Rabıta yapmak ne demek

M

Misafir

Forum Okuru
Rabıta yapmak ne demek
rabıta yapmak ne demek
rabıta yapmanın faydaları
tasavvuftasavvuf ehli



Öncelikle Rabıta ne demek diyenler için, Rabıta kelimesinin anlamını açıklıyoruz Melek'ler. Rabıta; Beden ile nefsin irtibatını sağlaması ve "halk alemi" ile "emir alemini" bünyesinde barındırması dolayısı ile kalbe de "ribat" denilmiştir. Lakin "ilahi nazargah" kabul edilen ve kötülüklerin girmemesi için her şeyden önce gözetlenmesi gereken yer de kalptir. Yani ruhu arındırma, kalp temizliği de diyebiliriz Melek'lerim.

Şimdi ise Rabıta yapmanın faydaları hakkında bilgiler edinelim Melek'lerim.

Rabıta; iki şeyi birbirine bağlayan ilgi, bağ, münasebet gibi manalara gelir. Tasavvuf yolunda ise rabıta; Allah-u Zülcelal’e, O’nun Resulüne (sav) ve Peygamber Efendimiz’in varisleri olan salih kimselere duyulan bir sevgiden ibarettir.

rabita_yapma-3a7.jpg


Nasıl ki sevgi; sevgilinin hayalini, güzelliğini, hal ve hareketlerini düşünerek, kalbi sevgiliye bağlamak anlamına geliyorsa; rabıta da insanın Allah-u Zülcelal’in rızasını kazanmak için O’nun salih kullarına gönülden bağlanmasıdır.

Yani rabıta, muhabbet ve hürmetle kalbi bağlamaktan ibarettir. Rabıtanın özü şudur: Peygamber Efendimiz -sav-’in varisi olan alim ve salih bir kimseyi düşünmek, sadece onun şahsını hayal etmek ve müstakil olarak ondan bir şey istemek değildir.

Bilakis aslında her şeyi yaratan ve yapan fail-i hakikinin Allah-u Zülcelal olduğuna itikat ederek, Allah-u Zülcelal’in o alim ve salih kimseye ihsanda bulunup, o insanda ortaya çıkardığı fazileti düşünmektir.

Bu durum şuna benzer. Bir fakir ihtiyacını karşılamak için bir zenginin karşısına gelip talepte bulunur. Fakat o fakir bilir ve inanır ki, gerçekte veren ve ihsan eden Allah-u Zülcelal’dir. Çünkü yerlerin ve göklerin hazineleri O’nun elindedir. O’ndan başka fail-i hakiki yoktur. Fakir, zenginin kapısında ancak, Allah’ın nimet kapılarından bir kapı ve oradan kendisine bir nimet vermesinin mümkün olduğunu bildiği için durur. İşte rabıtanın özü de budur.

Lakin günümüzde bazı kimseler: “Allah-u Zülcelal’den başka varlık düşünülür mü? Niçin Allah’ı düşünmüyoruz da, bir insanı düşünüyoruz? Bu şirk değil midir? Allah-u Zülcelal’in sevgisi bölünmüş olmuyor mu?” gibi aklın kabul etmeyeceği yanlış bir takım fikirler öne sürerek, samimi olarak Allah-u Zülcelal’in rızasını arayan insanların kafalarına şüphe sokmaya çalışıyorlar.

Öncelikle şunu belirtelim ki, zat ve sıfatları ile hiçbir benzeri ve eşi, ortağı bulunmayan Allah-u Zülcelal’i düşünmek, O’nun zatını hayale getirmeye çalışmak değildir. Çünkü insanın bir zatı düşünebilmesi için onu görmesi gerekir. Onun için insan ne kadar istese de Allah-u Zülcelal’i hayal edemez ve zaten hayal etmesi de caiz değildir. Çünkü Peygamber Efendimiz -sav- bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

“Allah’ın zatını tefekkür etmeyin. O’nun nimetlerini ve yaratıklarını düşünün. Çünkü siz Allah’ın zatını düşünmeye güç yetiremezsiniz.” (Beyhaki, Şihabu’l İman; Ahmet bin Hanbel, Müsned)

Hal böyle olunca, insanlar içinde Peygamber Efendimiz -sav-’in varisi olmuş alim ve salih olan ve Allah-u Zülcelal’in:
“...Ben onları severim, onlarda beni sever...” (Maide 54) iltifatına ulaşmış ve hayatlarının her anını insanlara faydalı olabilmek için harcayan, kalpleri ilahi nurla dolu olan salih kimseleri sevmenin, bu sayede Allah-u Zülcelal’in rızasına doğru gitmeye çalışmanın gerekli olduğu açık olarak anlaşılmaktadır. Çünkü onlar Allah’ı hatırlatır, Allah’ı sevdirir ve herkesi Allah’a sevk etmeye çalışırlar.

Bu da Allah-u Zülcelal’in bir vergisidir. Bunca alim ve salih kimselerin ısrarla söylediği, büyük menfaatleri olan bir şeyi, ancak ahirete meraklı olan kimselere nasip etmektedir.

Herkesin şunu iyice bilmesini istiyoruz ki, bu kadar alim ve salih kimselerin tasavvuf ve tasavvufun kural ve kaideleri hakkında kitaplar yazmaları, bunları savunmak için değil; insanı Allah-u Zülcelal’in rızasına götüren bu yola bilmeden veya bilerek düşmanlık eden kötülemeye çalışan kimselerin içinde bulundukları bu büyük yanlıştan dönmeleri içindir.

İnşallah-u Teâla bu yazılanları okuyup hakikati idrak edebilenler, tuttukları bu yanlış yolu bırakacaklardır. İnatçı olanlara ise söyleyecek bir sözümüz yoktur. Çünkü inat, tedavisi olmayan bir hastalıktır.

En büyük hidayet ve nur kaynağı olan Peygamber Efendimiz -sav-’i görüp de iman etmeyenler, o güneşten zerre kadar ışık alamadan ölüp gitmişlerdir.

Şüphesiz bir kişi, istifade etmek amacıyla Peygamber Efendimiz -sav-’in varisi olan alim ve salih kimselere baktığında, sohbet meclislerinde bulunduğunda manevi olarak istifade eder. Onu düşündüğünde de durum aynıdır.

GÜLİSTAN ARAŞTIRMA SERVİSİ
Kaynak:Gülistan Dergisi
51. Sayı-Mart 2005
 
Geri
Üst