------Nisan Yazgısı------

magical

Yeni Üye
Üye
------Nisan Yazgısı------
------Nisan Yazgısı------
Yağsaydı yağardı işte… Arasaydı arardı… Işık yılı uzakta olsa bile mutlaka bir sinyal gelirdi. Zamanla unutulacak düş değildi. Olmayan bir gezegende yaşanmışlık hiç değildi. İmkânsızlıklar benden uzaklaşalı yıllar olmuştu. İmkânsız hayallerim ise hiç olmamıştı. Ama yıllardır ne yağan Nisan yağmuru, ne arayan bir ses, ne de uzaklardan bir selam... Nisan yazgısı hayatımın bir dönüm noktası artık… Bundan olacak ki; kasım da doğmama rağmen nisan doğumlu gözükmekteyim.
Her Nisan üzerime kırk ikindi yağmurları gibi ağır ağır inerdin. Yağmurdan sonraki güneşte de sen olurdun hep. Gölgemi uzatıp kısaltan güneştin. Sıkıldığım zaman sesini duyardı kulaklarım, sıkıldığında da sesimi duymak isterdi kulakların. Nisan rüzgârlarından sonra yağan yağmurlarla ıslanan ruhumuz, açan güneş ile tebessüm ederdi.
Şimdi çok uzaktasın yüreğimden, belki çok uzağındayım yüreğinden. Hiçbir şey önceki gibi olmayacak artık arasan da, ağlasan veya gelsen de… Düşünüyorum; ruhuma cehennem yaşattığım o Nisan ayı neydi öğle! Yüreğim mahşer gibi sevginle doluyken, bin cehenneme attın aniden. Belki hayatında her şey eskisinin küpüyle çarpımı kadar karmaşık ve buhranlı şimdi… Belki de yeni bir Nisan yazgısının arkasından koşturuyorsun kim bilir.
Nisan akşamlarında daha farklı oluyordu seni düşünmek. Çünkü yokluğa gidişin gibi gelişin de nisan ayındaydı. Kulaklarımdan çıkmayan şu cümlen ile: “nasıl geçer bu gece, nasıl biter bu karanlık, nasıl söylerim yüreğime yokluğunu!...” Yüreğimin bekâretini vermiştim. Gerçek anlamda sen dokundun sedef mızrabınla yüreğimin tellerine. Bir günah kompleksine kapıldın aniden, neden? Hâlbuki sesimle hayat bulduğunu söylerdi dilin. Adı konulmamış bir ayrılık yaşattın yıllardır; ama adın ve yaşattıkların hikâyeleşti içimde… Bundan dolayı yazıyorum artık.
Yüreğim! Sönseydi sönerdi; ani gidişinle, ama nedense yandı yıllarca işte. Yandı, yandı, yandı ve zamanla sönümlendi. Küllerinden hisar da olmadı. Külleri savurmak için kutsal nehir de aramadım. Rüzgâra bıraktım avuç avuç… Ondan sonra her sabah aynaya baktığımda “artık beyazlaşmalar durdu saçlarımda…”, dedim. Üşüdüğüm hanemde palto giymiyorum yaz akşamları artık. Yüreğim dünya gibi çift kutuplu oldu; bir kutbu sıcak, bir kutbu soğuk. Yani bir bardak gibiyim; yarısı dolu yarısı boş. Ama her akşam yatağıma girdiğimde, her sabah parktan geçerken kurulacak çok düş var diyorum hala. Çünkü senle yaşadıklarımız bir düşün gölgesi kadar serinlikti ancak. Öyle bir serinlikti ki; hiç yanmadık kuşluk vakti, öyle bir gölgeydi ki; korudu bizi her türlü tehlikeden. Sonra mı, sonra en basitinden gülün salınımları vurdu yıllarca. Mihrican vurmuş güllere döndü yüreğim. Yine bir başka nisan’dı. Bir bağa girdim ağır ağır. Hala o bağdayım, bağbancıdan habersiz.
Her akşam işten dönerken; “bu akşamda üşüyorum”, derdim. Her yatağa girdiğimde ve uyandığımda yazılacak çok şey var diye düşünürdüm. Hep azıcık kaldı, azıcık diye umutla bekledim. Ne uykularım vardı, derin derin. Derin ve durgun akan nehirler gibiydi hayallerim. Yavaş yavaş azaldı acılarım. Yavaş yavaş çıkışını verdi yüreğim. Şuan ise içimde senden yana kalan sadece kocaman bir hikâye… Kulaklarım şu fısıltıyı duymuyor artık: “Söyle nasıl geçer bu gece, nasıl biter günler, nasıl söylenir gidişin yüreğime…” Bekâretimi verdiğim o dudaklardan başka, değmediyse yüreğim hiçbir yüreğe, bu sevgide günah aramak nedendi?
Rüzgârdı geçti işte. Her an farklı bir yerde, farklı bir doğrultu ve yönde; esen bir rüzgârdı geçti işte… Beklediğim liman, benim limanım hiç olmamış. Demek yabancı bir durakta bekletilmişim yıllardır. Belki de, her yüreğin bekletildiği ve beklediği yabancı bir duraktır hayat denen bu oyun… Satranç oyunu gibi birçok hayatlar. Mattan sonra hepsi bir torbada ya da, pattan sonra... Yaşıyorum. Bıraktığından daha olgun ve daha hayalsiz… Dediğim gibi bir bağda ve bir fıstık ağacının gölgesinde…
Artık sorun etmiyorum o şehrin giriş noktasını. Ne de tren istasyonlarını. Artık uykumu bölen merkezcil kuvvetten çok uzağım. Bir birimizin çekim alanından çıkalı yıllar oldu. Sonra sahillerdeki kocaman taşlar da sorun olmuyor artık. Vapurların kaba sirenleri de ninni gibi gelmiyor daha. Bar vermeyen akasya ağacına dayanıp türkü çağırıyorum sık sık. Yoldan geçenlerin selamını alıyorum. Hal hatır sorup günü akşam ediyorum. Ha arada pikniğe de gidiyorum. Ulu bir çınar bulamasam da, yıllanmış çamlara yaslanıyorum. Ufkumda beliren bulutlar arasında ışıl ışıl bir çift göz görüyorum artık. Çok uzak değil. Sana yakın sayılır. Kaç yıl tamamlandı saymıyorum artık. Hala yolculuk yapıyorum. Trenler de eskisi gibi değil. Yalnız kalamıyor insan.
Hiç sorun etmedim paradaki birimsel değişikliği. Değişmez birimim var benim biliyorsun. Yüreğimin birimine bakarım. Çokluk önemli değil, niteliği önemserim. Şimdi nitelikli olduğuna inandığım mührü bastırmaktayım yüreğimin üzerine. Yine yazıyorum, yine çiziyorum. Ama sensizliği aştım sayende. Aşk bir ömürlük biliyorsun, bir kişiye has değil. Aşk yürekte, surette değil. Günah aramıyorum artık hiçbir söylemde. Belki aynı şeyleri yazıyorum, aynı duayı ediyorum, ama aynı rüyayı görmüyorum asla. Yeni bir umutla güne başlayıp, günü tamamlıyorum. Rüzgâr esiyor üzerimde bunu fark ediyorum.
Yıksaydı yıkardı işte… Her rüzgâr yıkmıyor anladım; geç oldu ama…
Hamza Yaşar Ocak 14.04.2009 / Kütahya
 
Geri
Üst