaffak oldu.

18 Ağustos 1917 de yapılan ateşkes antlaşmasına göre Ruslar Doğu Anadolu�dan çekildiler. Ruslar çekilirken ordunun ağırlıklarını Ermenilere bırakarak onları Türk�lere karşı harekete geçirmeğe çalıştılar.1. Dünya savaşının galipleri Mondros Mütarekesi Wilson prensipleri ve Sevr antlaşmasında açıkça görüldüğü gibi Doğuda Ermenilere devlet kurdurtmağa çalıştılar. Ermeniler de bu toprakları ele geçirmek özellikle Wilson prensiplerindeki maddeye göre bölgede çoğunluğu elde etmek için katliamlara giriştiler. Muş ve çevresi de bu katliamlara maruz kaldı.


KURTULUŞ MÜCADELESİNDE MUŞ


Sevr anlaşmasına dayanarak Doğuda devlet kurmak isteyen Ermeniler teşkilatlandırdıkları komitelerle katliamlarına devam ederken, Anadolu�da işgal edilmeye başlanmıştı. 19 Mayıs 1919�da Samsuna çıkan Mustafa Kemal Paşa Amasya tamimini yayınladıktan sonra Erzurum�a geçti. Bu sırada Doğu Anadolu halkı Ermeni katliamlarını durdurma ve Ermenilere karşı mücadele kararı alırken civar vilayetlere dağılmış olan Muş halkı da yeniden şehre dönmeye başladı. Ermenistan üzerinden Doğu Anadolu�ya giren Ermeni orduları, Kazım Karabekir Paşa komutasındaki Türk ordusunca yenilgiye uğratıldı. Gümrü Antlaşmasıyla da Doğu Anadolu işgal ve katliamlardan kurtuldu.


CUMHURİYET DÖNEMİ'NDE MUŞ

Cumhuriyetin ilânından sonra yurtta kalkınma hamlesiyle birlikte önemli inkılâplar yapılmaya başlandı. Bu inkılâplara tepki. Olarak Doğu Anadolu' da Şeyh Sait İsyanı patlak verdi. Bu isyanı destekleyenlerin başında Ha-midiye Alayları'nın komutanlığını ya*pan ve doğuda büyük nüfuzu olan Halit Paşa da bulunuyordu. Halit Paşa'nın Osmanlı Devleti'nin çöküşü sırasında kurulan zararlı cemiyetler*den Kürt Teali cemiyetiyle yakından ilişkisi vardı. Hamidiye Alayları'nın gücüne güvenen Halit Paşa, dışar*dan da destek göreceğini umarak isyan etmek için yöre halkından kuv*vet toplamaya başladı. T.B.M.M. Bit*lis Mebusu Yusuf Ziya Bey'le anlaştı. Kendisi Doğu Anadolu'da ayaklanır*ken bir yandan da isyanının amacını diğer Cemiyeti Akvama duyurarak olayı milletlerarası mesele haline ge*tirmeye çalıştı. Halit Paşa bu maksat*la Varto'nun Kereç Köyü'nde aşiret ağalarıyla yaptığı toplantıda umduğu desteği bulamadı. Bunun üzerine kendisine katılmayan ağaları, Ankara Hükümeti'ne isyan etmiş gibi göster*meye çalıştı. Aşiretler üzerine yaptığı baskınlarla Varto ve Bulanık çevre*sinde yağmalama hareketlerinde bu*lundu. Olayın aslı anlaşılınca Halit Bey Erzurum'a davet edilerek orada Kolordu Divanı Muhasebat Komisyon Reisliği vazifesiyle alıkondu ve miralay rütbesi verildi. Erzurum'da siyasi faaliyetlerine de*vam eden Halit Paşa bu sefer şeyh*lere yanaşmayı denedi. Türkiye Cumhuriyeti'nin çıkarmış olduğu ka*nunları İslam'ın aleyhine göstererek Şeyh Sait'in desteğini aldı. Pasinler depremi sebebiyle Erzurum'a gelen Mustafa Kemal Atatürk, Halit Bey'in faaliyetlerini öğrenerek tutuklanması*nı emretti. Bitlis Cezaevi'nden Şeyh Sait'le haberleşen Halit Bey, isyanın bastırma emrini verdi. 5.2.1925'de Doğu Anadolu'da büyük bir isyan çıktı. Şeyh Sait'in kuvvetleri dört kola ayrılarak Doğu Anadolu'ya yayılırken dördüncü kol Muş, Varto, Malazgirt ve Göynük çevresini işgal etmeye çalıştı. Varto'yu ele geçiren isyancılar Muş'a ilerledilerse de Muş Vali Vekili Sırrı Bey, halktan topladığı yardımcı kuvvetlerle Murat KöPage Rankingüsü civarında Şeyh Sait'in isyancılarını mağlup etti ve isyancıların Varto'ya geri çekilme*sini sağladı. Bu olaylar esnasında Halit Bey ve Yusuf Ziya, Bitlis Cezaevinde idam edildi. Dört ayrı yerdeki isyanın üçü bastırılınca Şeyh Sait Varto'ya gelerek Bulanık üzerinden İran'a geçmeye çalıştı. Şeyh Sait'in önderliğinde Muş'a doğru tekrar iler*leyen isyancılar, Muş-Varto arasında*ki tarihi Abdurrahman Paşa KöPage Rankingüsü üzerinde askeri kuvvetlere teslim ol*mak zorunda kaldı. Böylelikle Muş halkının desteklemediği, ama Var*to'ya büyük zararlar vermiş olan Şeyh Sait isyanı sona erdi.
 
Muş'un coğrafi yapısı

MUŞ�UN COĞRAFİ YAPISI

İlimiz Doğu Anadolu Bölgesindedir. 39 29� ve 38 29� kuzey enlemleriyle 41 06� ve 41 47� doğu boylamlarının arasındadır. Yüzölçümü 8196 km2�dır. Türkiye yüzölçümünün yüzde 1,1�ini kaplar.

Muş, doğudan Ağrının Patnos ve Tutak, Bitlis�in Ahlat ve Adilcevaz, kuzeyden Erzurum�un Karayazı, Hınıs, Tekman, Karaçoban, batıdan Bingöl�ün Karlıova ve Solhan, güneyden ise Diyarbakır�ın Kulp, Siirt�in Sason ve Bitlis�in Güroymak ve Mutki ilçeleri ile çevrilidir.

Muş Güney Doğu Toros Dağlarının uzantısı olan Haçreş dağlarının önemli zirvelerinden Kurtik Dağının kuzeye bakan yamaçlarında, Çar ve Karni derelerinin aktıkları vadiler arasında kuruludur.

YERYÜZÜ ŞEKİLLERİ

Muş yüksek ve dağlı bir yörededir. İl alanının yüzde 34,9�nü kaplayan dağlar, Güney Doğu Torosların uzantılarıdır.

Bu dağlar, Alp-Himalaya kıvrım sistemiyle birlikte oluşmuş genç dağlardır. Rakım, genellikle 1250 metrenin üzerindedir.

Genç ve verimli alüvyonlarla örtülü ovalar, il yüzölçümünün yüzde 27.2�sini kaplar. Murat vadisi il topraklarını doğu-batı doğrultusunda parçalamıştır. Genellikle 1500-1700 m rakımlı platolar il alanının yüzde 37.9�nu kaplar..

DAĞLAR

Güneydoğu Toros Dağları�nın uzantıları Muş il alanını çevreler. Eskiden gür ormanlarla örtülü olan bu genç dağlar, zamanla çıplaklaşmıştır. Muş ilinin başlıca önemli dağları Akdoğan (Hamurpet), Şerafettin, Bilican, Bingöl, Haçreş (Karaçavuş, Çavuş), Otluk ve Yakupağa dağlarıdır.

Akdoğan (Hamurpet) Dağı: Muş�un kuzeyinde yer alır. Doğrultusu kuzeydoğu-güneybatıdır. Bu doğrultudaki uzunluğu yaklaşık 30 km, genişliği ise kuzey�güney doğrultuda 10 km�dır. En yüksek zirvesinin rakımı 2879 m�dir. Muş�un önemli göllerinden olan Akdoğan (Hamurpet) Gölü bu dağın üzerindedir.

Şerafettin Dağları: Muş il alanının batısını engebelendirir. Büyük bölümü Bingöl ilinde kalan bu dağlar, doğu-batı doğrultulu çok yüksek ve düzenli bir sırt görünümündedir.

Bilican Dağları: Bulanık ve Liz Ovaları arasında yer alır. Doğrultusu kuzeybatı-güneydoğudur. Haçlı (Kazan, Bulanık) Gölünün kuzeybatısında balıksırtı biçiminde uzanan bu dağlar daha sonra düzenli bir biçim alır.

Rakım güneye inildikçe artar. Bilican Dağları, Bulanık ilçesine doğru düzenli biçimde alçalarak uzanır. Burada Laris Tepesini oluşturduktan sonra birden kesilir.

Bilican Dağlarının en yüksek zirvesi 2950 m. Rakımlı, Bilican Tepe (Ziyaret Tepe, Vangesor Tepesi) dir. Diğer önemli zirveleri Avni Kalesi Tepesi (2754 m), Şeyhtokum (2300 m), Karaburun (2500 m) ve Hasan Tepeleridir.

Bingöl Dağları: Muş il alanının kuzey batısında yer alır. Bu dağların büyük bölümü Erzurum ilinde kalır. Doğu-batı doğrultusunda uzanan Bingöl dağları Muş il alanını engebelendirir.

Otluk Dağları: İl alanının ikiye ayırırcasına kuzey batı güneydoğu doğrultusunda uzanır. Rakım genellikle 2000 m dolayındadır. En yüksek zirvesi ise 2155 m yüksekliğindedir.

Haçreş (Karaçavuş, Çavuş) Dağları: Muş ilçe merkezinin güney-batısında kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda uzanır. Muş şehri bu dağların önemli zirvelerinden olan Kurtik Dağı (2645 m)�nın kuzeye bakan yamaçlarında kurulmuştur.

Yakupağa Dağları: Muş il alanının güneydoğusunda uzanır. Doğrultusu doğu-batıdır. Muş-Van illeri arasında tabii bir sınır oluşturacak biçimde uzanan bu dağların önemli bölümü Van�dadır.


PLATOLAR

Platolar il alanının 37,9�nü oluşturur. İl alanının kuzey ve kuzeybatısında yer alan bu platolar Murat vadisinin tavanı ile bu dağların zirveleri arasında sıralanır. Az dalgalı ve kalın bir toprak tabakası ile örtülüdürler. Bol sulu ve otludurlar. Bu nedenle Muş tarımının en gelişmiş dalı hayvancılıktır.
VADİLER VE OVALAR

Muş ilindeki vadiler Murat Irmağı ve kollarınca açılmıştır. Bu vadilerin en önemlisi Murat Vadisidir. Muş il alanının yüzde 27,2�sini ovalar oluşturur. En önemlisi Muş, Bulanık, Malazgirt ve Liz Ovalarıdır.

Murat Vadisi: İl alanının kuzey batısında başlar. Başlangıçta kuzey güney doğrultulu derin bir boğaz biçiminde olan vadi sonra batıya döner. Bulanık ovasına girer. Vadi tavanı Muş ovasında genişler. Ovanın çıkışında yeniden derinleşir. Murat Vadisi Ulukaya Köyünün güneyinde il sınırlarının dışına çıkar.

Muş Ovası: Türkiye�nin en büyük ovalarından biridir. Alanı yaklaşık 1650 km2�dır. Uzunluğu 80 km, genişliği ise 30 km� yi bulur. Basamaklı bir yapı gösterir. Ovanın güneyini Haçreş Dağları çevirir. Kuzeyde ise Şerafettin Dağları ve bu sıranın uzantıları vardır. Muş ovasının doğu ucunda Nemrut Dağı yer alır. Batı ucunda ise dağlık alanlar vardır. Muş ovası 3. Jeolojik zamanın miyosen dönemi ortalarına kadar bir birikinti iken yer kabuğu hareketleri sonucu bir çöküntü alanına dönüşmüştür. Bu alan sonraki jeolojik dönemlerde yeni alüvyonlarla da örtülerek verimli bir alan durumuna gelmiştir.

Bulanık Ovası : İlin doğusundadır. Yüzölçümü 525,2 km2�dır. Bu ova Murat ırmağı boyunca uzanan ince bir şerit görünümündedir. Genişliği ancak birkaç km. olan ovanın uzunluğu yaklaşık 20 km. kadardır. Bulanık ovasında genellikle tahıl ve bol miktarda koyun ve sığır yetiştirilmektedir.

Liz Ovası : Bilican Dağlarının güneyinden başlar Murat Irmağına kadar uzanır. Yüzölçümü 160 km2�dır. Dalgalı bir yapı gösterir. Rakım Murat Irmağına doğru artar. Geniş kesimi mera olan Liz Ovasında tahıl, koyun ve sığır yetiştirilir.

Malazgirt Ovası: Muş il alanının doğusunda yer alır. Yüzölçümü yaklaşık 450 km2�dir. Murat ırmağı ovanının kuzeybatısında geçer. Malazgirt ovası güneyde Süphan Dağı ve uzantıları ile Van Gölünden ayrılır. Yer yer bu dağlardan inen akarsularca yarılmış olan ova geniş bir bozkır görünümündedir.
AKARSULAR

Muş il alanı Fırat Havzası içindedir. İl topraklarını sulayan önemli akarsular Murat ile onun kolu olan Karasu�dur.

Murat Irmağı: Van Gölünün kuzeyindeki Aladağ�dan doğar. Uzunluğu 600 km kadardır. Muş il sınırlarına kuzey doğudan girer. Kuzey-güney doğrultusunda bir süre akan ırmak bu sırada birkaç küçük dereyle ve doğuda da Karakaya Deresiyle birleşir. Debisi 200�300 m3�tür. Debi ırmağın kabardığı zamanlarda 2500 m3 bulur. Suyun azaldığı zamanlarda ise 50�70 m3 kadar düşer. Murat ırmağını besleyen diğer akarsular şunlardır: Badişah, Şehit, Heftreng, Körsuyu, Liz, Köşker dere ve çaylarıdır.

Karasu: Güroymak�dan doğar. Muş il sınırlarına güneyde girer. Uzunluğu 68 km kadardır. Kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda akar. Başlıca kolları Daralı ovadan kaynağını alan 27 km uzunluğundaki Abdulbahar, Kazana Tepesinden doğan 35 km

uzunluğundaki Kelereş ile Çar ve Karni�dir. Muş il sınırları içindeki diğer önemli akarsular şunlardır: Aynı adlı dağdan doğan Çiçekveren Deresi (13 km), Aktuzladan doğan Heronek suyu (24 km), Bilican dağından kaynağını alan Liz Suyu (32 km), Kımsoradan doğan Çılbuhur deresi (27 km) ve Hamurpet Dağından kaynağını alan Memanlı suyudur ( 24 km).
GÖLLER

Muş ili sınırları içinde kalan başlıca göller: Haçlı (Bulanık), Hamurpet (Akdogan), Küçük Hamurpet, Gaz (Kaz) gölleridir.

Haçlı (Bulanık) Gölü: İlin güneydoğusunda Bulanık ilçesinin güneyindedir. Göl adını güneyindeki Haçlı Köyünden almıştır. Göl Bulanık adını ise suyun genellikle bulanık oluşundan almıştır. Bir lav seti gölüdür. Haçlı gölü de kuzeyindeki Kızkopan volkanının yükselmesi ile oluşmuştur. Yüzölçümü 10 km2 kadardır. Gölde derinlik 7 m. aşmaz. Haçlı Gölü güneybatıdan akan Şeyhtokum Deresi ile birkaç kaynaktan beslenir. Gölün su düzeyi bütün yıl boyunca hemen, hemen aynı kalır. Kışın donduğunda göl sathında yürünebilmektedir. Gölde alabalık ve aynalısazan bulunmaktadır.


Büyük Hamurpet Gölü: Varto ilçesinin kuzeybatısında Hamurpet dağlarının batısında yer alır. 2149 Rakımda ve 21 metre derinliğindedir. Yüzölçümü 1088 km2�dır. Gölün her tarafı dik kayalarla çevrilidir. Derinliği küçük göle nazaran daha az olduğundan yeşil renktedir. Kaynak ve kar suları ile beslenir. Kış aylarında donar, su seviyesi tüm yıl boyunca pek değişmez. Gölde bol miktarda aynalısazan balığı ile ördek, kaz, turna ve kunduz da bulunmaktadır. Gölün bulunduğu alan volkanik özellikler taşımaktadır. Fazla olan suyu yakınından geçen İskender çayına boşaltır.
Küçük Hamurpet Gölü: Büyük Hamurpet gölünün yaklaşık 300 m kadar güneyinde ve 2173 rakımda küçük dairesel bir yapısı vardır. Gölün alanı 149 km2 dir. 47 metre derinlikte olduğundan mavi bir görünüme sahiptir. Dipten Büyük Hamurpet�e akıntısı bulunmaktadır.

Gaz (Kaz) Gölü: Malazgirt ilçesine bağlı Aktuzla Bucağının yakınlarındaki bu göl Karstik bir göldür. Gölün suyu tuzlu ve acıdır. Derinliği azdır. Kenarları sazlıktır. Bu nedenle ilkbaharda burası göçmen kuşların akınına uğrar. Kaz, ördek, su tavuğu en çok rastlanılan hayvan türleridir.
 
Muş kültürü

MUŞ KÜLTÜRÜ

Muş�un ilkçağ tarihi gibi kültür tarihi de Urartularla başlar. Muş kültür tarihinin Urartulardan önceki devirleri gün ışığına çıkarılmamıştır. Urartuların tarih sahnesinden silinişinden sonra, Muş�un da dâhil olduğu Doğu Anadolu�nun yüksek platolarında yaşayan mahalli halklar orijinal bir kültür oluşturmamıştır. Doğunun Pers Kültürü tesiri altında kalmıştır. Hıristiyanlığın yayılışı bölgenin kültüründe köklü bir değişiklik yaratmıştır. Türklerin hâkimiyetinden sonra Türk-İslam kültürü yayılmaya başlamış ve zaman içinde tek kültür durumuna gelmiştir.

Malazgirt Savaşı Anadolu�nun Türkleşmesine yol açarak kültür tarihinde yeni bir sayfa açmıştır. Muş ve çevresi Malazgirt�ten günümüze yaklaşık 1000 yıldır Türk-İslam kültürü etkisinde yaşamaktadır. Muş�un zengin kültür mirasının, özellikle Türk-İslam devirlerine ait önemli bir bölümü ayaktadır ve bu miras, Muş�un köklü tarihinin sembolüdür. Ören yerleri camiler, türbeler, kaleler, hamamlar, köPage Rankingüler ve çeşmeler bu mirasın mimari örneklerini oluştururlar. Arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan zengin buluntular ise Ankara Anadolu Medeniyetleri, Erzurum, Van ve Diyarbakır müzelerinde sergilenmektedir.

GELENEKLER

Muş ve çevresinin sosyal hayatında geleneksel yapı hâkimiyeti sürmektedir. Tarihe bakıldığında Türk Devlet geleneğinin en köklü ve en belirgin yapısı olan aşiret unsuru özelliğini halen korumaktadır. Zira Türk devletleri Tarihinde, aileler birleşip obaları; obalar birleşip aşiretleri; aşiretler birleşip oymakları; oymaklar birleşip beylikleri; beylikler birleşip devletler oluşturuyorlardı. Bu noktadan hareketle töreler inançla birleşip önemli bir konuma gelmiş özellikle köylerimizde bu hayat biçimi sosyal yapıyı güçlendiren bir faktör olarak karşımıza çıkar.


DOĞUM TÖRENLERİ

Muşlular esasen kalıplaşmış ve eskiden beri devam ede gelen birçok merasimleriyle kendi gelenek ve göreneklerini devam ettirmektedirler. Doğum törenleri de modern tıbbın hayatımıza girmesiyle unutulmaya yüz tutmuştur.

Doğuma Hazırlık: Doğumun olacağı ev büyük bir temizlik yapılarak hazırlanılır. Güzel kokularla evin havası değiştirilir. Anne adayı yıkanır ve yeni elbiseler giydirilir. Göbek annesi (Çocuğun göbeğini kesen) denilen çok çocuklu anneler ve tecrübeli nineler davet edilir. Komşuların hazırlamış olduğu çörek ve yemekler, gelen misafirlere ikram edilir. Doğum zamanı yaklaştığında evin yeme içme ihtiyaçları genellikle komşular tarafından karşılanır. Sofra hazırlanarak anne adayının evine getirilir. Bu durum doğum gerçekleştikten sonra yedi gün boyunca devam eder. Doğum müddetinden kırk gün sonra ya da kırkı çıktıktan sonra baba, yeni doğan bebekle birlikte eşini kayınpederine götürür. Belli bir süre geçtikten sonra ya kendisi ya da kayınpeder tarafından eşi ve çocuğu geri getirilir.


DOĞUM SONRASI TÖRENLER

Ad Verme: Çocuğun doğumunu müteakip 3�7 gün içerisinde özellikle baba (damat) tarafının büyükleri ve anne (gelin) tarafının büyükleri, bebeğe isim verilmesi için davet edilirler. Büyüklere danışılmadan ve onay alınmadan büyüklerden herhangi birinin adının bebeğe verilmesi hoş karşılanmaz.

Bebeğe isim verilirken, kundaklı bebek kucağa alınır. Sağ kulağa ezan, sol kulağa tekbir okunarak bebeğin ağzına kızılcık ya da içinde şeker eritilerek hazırlanan sudan verilir. Bu merasimin sonunda çocuğa ismi verilir. Doğan her çocuk için maddi durumları iyi olan ailelerce �Akika� denilen kurbanlar, fakir ailelere dağıtılmak amacıyla kesilir. Ayrıca yakın komşular yemeğe çağrılır.

Beşik: Bebek dünyaya geldikten 40 gün sonra anne ayağa kalkarak evin dışına çıkar. Loğusa annenin, anası kız kardeşi babasını evlerine gönderme amacı ile bu merasim düzenlenir. Kırkıncı günde eve yakın komşular ve akrabalar davet edilir. Her davetli yanında çocuk için giyim, beşik aksesuarları çeşitli hediyeler getirirler. Bu hediyeler arasında nazar boncuğu mutlaka bulunur. Getirilen bu hediyeler, önceden hazırlanmış beşiğe ya da yastığa iliştirilir ve hayır duada bulunulur...

Misafirlerin gitmesinden sonra yaşlı ve saygın bir bayan tarafından (genelde loğusa annenin kayınvalidesidir) bir leğende �Kırk Suyu� hazırlanır. Çocuğun saçını kesmekle görevli kişice çocuğun saçı kesilir ve çocuk yıkanmaya alınır. Tas veya büyükçe bir tahta kaşıkla su, �Kırk Suyu�ndan dua ve niyazlarla alınıp çocuğun başına dökülür ve annesinin ziynet eşyalarının batırılmış olduğu ılık suda yıkanır. Daha sonra yıkama işini yapan hanım tarafından bir defa sallanır ve kurulanıp pudralanarak giydirilir ve kundaklanır.

Bebeğin tıraşındaki saçı toplanarak tartılır. Bu saçın ağırlığınca altın, gümüş ya da para, tıraşı yapana verilir. Zengin aileler de adak kurbanı keserek etini yedi yoksul aileye dağıtırlar. Bebeğin saçı ise yeni bir beze sarılıp saklanır.

Sünnet Merasimi: Eğer bebek erkek ise, masraflarını üzerine alan bir yakının kirveliği eşliğinde sünnet ettirilir. Sünnet zamanı bebek ya bir haftalık iken ya da yedi yaşına kadar bekletilebilir. Kirve olanın bütün ailesi de sünnet olan çocuğun ailesinin kirvesi sayılır ve yeni bir yakınlığın doğmasına sebebiyet verir. Bu gelenek karşımıza çok eskilerde yaşanan �Putlaç� geleneğinin uzantısı olarak çıkar. (Putlaç, kirvelik geleneğinde kirvenin ailesi ile çocuğun ailesi arasında, - İslam�dan gelen bir hüküm olmamasına rağmen- kız alıp vermeme ve kirveliğin akrabalık derecesine vardırılmasıdır.)

Diş Hediği: İlimizde çocuğun ileride hangi mesleği seçeceğini belirlemek amacıyla veya gurbette bulunan çocuğun hal ve durumunun nasıl ya da ne şekilde olduğunu anlamak için uygulanan bir takım pratik ve yorumlara dayalı fal şeklidir.

Çocuk ilk dişini çıkardığında yakın akrabalarının katılımıyla �Diş Hediği� adı verilen küçük bir merasim de çocuğun önüne her birisini ayrı mesleği temsil eden bıçak, kalem, kitap, bilezik, ekmek gibi nesneler bırakılır. Çocuk bunlardan hangisine uzanır ve alırsa ileride o mesleği seçeceğine inanılır. Eğer çocuğun diş çıkardığının farkına ilk annesi varır ve bir büyüğe sürpriz yaparsa çocuğun dişlerini gören ilk kişinin de çocuğa hediye alması usulden de olsa gerekli hale gelir.


EVLENME GELENEĞİ

İlimizde ataerkil aile düzeni hâkimdir. Bu nedenle geleneksel olan görücü usulü ile evlenme Orta Asya�dan gelen bir yaşam biçimi olarak karşımıza çıkar.

Bilindiği üzere Dede Korkut Destanlarından Bamsi Beyrek, evlendirilmek istendiğinde babası, Kanlı Koca�ya evleneceği kızın vasıflarını ve bu vasıflar doğrultusunda evleneceğini, kızı görmeye bu şekilde gidebileceklerini ifade etmiştir. Hatta günümüzde izleri yavaş yavaş silinmeye başlayan Beşik Kertmesi olayının benzerine de Dede Korkut Destanlarından Bamsi Beyrek hikâyesinde rastlıyoruz.

Kız Görme (Bakma): Kız görmeye (bakmaya) erkek tarafının büyükleri karar verir. Aracılara müracaat edilir. Kız tarafına yakın (genellikle akraba) birinin vasıtasıyla ya haber gönderilir ya da beraber görücü gidilir.

Görücü gidenler, kızın ev içerisindeki hal ve hareketlerini, güzelliğini gözlerler. Kızdan, el ve ev işlerindeki becerilerini görmek amacıyla işlediği nakışları göstermesi istenir. Usulen su istenir. Su verirken gelişine, yürüyüşüne; suyu verirken duruşuna dikkat edilir. Kız da bu konularda dikkatli ve eğitimlidir. Suyu ikram ederken elini göğsüne koyar ve saygıyla hafifçe tebessüm eder. Bunu bardağı geri alırken de yeniler. Bu hareketler, kızın aile terbiyesi ve inceliği açısından önemli göstergeler olarak kabul edilir. Görücüye gelen misafirler giderken yine gelin adayının ayakkabılarını nasıl önlerine koyduğuna dikkat ederler.

Kız İsteme ve El Öpme: Bu konu iki aile arasında ortaklaşa tespit edilir. Genellikle Perşembe günleri kız istemeye gidilir. Günümüzde hafta sonları da �kız istemeye� dâhil edilmiştir. Erkek tarafı yakın akraba ve komşularının ileri gelenleri ile birlikte erkekli kadınlı yatsı namazından sonra kız evine giderler.

Erkekler ayrı bir odada toplanırlar. Yapılan ikramlar özellikle kabul edilmeyip önce hal hatır sorularak erkek tarafının en yaşlı olanı söze başlar

� Efendim siz bize buraya neden geldiğimizi hiç sormadınız?
( Kızın velisi biraz sıkılgandır. )
� Hoş geldiniz, sefa getirdiniz. Misafire niçin geldiniz diye sormak bizim gelenek ve göreneklerimizde yeri yoktur, ayrıca bunu sormak bize düşmez.
� Eh o halde biz buraya niçin geldiğimizi açıklayalım: Biz buraya Allah�ın emri Peygamberin kavli ile kızınız .......�yi oğlumuz .........�e istemeye geldik. Kulun takdirinden çok Takdir-i Huda önemlidir. Rızayı-i Bariye itaat etmek gerekir. Hz. Peygamberimiz �evlenin� diye buyurmuşlardır. Bu sünnette uymak muteberdir.

İcap etmesi durumunda diğer misafirlerde söze karışırlar. Neticede kızın babası kendi ev halkının ve kızının görüşünü de aldıktan sonra ve uygun görülmüşse şunları söyler: �Misafirler siz hoş geldiniz, sefa geldiniz. Siz böyle uygun görüyorsanız ben de; bir kızdır size kurban ettim. Allah mutlu ve hayırlı etsin� diyerek rızasını bildirir. Bunun üzerine erkek tarafının en genci kız tarafının en büyüğünden başlayarak ellerini öper. Bu törene �el öpme� denir. Bu arada hazırda bekletilen fakat başta kabul edilmeyen ikramlar yeniden talep edilir ve koyu bir sbet ortamı sağlanmış olunur.

Kadınları bulunduğu odaya da haber salınır. Erkeğin annesi, babası veya bacısı gelin adayına söz yüzüğünü takarlar. Çeşitli ikramlardan sonra erkekler arasında gelin adayı tarafına istenen hediyeler konuşulmaya başlanır. Bu hediyeler genelde at, silah, takı ve başlık parası kararlaştırılır. Bazı yörelerimizde başlık parasına�Süt Hakkı� denir. Bu adetler günümüzde unutulmaya yüz tutmasına rağmen az da olsa bazı köyler de bu adetler halen sürmektedir.

Şerbet İçme: Nişan törenine yörede �şerbet İçme� denilmektedir. Bu tören genellikle Pazar günleri yapılır. Erkek tarafı, eş-dost dolaşarak ya da koçurgan (davet edici) vasıtasıyla tören duyurulur. Şerbet İçme töreni kızın evinde yapılır. Erkek evinden en az iki kadın şerbet ezmek ve dağıtmak üzere sabah erkenden kız evine gider. Erkek evinden getirilen şeker, suda eritilir ve şerbet renklensin diye içine kızılcık şekeri katılır. Şerbet ikramı sırasında biri misafirlere kuru, diğeri ise ıslak havlu tutarlar.

Erkek tarafının davetlileri öğleye kadar törene katılırlar. Misafirler, erkeğin babası ve mahallenin hocası tarafından karşılanır. Şerbet, gümüş kupalarda ikram edilir. Erkeklerin töreni bitince, kadınlarınki başlar. Tören gece yarısına kadar sürer. Kadınlar, önce erkek tarafının evinde toplanırlar. Sonra topluca kız evine giderler. Burada önce eğlence faslı başlar; kadınlar bir ağızdan oyun havaları söyleyip def çalarlar. Bu şenlik vakit ilerledikçe nişan yapılacak yere doğru kayar. Erkek tarafının eşya sandığı odanın ortasına konulur. Sandık açılır, içindekiler teker teker gelen kadınlara gösterilir. Takılar gelin adayına takılır. Buradaki tören böylece sürer gider.

Sabah kız tarafı bir sürahi şerbetle nişan yüzüğünü erkek evine yollar. Damat adayı nişan yüzüğünü parmağına takar ve yüzüğü getiren kadına şerbet ve bahşiş verir. Nişanla düğün arasında geçen her ayda �Pay Töreni� (Gelin Görme) yapılır. Erkek evi, bir tepsi kurabiye, baklava, tatlı, elbise, bilezik, terlik gibi hediyeler gönderir.

Güveyi Giydirme: Düğün genellikle çarşambadan başlar. Davetlilerin öğleyin güveyin evinde toplanmalarıyla �Güvey Tıraşı�na başlanır. Berber tıraşa başlayınca sesi güzel olanlar yanık türküler okurlar. Berber bahşiş almak için �ustura kesmiyor� diye birkaç kez durur. Tatmin edici bahşişini aldıktan sonra tıraşa devam eder. Tıraştan sonra damadı giydirme işlemine başlanır. �Damatlık� elbiseler, güveyin başı üzerinde üç kez dolaştırılarak tek tek giydirilir. Güveye elbiseleri sağdıçlar giydirir.

Güveyin iki sağdıcı olur. Bunlardan biri evli, diğeri ise bekâr olur. Damatlık giydirildikten sonra sağdıçlardan biri damadın sağ koluna girerek gelen davetlilerin önünde saygı gösterisi olarak durulur ve ilk önce aile büyükleri olmak üzere büyük olanlarının elleri öptürülür. Bu törenin ardından topluca yemek yenilir.

Gece Düğünü: Gece düğünü, yatsı namazından sonra başlar. Misafirler hep beraber çalıp eğlenirler. Eğlence aracı genellikle davul�zurnadır. Bu arada damadın sağdıçlarının yerine oturmak isteyen ya da sağdıçların iyi hizmet etmediklerini gören davetlilerden biri, çarşıdan bolca yemiş alarak döner ve sağdıçlara şöyle der: �Bu yemişleri şimdi dağıtacağım. Ya bedelini ödersiniz, ya da biriniz yerinden kalkar, sağdıç ben olurum.� Yemişler dağıtılır. Sağdıçlar da bedelini öderler. Yemişi çarşıdan alıp getiren kişi düğünü terk eder. Eğer sağdıçlar yemişin karşılığını ödememişler ise biri yemişi getirene yerini bırakmak zorunda kalır. Ama yerini bırakma çok büyük bir hakaret olarak kabul edildiğinden, yeri terk etmektense neyse bedel ödenir.

Kına: Gelinin baba evinden ayrılışın ilk işaret kına yakmak törenidir. Gece düğün sürerken kına töreni yapılır. Düğün evindeki davetlilerden kadınlı erkekli bir bölümü kız evine gider. Erkekler ve kadınlar ayrı odalarda eğlenirler. Kadınlar, götürdükleri çerezleri misafirlere dağıttıktan sonra bir tepsi içinde kına getirilir. Tepsinin çevresi mumlar ile donatılarak ortaya konur. Gelinin ellerine ve ayaklarına kına yakılır. Kına yakılırken gelinin annesi tarafından hediye olarak gelinin kınalı eline altın bırakılır. Bu arada yanık türküler, maniler. Okunur.

Bu türkülerin en yaygını evden ayrılan kızın annesine hitaben söylediği �Hıneyi Getir Ane�dır:

Hıneyi getir ane Maydanoz bağladılar Kalede var çeperler
Parmağı batır ane Ciğerim dağladılar Çepere su seperler
Bu gece mısafıram Men şoförü almazdım Uzak yoldan geleni
Al koynan yatır ane Başıma bağladılar Terli terli öperler



Bu türküler okunurken gelin ağlar, erkek tarafı ise güler. Misafirlere de kına dağıtıldıktan sonra eğlenceler sürdürülür. Kınacılar düğün evine yani erkek tarafının evine döner. Bunlardan �yenge� denilen üç bekâr kız gelinin yanında kalır. Uyuyanların eteklerini birbirine dikmek, uykuda iken birbirinin yüzünü boyamak gibi eğlenceler gece boyu yapılır.

Damadın kınası, düğün evinde yapılır. Kına tabağı içindeki mumlar yakılır ve evin genç kızlarınca içeriye getirilir. Biraz eğlenildikten sonra damadın sağ elinin serçe parmağına kına sürülerek bağlanır. Davetliler de parmaklarına kına sürerler. Her iki kına töreninde de çalgıcılara bolca bahşiş verilir. Damadın yakınları gece düğün evinde sabaha kadar eğlenme için kalırlar.

Gelin Götürme: Sabahın erken saatlerinde düğün alayı kız evine gider. Kız evinde kapı genellikle kapalı tutulur. Kapının açılmayacağını, açılabilmesi için taleplerini şöyle dile getirir: �ya tabanca, ya para, ... İsterim. Vermezseniz kapıyı açmam�. İstedikleri ya temin edilir ya ad gönlü hoş edilerek kapı açtırılır.

Gelin hazır olunca bir koluna damadın sağdıçlarından biri, diğer koluna ise kızın kardeşlerinden biri girerek gelin yavaş yavaş baba evinden çıkarılır. Gelin bütün ailesi ile helalleşip vedalaşır. Anne ve baba kızlarına, �iyi bir gelin olasın, kaynananın sözünden dışarı çıkmayasın. Yoksa emeğimizi ve sütümüzü helal etmeyiz� derler.

Gelin alayının dönüşü mutlaka farklı yoldan olmalıdır. Alay, yolda bahşiş almak isteyenlerce kurulan barikatlarla sık sık karşılaşır. Düğün alayından önce gelinin aynası, çeyiz sandığı, yatağı ve diğer eşyaları gider. Yol boyunca testi kıranlara, su dökenlere de bahşiş verilir.

Damat sağdıçlardan biri ile dama çıkarak gelini bekler. Gelin attan ya da arabadan inerken başına çerez, bozuk para serpilir. Paralar bereket getirir inancıyla orada bulunanlarca paylaşılır. Yemişler de �ağbat başan, (darısı başına)� denerek gençlere yedirilir. Kapının girişinde gelinin avucuna bal sürülür. Oda bu balı kapının üst eşiğine sürer. Bu adet ile gelinin-kaynana ilişkinin tatlı olacağına inanılır. Bereket getirsin diye su dolu küp hızla yere çarpılarak kırılır. Gelin odasına alındıktan sonra damat ile bir süre baş başa kalır. Damat gelinin duvağını açarak �Yüz Görümü� hediyesini takar ve sağdıçlarca gezmeye götürülür. Komşular gelin görmeye gelirler.

Yatsı namazından sonra damat, sağdıçlarınca odasına götürülür. Damat iki rekât namaz kılar. Damadın ablası kardeşi ile gelinini el ele tutuşturur: �bunu sana teslim ettim. Seni de Allah�a teslim ettim� diye nasihatte bulunur. Güvey ile gelin baş başa bırakılır. Gelin yüz görümlüğünü almadan damatla konuşmaz.

Sabah namazından çıkılınca sağdıçlar gelerek damadı evden alır, hamama götürürler. Gelin ise gerdekten üç gün sonra hamama götürülür. Sağdıçlar hamamdan sonra birer gün arayla yemek verirler. Pazar günü de damat sağdıçları yemeğe çağırır ve hediyeler verilir.

Muş�ta, evlenme çağına gelen kız, kısmetinin bağlı olduğuna inanır. Eğer bu kız, arka arkaya üç çarşamba bir oklava alıp, oklavayı ata biner gibi bacağı arasına alarak minareye çıkar ve şerefeden üç kere �Kırnavır, âdetiz batsın, it babaliler� diye devir yaparsa o kızın kısmeti hemen açılırmış ve istemeye gelirlermiş. Bu gelenekte, genç kızların oklavaya at gibi binmeleri eski Türk din adamı görevi üslenen �Kam veya Saman�ın ayin sırasında kullandıkları sembolik tahta ata benzemektedir ki harekette de göğe doğru bir çıkış olması da dikkat çekicidir. Ayrıca, kısmeti kapalı kızların, kısmetinin açılması için hiç kullanılmamış bir kilidin, kilitlenerek kilidin Cuma namazından ilk çıkan kişiye açtırılması ile kısmetinin açılacağına inanırlar.

Muş ilinde ve çevresindeki aşiretlerde, ölenin ardından acıları dile getiren ağıtlar dökülür. Ağıtçılar ölenin hayatta iken yaptığı iyilikleri terennüm eder. Yas tutma haftalarca sürer. Yas sırasında ölü evi badana edilmez, hamama gidilmez, kına yakılmaz, takı takılmaz bu şekilde yas da olduğu belirtilir. Ölen kardeşin eşini alma veya ölen gelinin kız kardeşi ile evlenme ile öleninin ruhunun rahat edeceğine, huzur bulacağına inanılır

HARAFANE

Kış Muş�ta çok uzun sürer bazen mayıs ayım kadar devam eder. Bundan ötürü İlkbahar gelir gel*mez halk düzlüklere, su boylarına, ağaç altlarına hücum ederler. İşte bu gezilere Harafane denir. Ekse*riya tatil gününe tesadüf eden pazar günleri olur. Sabahleyin bütün aile çoluk çocuk hep birlikte akşama kadar yiyecekleri yiyecek eşyalarını, oturmak için minder kilimleri alarak giderler. Bu eğlence akşama kadar devam eder. Akşamüzeri mutlaka etli bulgur pilavı yapılır, yeşillikte hep birlikte yenir, akşam üzeri yola dizilerek tekrar evlere dönülür. Bu geziler aile olduğu gibi mahalleden bir kaç kişinin bir araya gelmesiyle de mümkün olur. Kırlarda bol; bol oyunlar oynanır, koşulur eğlenilir.

DİĞER KIŞ EĞLENCELERİ

Kışın evlerde toplanan mahalle halkı kendi aralarında bazı oyunlar oynarlar. Bunlar yüzük oyunu, Ceviz yuvarlama, Hikâye anlatmaları gibi oyunlar yapılır, ancak son zamanlarda bunlar tamamen unutulmuştur. Artık böyle toplantılar yapılmaz olmuştur.

Mahalle çocuk oyunları da aynı şekildedir. Geceleri mahallenin bir düzlüğünde toplanan çocuklar, Saklambaç, Saman saman, Ebe oyunu gibi oyunlar oynarlar. Gündüz ise çeşitli taşla oynanan oyunlar, bilye oyunları, hostanik, birdir bir oyunu, Pabuç çevirme oyunu gibi oyunlar oynanırdı. Ancak bunlar da hemen hemen oynatmamaktadır. Bunların yerine sportif oyunlar geçmiştir. Her mahallenin düzlüğünde top kovalayan çocuklara rastlanılmaktadır.


HALK İNANIŞLARI

Muş Yöresine Ait Bazı İnanışlar:
� İki bayram arasında düğün yapılmaz ve nikâh kıyılmaz.
� Akşamları tırnak kesilmez.
� Aluç meyvesinin bol olduğu yıl kış, uzun ve çetin geçer


Hıdır Nebi � Hıdır İlyas ( Hıdrellez ) : Nisan ayının yirmi ikinci gecesi Hıdır Nebi, Hıdır İlyas�ın geleceğine inanılır. Gece yağan yağmur damlaları temiz kablara alınır. Bu su şifa niyetine içilir Hastalara da verilir.

Vartivar : Temmuz ayının onbeşinci günüdür. Bugün yazın en sıcak günüdür. Köylerde toplanan halk koyun sürüsünün bulunduğu beriye giderler. O gün koyun ile kuzunun birbirinden ayrılır. Koyunlar ayrı bir sürü kuzular da ayrı bir sürü olur. Kuzuların bakıcısına Berivan denir. Yazın sıcağına işaret bir tekerleme şöyledir:

Keçel karganın sözü olsa
Vartivarde kar yağar.

Bölgenin diğer illerinde olduğu gibi Muş�ta da, Ay tutulduğu zaman aynen eski Türk inancında olduğu gibi havaya silahla ateş edilir. Teneke davul çalınıp gürültü çıkarılır. Ay�ın kendisini yutan ejderden kurtarılacağına inanılır. Yine ayın ilk halini gören kişi hemen yanında kimse yoksa gözünü kapatıp dilek tutar. Eğer yanında biri varsa o kişiye bakar ve o kişinin sonraki günlerde uğurlu olacağına inanır ve o günlerin güzel, bereketli geçeceği kanaatine varılır. İslam�dan sonra Ay�ı ilk gören kişinin Peygamberimize salâvat getirme geleneği de eklenmiştir.

Eski Türklerde gökte her insanın bir yıldızı olduğuna inanılırdı. Gökte yıldız kayması olduğu zaman birinin öleceği düşünülürdü. Bu inanış ilimizde halen geçerliliğini korumaktadır.

Ay Tutulması: İslam�dan önceki devirlerde Natüralist inancında olan Türklerde, Güneş ve Ay ile ilgili kötü ruhlar mücadeleye kalkışırlar. Bazen bu kötü ruhlar Ay ve Güneşi yakalayıp karanlık dünyasına sürüklerler.

Yine İslam�dan önceki devirlerden kalan ve şu anda hurafe ve batıl olarak kabul ettiğimiz inançlardan biri de ay tutulduğu zaman Ay�ı ejderin ya da canavarın (Asya Motifidir) yutmaya çalıştığıdır. Ay�ı ejderden kurtarmak için bağırıp çağırma, davul çalma veya değişik şekillerde gürültüler çıkarma Şamanizm�den gelen bir inanıştır. Muş ilinde sıkça rastlanılmaktadır.

Kara Çarşamba: Tunceli - Bingöl - Erzincan çevresinde ve Muş�un dağ köylerinde �Kara Çarşamba� olarak kabul edilen ve mart ayının ilk çarşamba günü erkekler alınlarına �kara bir leke� ya da �is� sürerek ırmak ve derelere girerek bu karaları temizlerler ve bu ara suya karşı dua ve niyazda bulunurlar. Ayrıca yabani gül ağacı veya esnek ağaçların uçları kesilir. Bu uçlar, daire şekli verilmek amacıyla birbirine yaklaştırılır. Hastalıklı olanlar bu daireden geçirilirken �Kurt Kafasının� ağzını bağlayıp, �kurtulmamıza sebep olduğun o günün hürmetine hastamıza şifa ver, bu günün hatırına da sürülerimize dokunma� diye niyazda bulunulur. Günümüzde de ilimizin merkeze yakın köylerinde bile sürülere dadanmaması için �kurtağzını bağlama� geleneği devam etmektedir. Bu gelenek ister istemez bize �Ergenekon Destanında� yaşanan hadiseleri çağrıştırır.

İslam dinin kabulünden sonra bu gelenek değişik şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan biri şudur: Peygamber Efendimize yapılan eziyetlerden kurtuluşunu kutlama maksadıyla halkın bir araya gelmesi, dua ve niyazlarda bulunmasıyla anılır. Bu gün de Şubatın son, Mart ayının ilk haftası arasındaki Çarşamba gününde evlerde çokça sevilen yemekler yapılıp bir kısmı fakirlere dağıtılarak Peygamber Efendimizin �Nefsin için neyi çok istersen başkalarına da ondan iste� Hadis-i Şerifinin gereği yerine getirilir.

Geleneğe göre bu hafta Şubat ayının son Çarşamba�sından başlayıp Mart ayının ilk haftasına kadar devam eder. Bu haftada Peygamberlere Allah tarafından bazı belalar verildiğine inanılır. Hz. Eyyüb�ün bu hafta içinde vücudunun yaralandığına inanılır.

Bu hafta içerisinde evlerde bol, bol tatlılar yapılır. Fakirlere ve komşulara dağıtılır. Bazen birkaç aile bir araya gelerek bu haftayı beraber geçirirler. Burada �Nefsin için istediğini başkası içinde iste� düsturuyla yapılan her yemek ve tatlı dağıtılır.

Son Çarşamba kurtuluş Çarşamba�sıdır. Bu hafta içinde bazı evlerde Kur�an okunur. İlahiler söylenir. Bazen de Mevlit okutulur.

Ziyaret Ağacı: Ağaca bez bağlama geleneği, bütün tarihçilerin ittifakla ortaya koydukları Şaman İnancının direk yansımasıdır. Şöyle ki; Şamanizm�de iyi ruhların tutulan dilek ve temennileri ulaşması gereken yere ulaştırmasına dayanır. İslam�ın kabulünden sonra da yoğun bir şekilde ilimizde görülmektedir.

Sagu (Sadu - Ağıt - Yas): Mezarın etrafında yedi defa dönülerek yapılan bir çeşit yas gösterisidir. Şamanizm de ayinleri yapan din adamlarınca yapılır. Ölüyü kötü ruhlardan uzak tutma amacı taşır. Günümüzde de geleneksel olduğu için özellikle yaşlılar tarafından (unutulmaya yüz tutmuştur) uygulanırlığı vardır. Ancak ölünün arkasından vızıldanarak ve sağa sola sallanarak yapılan Yasa, �Sadu� denilip yas tutan kadınlar arasında yoğun bir şekilde uygulanır.

Kampos (Alkız, Alkarısı) İnancı: Doğum sırasında ve sonrasında gerek ana gerekse çocuk için en büyük tehlike olarak kabul edilir. �Kampos� adıyla isimlendirilen Alkarısı ya da Alkız Zıviztan (Loğusa) ve yeni doğmuş çocuklara musallat olan bu kötü ruh bazen de evde, tarlada, bağda, bahçede tek başına iken uyumakta olan kişilerin üzerine ağırlığı ile çöker. Bu şekilde şahsın korkup çarpılmasına dayalı bir takım hastalıkları verdiğine veya kişiyi boğmak suretiyle öldürüleceğine inanılır. Kampos geceyi ve karanlık âlemi sever. Kampos�un fiziki yapısı ile ilgili olarak birbirini tutmayan tasvirler ve buna bağlı inançlar da mevcuttur. Kampos�un bazen papağı (börk) olan iri-yarı bir insan, bazen kara bir kediye benzediği, bazen de yüzü tarif edilemeyecek şekilde tüylü küçük bir yaratığı andırdığı ifade edilir. Kişiye zarar vermek için gelen bu meçhul yaratığın çıkardığı hırıltıyı henüz uyku haline geçmemiş kişiler duyduğu halde hiçbir harekette bulamaz. Böyle durumlarda kişinin kanının çekildiği, damarlarının kuruduğu söylenir.

Kampos�tan korunmanın yolu, onun korktuğu, iğne gibi demirden imal edilmiş bir eşyayı üzerinde bulundurmaktır.
Yörede Kampos tarafından verildiğine inanılan hastalıkların tedavisi için ocaklara ve muhtelif ziyaret yerlerine gidilir. Türklerde bu tür hastalıklar Kamların aracılığıyla tedavi edilirdi.

Yöremizde Kampos�un (Alkız-Alkarısı) ağıl, samanlık, su kenarları ve ıssız yerleri kendisine mesken tuttuğuna; korktuğu şeylerden olan iğneyle esir alındığında ise çok bereketli kabul edilen eli ile o aileye ölene kadar hizmet ettiğine inanılır.

Dağ, Ata ve Ağaç Kültürü: Eski Türk�lerin ölen büyüklerini kutsallaştırmak için yüksek dağ tepelerine gömdüklerini, ulu dağların tepelerinin de aynı şekilde kutsallaştırıldığı, atalarına ait mezarları bu mekânlarda yapıldığı, gökyüzüne yakın kabul edilişi ve uzaktan mavi renkte görünmelerinden ötürü kutsal mekânlar olarak nitelendirildikleri anlaşılmaktadır. Kaldı ki Altay dağlarında rastlanılan kurganların çoğunun yüksek dağlarda bulunuş sebebinin bu olduğu bilinmektedir.

Bu inanışların Anadolu�da da aynı şekilde yaşandığını görmekteyiz. İslamın etkisiyle eski Şamanist inanışlarındaki ulu dağlar ve üzerindeki Ata Ruhlarının yerini, aynı dileklerin yapıldığı Evliyaların ve Yatırların ruhu almıştır. İşte, ilimizin Varto ilçesinde dağ kültürü ile ata kültürünü andıran �Koçkar Baba� adı verilen ve adına törenler yapılıp dualar okunan bir �Ziyaret Tepesi� mevcuttur.

Koçkar Baba ya da Köşker Baba Ziyaretinde, çevredeki bütün halkı bayramlık elbiselerini giyer, yiyeceklerini hazırlar tepeye çıkarlar. Burada Kurbanlar kesilir, çeşit çeşit yemekler yapılır, gönüllerdeki dileklerin tutması için Evliyanın yattığına inandıkları (Ata ruhu) mezar taşına dualar yapılıp ve öperek dile getirdiklerini, dağdan aşağıya, düzlüğe indiklerinde at koşturup eğlendiklerini ve bu arada davul sesine benzeyen sesler işitildiğini, halkında bunun �Koçkar � Köşker Baba tarafından çalındığına inanılır.

Koçkar ya da Köşker Baba, bazı kaynaklarda 786�da Varto�ya Oğuz Boylarından Akkoyunlu Oymak Başı olarak geldiği ve burayı yurt tuttuğu, vefatı ile birlikte de Bingöl dağlarının üzerinde yüksek bir tepenin üzerine defnedildiğidir.
 
Muş Kalesi

Muş Kalesi

Muş Kalesi 'nin kimler tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Ömer döneminde Müslümanların eline geçmiş, zaman içinde derebeyleri, Bağdat’taki Abbasi halifelerine tabi olarak kale ve çevrenin idaresi için memur kılınmışlardır. Uzun süren savaşların etkisiyle büyük bir kısmı yıkılmış olan kalenin batı tarafında tahrip olmuş Arap mezarlığı, Selçuklu mezarlığı ve Osmanlı mezarlığı iç içe geçmiş ve dağınık bir halde görülebilir.
 
Geri
Üst