ölüm hakkında!!

*MeleK*

♥Ben Aşık Olduğum Adamın Aşık Olduğu Kadınım♥
ölüm hakkında!!
Her oyunun kendine göre bir kuralı vardır. O kurallara uyularak o oyun
oynanır. Eğer siz bu oyunu kurallarıyla değil de; ben dilediğim gibi
oynayayım derseniz, size o sahada yer yoktur.

Tavla oynuyorsanız pulları gelen zarların rakamına göre ilerletmek
mecburiyetindesiniz. Futbolda iseniz topu elinize alamazsınız. Basket
oynuyorsanız topu ayağınızla yürütemezsiniz. Bunlar oyunun kuralıdır. Eğer bu
kuralları kabul etmiyorsanız; o zaman zaten siz sahaya da çıkamazsınız. Çünkü o
sahaya çıkıp oynamak o kuralları kabul etmenin neticesidir.

Din olayını kabul
edebilirsiniz veya etmeyebilirsiniz. Ama ben dini kabul ediyorum dediğiniz
zaman, Peygamberin getirdiği kuralları kabul ediyorum demektir bu.

O zaman sizin düşünce yapınızı, Peygamberin getirdiği kurallarla bağdaştırmak
mecburiyetindesiniz. Eğer düşündüğünüz birtakım şeyler, Peygamberin
getirdiklerine uymuyorsa, düşünmekte özgürsünüz ama Peygambere inandığınızı
ve ona tabii olduğunuzu söylemeye hakkınız yoktur.

Mutlaka bir cenazeye gitmişsinizdir. Ve o cenazede tabut ve tabutun üstünde
bir yeşil örtü görmüşsünüzdür. O yeşil örtünün üzerinde sırma ile yazılı bir
ayet vardır. O ayette şöyle der;"Her nefis ölümü tadacaktır". İnceliğe
dikkat edelim.

Kuran kesinlikle "öleceksiniz" demez, ölümü "tadacaksınız"
der. Tadacaksınız. İnsan ölmez ölümü tadar.

Kuranın hükmüne göre, Peygamberin bildirisine göre, Peygamber de ölüm olayını
şöyle anlatır; kişi ölümü tattığı anda ölmüş olduğunu fark etmez. Kişi kendi
bedenini yıkayanı ve çevresindekileri görür, bilir, tanır. Kendi cenaze namazını
kılanları, tabutun içinde ve üstü örtülü olmasına rağmen görür, bilir ve tanır.

Mezardan uzaklaşanların ayak seslerini işitir. Sonra kabrin içindeyken iki
melek gelir. Münkir, Nekir adlarıyla, maruf. Ve ona bazı sualler sorar. O
suallerinde cevabını verir. Niye?

Ölümü tatma anındaki olayların bazı ana noktalarını vurgular. Öyleyse ölüm
denen olayın ne olduğunu bir an için hatırlayalım. Şöyle anlatayım size
ölümü;

Bir yerde bir koltukta oturuyorsunuz, çevrenizde de insanlar var. O anda
elinizi kaldırmak istiyorsunuz, kaldıramıyorsunuz. Bir şey söylemek
istiyorsunuz sesiniz çıkmıyor, bir anda paniğe düşüyorsunuz. Felç mi oldum
diyorsunuz? Sizde felç oldum düşüncesi, duygusu hâkim oluyor o anda. Hâlbuki
sizin durumunuzdan şüpheleniyorlar, dışardan bakıyorlar hareket yok, gelip
dokunuyorlar yığılıp kalıyorsunuz.

Aaa! Öldü! Diyorlar. Siz onların öldü deyişinden öldüğünüzü anlıyorsunuz.
Felç geçirmediğinizi anlıyorsunuz. Dikkat edin. Aklınız, şuurunuz, idrakiniz,
bütün duyularınız yerinde, dışarıda olup bitenleri görüyorsunuz. Fakat beden bir
anda yığılıp kalmış.

Deyin ki siz buna kalp krizi. İşte o anda çevrenizdekiler bağırıp,
çağırmaya, haykırmaya başlıyor. Ağlıyorlar, vaveylalar kopuyor. Siz "
Ölmedim, yaşıyorum!" demek istiyorsunuz, sesiniz çıkmıyor. Çünkü beyin
durmuş, sinir sistemi felç olmuş, hiçbir hareket yok bedende. Ve onların bu
haykırışları, bağırışları sizi daha büyük bir sıkıntıya, azaba, paniğe
sokuyor.

Peygamberin sözünü hatırlayalım;"Ölülerinizin yanında haykırıp,
bağırıp, çağırmayın onlara eziyet edersiniz" Çünkü; o zaten ölü değil!!!
Yaşıyor! Yaşıyor, fakat beden durmuş, bitmiş. Bedenden dışarı iletişim
sağlanamıyor.

Derken alıyorlar bedeni koltuğun üstüne uzatıyorlar, törelerine göre getirip
üstüne bir bıçak, bir çatal bir şeyler koyuyorlar. Siz orda çevrenizde
ağlaşanları seyredip duruyorsunuz.

Sonra alıyorlar sizi, götürüyorlar bir hamama sıcak bir yere, üstünüze
suları döküyorlar, sizi evirip çeviriyorlar, siz ne kadar uğraşırsanız
uğraşın, dışarıyla iletişim kurmaya "Ben yaşıyorum!" demeye diyemiyorsunuz.

Ama sizi yıkayanları görüyorsunuz, biliyorsunuz, tanıyorsunuz. Tanıyorsunuz
ama maddi dünyasıyla bağınız kopmuş. Param diyorsunuz, işim diyorsunuz,
koltuğum diyorsunuz, anam, karım, çocuğum diyorsunuz hiç! Bunların hiç biri
size ulaşamıyor. Ve bunlara dokunamıyorsunuz.

Daha sonra sizi alıyorlar beyaz bir kefene sarıyorlar, tahta bir sandığın
içine koyuyorlar, üstünüzü kapatıyorlar ama sizin görüşünüze mani olmuyor o
tahta, o örtü... Dışarıda olanları seyrediyorsunuz. Gözleri yaşlı, hüzünlü
insanlar...

Sonra götürüyorlar bir musalla taşına koyuyorlar. Hüzünlü an, çevrenizde
ağlıyorlar, haykırıyorlar. Gözü yaşlı karınız, kocanız, çocuğunuz, ananız,
babanız, arkadaşlarınız, sevdikleriniz... Ve siz bunları da
seyrediyorsunuz...

Sonra sizi alıyorlar bir mezarın yanına getiriyorlar. Koyuyorlar toprağın
üzerine, mezar kazılıyor çevrenizde hüzünlü insanlar...
İşte o anda hayatınızın en büyük paniği başlıyor. Yaşamınızın en büyük
paniğini o anda yaşıyorsunuz.

Çünkü aklınız, şuurunuz, idrakiniz, bütün
duygularınız sizinle beraber, yani siz o anda yaşıyorsunuz, fakat bedeni
içinde bir örtüde ve o mezarın içine konacağınızı, üstünüze toprağın
atılacağını ve orada hapis kalacağınızı, görüp hissediyorsunuz. Hz.

Ömer(r.a) soruyor;

- Ya Resulallah! Ben mezara konduğum zaman şu andaki aklım, idrakim,
duygularım, şuurum, aynen muhafaza olacak mı?

-Evet, Ya Ömer! Aynen şu andaki aklın, idrakin, duygularınla var olacaksın.
Evet. Kişi o mezara gömülme anında hayatının en büyük paniğini yaşıyor. Diri
diri toprağa gömülmek...

Ve sizi en sevdiklerinizin elleriyle toprağa alıp o mezarın içine
koyuyorlar, üstünüze toprağı atmaya başlıyorlar. Tahtalar konuluyor veya
beton taşlar konuluyor, dışarıyla ilginiz kesiliyor. Ama dışarıdaki sesleri
duyuyorsunuz, toprağın içinde canlı canlı hapis kaldığınızı hissediyorsunuz.

Evet, bedende bir olay yok o ana kadar ama siz o toprağın içinde canlı canlı
hapissiniz. Bağırmak, haykırmak istiyorsunuz; Beni buraya bırakmayın! Beni
buraya koymayın! Ben yaşıyorum! Canlıyım! diriyim! Ben de sizin kadar
şuurluyum! AMA İLETİŞİM YOK!

Bunlara ulaşamıyorsunuz ve sizi oraya bırakıyorlar, üstünüze toprağı
kapatıyorlar, ışık kayboluyor, kapkaranlık bir mezarın içinde tek
başınasınız...

Peygamberimiz(s.a.s) şöyle diyor:

" Kişi kabre konduğu zaman o panik içinde öyle bir haykırışla haykırır ki;
feryadı arşa kadar yükselir. Fakat ne yazık ki insan kulağı o haykırışı
işitemez."

İşte o panik anında düşünüyorsunuz ki, size dünyada iken söylenen; ölmek yok!,
hayat devam ediyor!, öbür hayata kendini hazırlamazsan pişman olursun! ikazları
gelmişti, ulaşmıştı fakat bunları kaa'le almamıştın. Artık mezardan geri dönüş
yok. Bitiyor, herşey son buluyor.

Ve orada gerçekten iki melek geliyor, size bazı sualler soruyor.
Siz o panik halinizle ne derece cevap verebiliyorsunuz, size ait olan bir
olay...

Sonra aradan zaman geçiyor, mezarın içinde yılan, çıyan, köstebek, fare
kenarlardan çıkıyor geliyor sizin kaşınızı, gözünüzü, yanağınızı, ağzınızı,
burnunuzu, karnınızı, bağırsaklarınızı yemeye başlıyor. Ve siz mezarda kendi
yenişinizi, bu hayvanlar tarafından parçalanışınızı seyrediyorsunuz,
hissediyorsunuz.

Evet, fiziki bedeninize olan fiziksel bir azap size
ulaşmıyor ama kendinizi kâbus görür şekilde düşünün, rüyada,
yatakta...

Rüyanızda size gelen baskıları, birtakım hayvanların size verdiği
zararı, veya bir uçurumdan düşüşünüzü, bir bıçağın sizi kesişini,
boğulmanızı, göğsünüze birinin oturup boğazınızı sıkmasını düşünün... O anda
fiziksel bir olay yok ama, sizin yaşadığınız kabus... İşte mezarda öyle bir
kâbusun içine düşüyorsunuz ki, uyanma, geri dönme yolu yok. Ve böylesine
başlayan bir ÖLÜM ÖTESİ YAŞAM

Yani siz ölümün ne olduğunu tadıyorsunuz. Tadış sizde bir şey değiştirmiyor.
Herhangi bir şeyi tattığınız zaman nasıl şuurunuzda, idrakinizde bir değişme
olmuyorsa, sadece o şeyin ne olduğunu anlıyorsanız, "ölümü tatmak" demek bu
bedene kumanda edemez hale gelmeniz demek. Bu bedene kumanda edemez
hale geliyorsunuz, işte bu "ölümü tatmak" denen olay. Ama yaşamınız devam ede
gidiyor o kabirde...

Size sorsam, bir aynaya baktığınız zaman ne görüyorsunuz? Desem, hemen
vereceğiniz cevap şu olur. Aynaya baktığım zaman kendimi görürüm. İşte
"aynaya baktığım zaman kendimi görürüm" cevabınız Peygamberi, Kuran'ı ve
ölüm ötesi yaşamı inkârdan başka bir şey değildir!

Eğer gördüğünüz aynada, sizin ben dediğiniz, kendim dediğiniz yapı ise bu
beden belli bir seneler sonra toprak altında çürüyüp yok olacak ve bu hesaba
göre sizinde yok olmanız gerekecektir. Ama siz toprak altında Peygamberin
bildirdiği bir şekilde yaşayacaksınız. Bu beden çürüyüp yok olmasına rağmen
demek ki aynada ben dediğiniz, kendim dediğiniz şeyi görmüyorsunuz. Siz bir
beden görüyorsunuz.

Sokakta bir araba görüyorsunuz, yaklaşıyorsunuz cama tıklıyorsunuz, cam
açılıyor içerde bir adam, direksiyona yapışmış "Kimsin sen?" diyorsun. "Ben
1956 modeli Chevrolet'im "diyor. Adama bakarsınız gülersiniz,kafayı üşütmüş
zavallı dersiniz. "Sen Chevrolet değilsin kardeşim, sen insansın, arabanın
direksiyonunda oturuyorsun, bir süre sonra da direksiyondan kalkıp arabadan
çıkarsın! " dersiniz. Adam size "Hayır öyle şey yok, herkes bana böyle dedi,
herkes de bana böyle diyor, ben otomobilim" cevabını veriyorsa artık siz ona
daha fazla bir şey söylemezsiniz. "Zavallı, Allah selamet versin" der
geçersiniz.

İşte bugün birtakım insanlar, ben 56 doğumlu bilmem kimim, ben 48 doğumlu
bilmem kimim, ben 38 doğumlu bilmem kimim diyorsa o 56 model Chevrolet'im
diyen şoförden farkı yoktur.

Siz belli bir süre için bu bedenle birlikte varolan, fakat bir süre sonra bu
bedeni terkedip, bedensiz olarak yaş***** devam edecek bir varlıksınız.

İşte din dediğimiz olgu burdan ileri geliyor, şu anda her ne kadar bu
nedenle bu madde dünyasında yer alıyorsanız da, belli bir süre sonra , bu
madde dünyasıyla tüm ilişkiniz kesilecek, paranız, koltuğunuz, karınız,
kocanız,çoluğunuz-çocuğunuz,ananız, babanız v.s tümü geride kalacak, tek
başınıza yepyeni bir hayata geçeceksiniz.

Eğer o hayatın şartlarına göre kendinizi hazırlayamadıysanız, hazırlama
gereği duymadıysanız, siz ne olursa olsun o ortamda çok büyük bir sıkıntıya
, azaba düşeceksiniz. Ergeç denize düşecek olan insan yüzme öğrenmek
mecburiyetindedir. Yüzmeyi öğrenmediyse, o denizin içinde boğulur. Bunun
başka yolu yoktur.

Ben dünyada böyle bir insandım, şöyle bir insandım, şunu
yaptım, bunu yaptım. Sen dünyada nasıl bir insan olursan ol, eğer yüzmeyi
öğrenmediysen, denize düşünce boğulursun.

Sen eğer gideceğin ölüm ötesi aleme gereken bir biçimde hazırlanmadıysan, o
alemde yer alacak olan ruh bedenini gerektiği bir biçimde, gereken enerjiyle
güçlenmediysen, ne olursan ol o alemin batağında B-O-Ğ-U-L-U-R-S-U-N....

E canım ben Peygambere inanıyorum, Allah'a inanıyorum ama gerektiği gibi
hazırlanamıyorum. Aldatma kendini, mantığını çalıştır, beynini çalıştır
gerçekçi düşün.

Senin halin o adama benziyor. Vapur yolculuğuna çıkmış,
kaptanla da çok samimi, kaptanın sofrasında yemek yiyor, kaptanla da çok iyi
anlaşıyor. Ama bir gün güvertede güneşlenirken, kaptandan şu seslenişi
işitiyor;

"Gemi su alıyor, batmak üzere, herkes acele yüzme öğrensin, veya can
simidi edinsin" Sen diyorsun ki;"Canım, ben burada keyfime bakayım, ben
kaptanı seviyorum, nasıl olsa kaptan beni kurtarır"

Gemide 1000 yolcu nerde sen nerde kaptan. Bir süre sonra gemi batıyor. Sen
suların içinde gulu gulu yapıyorsun. Bu arada diyorsun ki;"Deniz, deniz! Beni
boğma, ben kaptanı çok seviyordum, ben kaptana yanıyordum" Deniz sana lisanı
halle der ki; burada kaptanı sevmen, kaptana yanman, sana fayda etmez. Ya can
simidi edinseydin veya yüzme öğrenseydin. Sen istediğin kadar kaptana
inanıyordum de, boğulursun.

Çünkü kaptanın senin inanmana ihtiyacı yok, yani Peygamberin senin ona inanmana
ihtiyacı yok. Allahın da senin ona inanmana ihtiyacı yok.

Peygamber sana diyor ki;

"Eğer benim dediklerimi anlayıp idrak edemiyorsan,
bana hiç olmazsa inan, ölüm ötesinde böyle bir yaşam var, o yaşamın
şartlarına göre tedbir alarak kendini kurtar.

Sen diyorsun ki;"Ben sana inanıyorum" Sonra bildiğin gibi yaşıyorsun. Saçmalama.
Peygambere inanmaktan gaye, Peygamberin dediğini anlayıp idrak etmek ve o
bildirdiği tehlikeye karşı gereken tedbirleri almaktır. Sen ona gerektiği gibi
kulak vermiyor, dediklerini anlamıyor, gereken tedbirleri almıyorsan, ne
kadar" inanıyorum, onu çok seviyorum" dersen de, o gittiğin ortamda içine
düşeceğin azaptan kendini kurtaramazsın. Ona inanmaktan murat, onun önerdiği bir
biçimde gereken tedbirleri almaktır. Peygamberin senin inanmana ihtiyacı yok
ki...

Sen ya geleceği idrak edip, gereken tedbiri alarak kendini kurtaracaksın
veyahut ta es geçeceksin. Gittiğin ortama gereken bir biçimde hazırlanmadığın
içinde mahvolacaksın!

Diri diri kebire gömülüp, orada canlı canlı o azabı çekeceksin seneler ve
seneler boyu. Bu daha işin başlangıcı, devamını söylemeyeceğim şu anda.
Bir İsviçre'ye gitmeye kalkıyorsun, bir Amerika'ya gitmeye kalkıyorsun 6 ay
evvelinden hazırlık yapıyorsun, oranın şartlarını öğreniyorsun, ne
götüreyim, ne getireyim, yanıma ne alayım, orda ne kadar kalayım diye onu
araştırıyorsun.

Ömür boyu, sonsuz yaşayacağın bir ortama gideceksin bir daha geri dönüş yok,
oranın şartlarını araştırma gereği duymuyorsun. Ondan sonra akıllım diye
geçiniyorsun. Bu mu aklın...

Hazırlanma kabul ama evvela oranın ne olduğunu öğren ondan sonra
hazırlanma, bilmediğin bir şeye nasıl tedbir alırsın veya nasıl tedbir almama
gereğini duyarsın. Senin garanti senedin mi var? Şu kadar sene yaşayacağına
dair.

Bir damarındaki tıkanma, bir kalp krizi, bir beyin kanaması senin bir anda
kaç yaşında olursan ol hayatının sonudur. O andan itibaren sana ne karın, ne
paran, ne kocan, ne anan, ne baban, ne bir başkası fayda edecek. Peki, o ölüm
denen olayla birlikte başlayacak olan ölüm ötesi yaşama hazırlanmadıysan
seni kim kurtaracak, ne kurtaracak. Allah kerim canım, yukarıda ALLAH var
canım nasıl olsa kurtarır. Bırak bu ağızları, iyice aklını başını topla ona
göre hareket et. Yoksa vay haline.
 
Geri
Üst