Şanlıurfa

M

Misafir

Forum Okuru
Şanlıurfa
şanlıurfa dsi misafirhanesi urfa dsi misafirhanesi
Şanlıurfa


Şanlıurfa’nın Göbeklitepe mevkiinde yapılan Kazılarda Şanlıurfa Tarihinin M.Ö. 11.500 Tarihine kadar dayandığına dair bulgular ve tapınak bulunmuştur.
1884 yılında Fransız araştırmacı Gautier’in başlattığı ve 1946’dan sonra Prof. Kılıç Kökten’in sürdürdüğü yüzeysel araştırmalardaki buluntular, Şanlıurfa ve çevresinin Paleotik (yontmataş), dönemde (MÖ 500.000-8.000) insan yaşantısına sahne olduğunu göstermektedir. Prof. Kılıç Kökten’in Birecik İlçesi sınırlarındaki bulduğu el baltası bölgenin en eski tarihi kalıntısı olarak, yontmataş devrinde avcılık ve toplayıcılıkla geçinen insanların bu sıcak ve bol çeşitli hayvan yaşamına elverişli toprakları yurt tutuklarını göstermektedir. Atatürk Barajı göl alanında kalacak höyüklerde 1979 yılından bu yana yapılan yerli ve yabancı arkeolojik kazılarda bulunan domuz ve diğer hayvan iskeletleri o devirlerde bölgenin sık bir ormanlığa sahip olduğunu kanıtlamaktadır.
1964 yılında Bozova İlçesi, Gölbaşı mevkisinde yapılan arkeolojik kazılarda paleolitik dönem kalıntıları yanında neolitik dönem (MÖ 7250-5500) yerleşmelerine rastlanılmıştır. Ayrıca 1982 yılında Şanlıurfa Müzesi Müdürlüğünce Bozova İlçesine bağlı Şaşkan (İğdeli) köyü yakınlarındaki küçük ve büyük Şaşkan höyükleri arasında kalan arazide yapılan arkeolojik kazılarda elde edilen bulgulardan bu bölgenin ilk defa günümüzden 7000 yıl önce toprağa bağlanan insanlar tarafından iskan edilmeye başlanıldığı anlaşılmaktadır.
Neolitikten sonraki ilk medeniyet evresi kalkolotik dönem (5500-3200) buluntuları,; Şanlıurfa’nın Bozova ilçesine bağlı Kurban Höyük, Lidar Höyük ve Siverek İlçesine bağlı Hasek Höyük kazılarında tespit edilmiş, ayrıca aynı kazılarda ilk Tunç Çağına ait (MÖ 3200-1800) çok sayıda değerli eserler ele geçirilmiştir.
Dicle ve Fırat arası topraklar için MÖ ikinci bin yıllarına ait Hitit çivi yazılı metinlerde rastlanan ilk ad “Hur Memleketleri”dir. MÖ birinci bin yarısında ise Asur vesikalarında bölgenin “Hanigalbat” adıyla anıldığı görülmektedir. Bu ad, MÖ 13. Yüzyıl ortalarında çöken Mitanni-Hanigalbat devletini çekirdek arazisin teşkil etmiş olmasına dayanır görünmektedir.
Mitanni devletinin çökmesiyle Urfa bölgesine bir Sami kavimi olan haramiler kitleler halinde gelip yerleşmişlerdir. Daha sonra bölgeye Asuriler hakim olmuş, bu devlet MÖ 610 yılında İran ve yeni Babil devletleri tarafından yıkılmış ve Urfa bölgesine (Elcezire) İranlılar hakim olmuştur.
Büyük İskender istilası (MÖ 331) ve bunu izleyen Helenistik devirde Urfa tarihin belgelerle daha belirgin olarak izlemek mümkün olabilmektedir. Büyük İskender’in ölümünden sonra parçalanan imparatorluğun Urfa bölgesi Selevkosların elinde kalmıştır.
Selevkoslar devrinde Grek ve Makedonya yurtlarında Urfa bölgesine büyük bir oranda göçler olmuş ve bunlar eski Grek adetlerine göre kurdukları şehirlere eski yurtlarındaki bazı mahalle ve şehirlerin adlarını vermişlerdır,
Selevkoslar MÖ 334’de Süryanilerin Urhai (Orhay-Urfa) kasabası üzerine Edessa adıyla bir kent kurmuşlardır. Edessa Makedonya’nın başkenti Aigai’nin (şimdiki Vodena) bir mahallesinin adıdır ve Urfa’ya kurucuları olan Makedonyalılar tarafından verilmiştir. Fakat yerli halk bu yabancı ismi benimsememiş ve kente Urhai demeye devam etmiştir.
MÖ 334-136 yılları arasında Urfada hüküm süren Selevkostlar bu bölgede Edessa’dan başka Carhae (yeni bir plana göre düzenlenmiş Harran) Mekadonopolis (Birecik), Nikephorion (Rakka), Anthemsia (Suruç) kentlerini kurmuşlar ve buralara kendi halklarını yerleştirmişlerdir.
MÖ 137 yılında canlanan bizim Eşkaniyan, Batılıların Arsakid dedikleri İran devleti bütün Mezopotamya’yı yeniden eline geçirdi ve bu tarihten çok az sonra da Urfa’da tarihinde ilk ve son defa olmak üzere yerel bir şehir krallığı kuruldu. Urfa dışına bile taşamamış olmasına rağmen, “ Osrhoene Krallığı” adını taşıyan bu küçük devlet MÖ 132’de Arjaw (El’de Aryu) tarafından kurulmuştur. MS Nisan 216’dan 242 yılına kadar Manu IX. Osrhone Kralı ünvanını almış, ancak onun bir Roma kolonisi haline getirilmiş Edessa’da hiçbir hüküm nüfuzu olmamıştır. Bu krallık 242-244 yıllarında ikti sene gibi kısa bir süre son defa olarak Abgar XI.nin Gordianus III. Tarafından Urfa’ya hükümdar tayin edilmesiyle ihya edilmiş, fakat bu Roma imparatorunun öldürülmesi sonrasında halefi Philippus, Sasani hükümdarı Şapur ile anlaşmayı tercih ederek Mezopotamya’yı İranlılara terk etmek üzere bir anlaşma imzalamış, ancak bu anlaşma tatbik edilememiş ve Mezopotamya yine Romalıların elinde kalmıştır. Fakat bu sırada Orshoene Krallığı kesin olarak tarihe karışmıştır (MS 244).
MÖ 132 – MS 244 yılları arasında 376 yıl devam eden Orshoene Krallığı, para basacak kadar özgür ve güçlü İran devletine kafa tutamayacak kadar güçsüzdü.
Urfa Krallığının bütün dünyaya yayılan esas ünü Hıristiyanlıkla ilgisidir. Kral V. Abgar’ın (Kara Abgar-Büyük Abgar) MS 13-50 yılları arasındaki ikinci saltanat devresi Hıristiyanlık tarihi bakımından çok önemli sayılır. Bütün Hıristiyanlık alemince meşhur olan “Abgar Efsanesi”ne göre bu zat, Hz. İsa’ya mektup yazarak Hıristiyanlığı teb’asıyla birlikte kabul ettiğini bildirmiş ve Hz İsa’yı dinini yaymak üzere Urfa’ya davet etmiştir. Bu davet üzerine Hz. İsa, yüzünü sildiği mendile çıkan mucizevi resimini havvarilerinden Addai ile birlikte Kara Abgar’a göndermiştir. Hıristiyanlık aleminde kutsal sayılan bu mendilin uzun süre Urfa’yı düşmanlardan koruduğuna inanılmış, MS 944 yılında Bizans imparatorunun doğudaki kuvvetlerinin komutanı Ioannes Kurkuas Urfa üzerine yürüyerek bu mucizevi resmi almayı başarmış ve onu büyük bir törenle İstanbul’a götürmüştür.
Mandilion, Hıristiyan sanatında oldukça yer tutmuş ve hayali resimleri bir çok batı müzesini süslemiştir
Bu ilgi çekici efsanede kral V. Abgar’ın Hıristiyanlığı kabul etmiş olması, tarihi gerçeklere uygun değildir. Hıristiyanlığı ilk kabul eden hükümdar, aynı hanedana mensup, aynı adı taşıyan IX. Abgar’dır ve bu olay 214 yılında gerçekleşmiştir.
3. – 6. Yüzyıllar boyunca Urfa ve bölgesi Roma’ya bağlı kaldı. Romalılar Urfa başta olmak üzere bütün şehirlerin surlarını yenileyip güçlendirdiler.
Halife Hz. Ömer (634-644) zamanında Irak orduları komutanı Sa’ad bin Ebu Vakkas’ın gönderdiği Abdullah bin Alban idaresindeki ordu 639 yılında Urfa’yı almış ve Orshone’yi Diyar’ı Mudar adıyla Şam eyaletine bağlamıştır. İslam idaresi Urfa’daki Hıristiyan halka azami hoşgörüyü göstermiş, İslamın bu tutumu karşısında yerli halk kısa zamanda kendi arzularıyla Müslümanlığı kabul etmiştir.
Emeviler ve Abbasiler zamanında cereyan eden iç ve dış olaylar esnasında Urfa daima İslam imparatorluğunda kalmış, ancak Abbasilerin dağılma yıllarında 1030 yılında Bizans hakimiyetine girmiştir.
Selçuklu Sultanı Melikşah, komutanlarından Emir Bozan’ı Urfa’nın fethine gönderdi. Emir Bozan şehri üç ay sıkı bir şekilde kuşattı. Bu şiddetli kuşatma sırasında dışarıdan yardım göremeyen şehir halkının ileri gelenleri Bozan’ın yanına giderek Urfa’yı ona teslim ettiler (Mart 1087). Böylece Urfa Selçuklu hakimiyetine girmiştir.
Urfa, 1098’de I. Haçlı Seferleri sırasında Prens Baudouin de Boulogne tarafından zaptedilerek Haçlı Kontluğu idaresine girmiştir.
Musul Atabeyi Nurettin Zengi 1144’te Urfa’yı alarak Haçlı Kontluğu idaresine son vermiş, onun bu haraketi II. Haçlı seferlerine başlamasına neden olmuştur.
Eyyübilerden Artuklulara geçen Urfa, Moğol tahribinden sonra Karayülük Osman Bey tarafından Akkoyunlu idaresine geçirilmiş, daha sonra Memlük hakimiyetine girmiş, 1516’da Mercibadık Savaşı neticesinde Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır.
1650 yıllarında Urfa’yı ziyaret eden ünlü seyyah Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde Urfa’dan şu şekilde bahsetmektedir.
“…Nuh tufanından sonra kurulan eski şehirlerden biri de Urfa’dır. Semud kavminden Rohay adında bir hükümdarın yapısıdır. Hz. İbrahim’i bu şehirde Nemrut ateşe attırmıştır. Hz. İsa, buraları Kayseri’nin idaresinde iken, gelip bir kiliseye inmiş. Onun için buraya Deyr’i Mesih derler. Havvariler burada İncil’i gayet hazin bir sesle okurlarmış. Onun için makama “Rehavi” demişlerdir.”
“…Nihayet Emevilerden Muaviye Şam’da iken, asker gönderip burayı Rumlardan alarak İslam ülkelerine katmıştır. Sonra Abbasilerden Me’mun bir sebeple buraya gelip İbrahim Halil Türbesini tamir ettirmişlerdir. Birçok hükümdarın eline geçtikten sonra H.922 tarihinde Yavuz Sultan Selim Mısır’a giderken burasını Hadım Sinan Paşa almıştır.”
“…Kalenin dört tarafı gayya kuyusu gibi uçurum kayalardır. Kale kapısının iç yüzünde bir cami vardır. Urfa camileri hepsi 22 mihraptır. İbrahim Halil Camii, Hasan Padişah Camii, Pazar Camii, Dabbakhane Camii, Ahaveyn Camii ve Çakeri Camii içerisinden İbrahim Halil suyu geçerek havuz ve şadırvanları canlandırır. 67 kadar mahalle mescidi vardır.”
“…Sekiz hamamı vardır. Çarşı ve pazarı toplam 400 dükkandır. İki bedesteni vardır. Saraçhanesi İbrahim Halil nehri kenarındadır…”
XVI. yüzyıl sonlarında Karayazıcı Abdülhalim isyanı nedeniyle çok kanlı olaylara sahne olan Urfa’da karışıklık kısa zamanda bastırılmıştır. 1837 yıllarında Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa kenti kısa bir süre elinde tutmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun I.Dünya Savaşı’ndan yenik çıkması üzerine Urfa 24 Mart 1919 tarihinde İngilizler tarafından işgal edilmiş, 30 Ekim 1919 tarihinde yine İngilizler tarafından Fransızlara devredilmiştir. 11 Nisan 1920’de Fransızları kesin yenilgiye uğratan Urfalılar bu zaferlerinin anısı olarak TBMM’nin kararıyla 1984 yılında “ŞANLI” ünvanına kavuşmuşlardır







Kaynak:geziyoruz.net
 
Cevap: Şanlıurfa

ŞANLIURFA'DA "SIRA GECESİ" GELENEĞİ

Şanlıurfa folkloru denince hoyratları, türküleri, türkücüleri, çiğ köftesi ve sıra geceleri akla gelir.
Bilhassa kış gecelerinde yaşları birbirine denk yakın arkadaş guruplarının, her hafta bir arkadaşın evinde olmak üzere haftada bir akşam, belirli bir niteliğe ve düzene göre sıra ile yaptıkları toplantılara Şanlıurfa'da "SIRA GECESİ" denir.

SIRA GECESİNDE KURALLAR
Sıraya katılanlar sıra gecesinin kurallarına uymak zorundadır. Bu kurallardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
Önceden belirlenen sıraya gelme ve gitme saatine uyulur, uymayanlara arkadaşlarca tespit edilen ceza verilir. Sıraya gelen misafirler veya yaşça büyük olanlar, saygı ifadesi olarak üst tarafta oturtulur, ev sahibi ise kapıya yakın oturur. Sıra gecesinde müzik icra edilirken konuşmak, sohbet etmek, müziği dinlemeyip başka şeylerle meşgul olmak hoş karşılanmaz. Müzik icra edenlere hakaret sayılır.

Sıra grubunun seçilen bir başkanı vardır. Başkan sıra gecesinin yönetimini üstlenir, kurallara uymayanlara verilen cezaları uygular.
Sıra geceleri genellikle yer sergisi olan evlerde yapılır. Oturan kişilerin ayaklarını uzatmaları, yan gelip yatmaları uygun değildir. Belli bir rahatsızlığı olanların ayağını uzatarak oturmaları hoş karşılanır.

Sıra gecelerinde sohbet ve müzik icrası yanında bazı "Tolaka" ve "Yüzük Fincan" gibi geleneksel oyunlarda oynanır. Bu oyunları oynayarak sıra arkadaşları hoşça vakit geçirirler. Oyunlar sonunda kaybeden tarafa önceden belirlenen bir ceza verilir. Bu ceza sıra kasasına verilecek sembolik bir miktar para veya yiyecek birşey ısmarlama şeklinde olabilir.

SIRA GECESİNDE SOHBET
Sıra gecelerinin en önemli fonksiyonlarından biri sohbettir. Sıra gecelerinde konuşulan konular; sıra gezenlerin mesleklerine, kültür seviyelerine, tahsillerine, meraklı oldukları konulara göre değişiklik arz etse de sırada; sağlık, eğitim, ekonomi, sanat, edebiyat, siyaset, dini konular ile Urfa'nın sorunları, Türkiye ve dünya meseleleri gibi hemen her konu sıra gecelerinde konuşulur. Konuşulan konuda herkes özgürce düşüncesini söyler.
Bazı sıra gecelerine, sıradakilerin merak ettikleri veya ilgi duydukları konunun uzmanı bir misafir özellikle çağrılır ve onun konuşması dinlenir, ondan istifade edilmeye çalışılır.

Sıra gecesine katılan gençler büyüklerini dinleyerek, sohbetlerinden istifade ederler. Bilgileri görgüleri artar. Bilmedikleri bir husus varsa usulüne uygun büyüklerine sorarak bilgi dağarcığını genişletir. Sıra gecelerinde gençler; konuşma ve dinlemenin adabını, nerede konuşulup nerde susulması gerektiğini öğrenirler

SIRA GECESİNDE MÜZİK
Şanlıurfa'da müziğin gelişmesi ve yaşatılmasında, yeni bestelerin ve sanatçıların ortaya çıkışında en önemli faktör sıra geceleridir. Sıra gecelerinde müzik, sıra elemanlarınca usta-çırak geleneği içerisinde icra edilir. Herhangi bir enstrüman çalan veya okuyabilen kişilerin oluşturduğu sıralarda müzik, Urfa makam geleneği içerisinde icra edilir. Müzik faslı Rast veya Divan makamından başlayarak, Uşşak, Hicaz ve gecenin durumuna göre diğer makamlarla devam ederek Kürdi veya Rast makamıyla son bulur. Bu makamlar icra edilirken o makama göre şarkı, türkü okunur. Arada ise hoyrat ve gazel okunur. Müziğe yeni başlayanlar, bu gecelerde ustaları dinleyerek müzik bilgisini alır ve makamları öğrenirler. Bu yönüyle sıra gecelerine "halk konservatuarı" da denilebilir. Bu tür sıra geceleri daha çok, müzisyenlerin bir araya geldiği sıra geceleridir.
Her sıra gecesinde müzik icra edilir diye bir kural da yoktur. Müzisyenlerin oluşturduğu sıra gecelerinde bile müzik, gecenin ancak belli bir bölümünde icra edilir. Çünkü sıra gecesinin esas amacı; sohbettir, dayanışmadır, paylaşmadır.
Son yıllarda televizyonlarda veya çeşitli salonlarda, restoranlarda eğlenmek için düzenlenen müzikli, zaman zaman da içkili gecelere de "sıra gecesi" denmektedir. Bu geceler geleneksel sıra geceleri değildir. Bunlar için "Urfa gecesi" , "Urfa halk müziği gecesi" veya "Urfa asbap gecesi" ifadeleri daha uygun olur kanaatindeyiz.

SIRA GECESİNDE İKRAM
Sıraya gelenlere ilk olarak acı kahve ikram edilir. Çekirdek kahve kavrulup dövüldükten sonra, kaynatılıp süzülerek hazırlanan acı kahveye "mırra" denir. Bu kahve, özel fincanlarla misafirlere sunulur. Mırra, az miktarda konulur ve iki defa verilir. Acı kahvenin yapılması gibi içilmesinin de kendine has kuralları vardır. Bu kurallardan birkaçını şöylece sıralayabiliriz. Kahveyi içen, kahve fincanını yere koymamalı ve mutlaka dağıtana geri vermelidir. Kahveyi içenin, fincanı yere veya masaya koyması, kahveyi verene büyük hakaret sayılır. Eskiden bunun cezası, kahveyi dağıtan bekârsa evlendirilmesi ya da fincanın altınla doldurulup ona verilmesi imiş. Bu kuralı bilmeyen misafirler, kahve fincanını yere koyarsa, bu kural hatırlatılır ve de hoş görülür.
Acı kahveden sonra çay ikram edilir. Gece ilerleyip diğer ikramlar yapıldıktan sonra, sıra gecesinin bittiğini hatırlatmak için son bir acı kahve daha verilir.
Sıra gecelerinde yemek olarak "çiğköfte" yapılır, nadiren mahalli yemeklerin ikram edildiği sıra geceleri de vardır. Diğer bir ifade ile çiğköfte sıra gecelerinin değişmez yemeğidir. Çiğköfte ikram edildiğinde genellikle herkes tabağındakini bitirir. Tabakta çiğköftenin kalması hoş karşılanmaz. Bu çiğköftenin iyi yoğrulmadığı veya malzemelerinin beğenilmediği manasına gelir.

Sırada, çiğköftenin yanında ayran, bostana, salatalık veya maruldan yapılmış cacık, koruk salatası, çoban salatası gibi salatalar ikram edilebilir.
Sıra gecelerinde çiğköfteden sonra kadayıf, şıllık, katmer, baklava veya daş ekmeği, küncülü akkıt, palıza, şire gibi mahalli tatlılardan herhangi biri ikram edilir.

Sıra gecelerinde ikram çiğköfte ve tatlı olarak kararlaştırılmışsa, arkadaşlar arasında eşitlik olsun diye herkes bu kurala uymak zorundadır. İlave bir ikramda bulunana "bunu davet kabul ettik, bu nedenle sırayı tekrar yapacaksın" denilerek ceza verilir.

SIRA GECESİ'NİN ŞANLIURFA KÜLTÜR HAYATINDAKİ YERİ
Şanlıurfa'da yüzyıllardan beri yaşanan ve günümüzde de yaygın olarak sürdürülen sıra gecesi geleneğinin, Şanlıurfa kültür hayatındaki yeri şu başlıklarla sıralanabilir.

"Sıra gecesi" hoşgörüdür, sevgidir
Sıra geceleri sayesinde insanlar birbirleriyle tanışır, konuşur, arkadaşlıklar, dostluklar oluşur. Urfa'da, birliğin, beraberliğin, sevginin, hoşgörünün tohumu sıra gecesinde atılır, yıllarca süren sıra gecelerinde bu tohum büyür ve ulu bir çınar olur. Bu nedenle Urfa'da sıra gecesi, "sıra arkadaşlığı" çok önemlidir. Yıllarca süren sıralardaki arkadaşlıklar, zamanla yakın dostluklara dönüşür.

"Sıra gecesi" bir halk mektebidir
Urfalı; cemaatle oturup kalkmayı, gelenek ve göreneklerini, adab-ı muaşeret kurallarını, cemaatte konuşmanın adabını, yeri geldiğinde konuşmayı, yeri geldiğinde dinlemeyi, büyüğüne saygıyı sıra gecelerinde öğrenir. Sıra gecelerinde zaman zaman çeşitli kitaplar okunur ve yorumları yapılır. Böylece sıra gecesi; eğiten, öğreten bir halk mektebidir.

"Sıra gecesi" nezih bir sohbet ortamıdır,
Sıra gecelerine çağrılan edebiyatçılar, şairler bilim ve din adamları dinlenir, onların bilgilerinden istifade edilir. Menkıbeler, kıssalar, fıkralar anlatılır. Deneyimler aktarılır.

"Sıra gecesi" acıyı ve mutluluğu paylaşmaktır.
Ölüm, düğün gibi birçok acı tatlı olay sıra arkadaşlarınca birlikte paylaşılır.
Sıra arkadaşlarından birinin yakını ölse, diğer arkadaşları cenazenin hazırlanmasından, kaldırılmasına kadar arkadaşlarının yanında olurlar, acısını hafifletmeye çalışırlar. Yine arkadaşlarının düğün, sünnet vb. mutlu gününde yanında olur, mutluluğunu paylaşırlar.

"Sıra gecesi" tanışmaktır, kaynaşmaktır
Sıra geceleri sayesinde insanın çevresi genişler. Sıraya zaman zaman misafirler çağrılır, onlarla tanışılır. Bazı sıra gecelerine bürokratlar da çağrılır, gelen misafirler sıra elamanlarını, sıra elemanları da o bürokratları tanımış olur. Böylece sıra gecesi; tanışmaya, kaynaşmaya ve devlet-halk bütünleşmesine vesile olur.

"Sıra gecesi" bir "halk konservatuarı" dır.
Şanlıurfa'da müziğin gelişmesi ve yaygınlaşmasının en büyük nedeni sıra geceleridir. Bu geceler, usta-çırak geleneğine uygun olarak müziğin öğretildiği ve icra edildiği meşk ortamıdır. Müzikle ilgilenenler bu gecelerde türküyü, gazeli, hoyratı, şarkıyı, makamı, usulü, notayı öğrenir. Müzik terbiyesini burada alır. Bu yönüyle sıra geceleri, bir "halk konservatuarı" dır.

"Sıra gecesi " çok yönlü bir dernektir
Çeşitli hobileri ve özel ilgi alanları olanlar kendi aralarında sıra gecesi grubu oluştururlar. Bu gecelerde sevdikleri konuları konuşur, görüş ve bilgi alışverişinde bulunurlar. Bu yönüyle sıra gecesi; bir dernek gibi fonksiyon üstlenmiş olur.

"Sıra gecesi" bir istişare toplantısıdır.
Şanlıurfa'nın sosyal, kültürel ve ekonomik sorunları sıra gecesinde konuşulur ve tartışılır, çözüm yolları üretilir. önemli birçok konularda kararlar alınır ve uygulanır. Meselâ; Şanlıurfa'nın düşman işgalinden kurtarılması ile ilgili ilk toplantı bir sıra gecesinde yapılmıştır. Bu yönüyle sıra geceleri birer istişare toplantılarıdır.

"Sıra gecesi" bilgilenme toplantılarıdır
Sıra geceleri, ekonomik ve sosyal konuların konuşulduğu, bilgilenme toplantılarıdır. Gündemdeki konular, piyasa ve ticari durum, mevsim mallarının fiyatları, sanayi durumu, yapılan yatırımlar gibi birçok konular sıra gecelerinde konuşulur.

"Sıra gecesi " bir siyaset okuludur
Sıra gecesinde aynı veya değişik siyasi görüş sahibi kişiler bir araya gelebilir. Memleket meseleleri konuşulur, tartışılır bazen de ortak kararlar alınır. Seçim zamanının yaklaştığı günlerde, siyasiler sıra gecelerine katılır ve oradaki insanlara; görüşlerini, planlarını, programlarını anlatarak, sıra gecesi elemanlarının görüşlerini alırlar.

"Sıra gecesi" yardımlaşmadır, dayanışmadır
Sıra geceleri, sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın yoğunlaştığı ve pratiğe dönüştüğü ortamlardır. Sıra gecelerinde cezalardan toplanan paralar, gerektiğinde üzerine de para konularak fakir kimselere yiyecek ve giyecek alımında kullanılır, hayır müesseselerine dağıtılır veya öğrencilere burs olarak verilir.

"Sıra gecesi" geleneklerin yaşatıldığı gecelerdir
Sıra gecelerinde bazen "tolaka" veya " yüzük fincan" oyunu gibi geleneksel oyunlar oynanarak, hoşça vakit geçirilir. Böylece geleneksel oyunlarımız da yaşatılmış olur.

"Sıra gecesi" Şanlıurfa'nın tanıtıldığı gecelerdir
Şanlıurfa'daki veya başka memleketteki Urfalıların sıra gecelerinde, Şanlıurfa gelenekleri, müziği, yemekleri ve tatlıları misafirlere sunulur, böylece Şanlıurfa'nın kültürel ve sosyal tanıtımı yapılır. Bu yönüyle; sıra gecesi bir lobi faaliyeti üslenmiş olur.

"Sıra gecesi" sevgi, barış ve hoşgörü ortamıdır.
Sıra gecelerinde iki aile veya arkadaş arasındaki kırgınlıklar, dargınlıklar istişare edilir ve haklı-haksız belirlenir. Bu kişilerin araları bulunarak barıştırılır. Bu yönüyle sıra geceleri , sevgi, barış ve hoşgörü ortamıdır.

Sıra geceleri;
Arkadaşlıktır, dostluktur, Paylaşmaktır, tanışmaktır, Kırgın olanla barışmaktır, Sevgidir, hoşgörüdür, Fedakârlıkta yarışmaktır,

Sıra geceleri;
Âşıkların saz'a geldiği, Çırakların diz'e geldiği, Ustaların söz'e geldiği, Âriflerin öz'e geldiği, Yüreklerin yanıp köz'e geldiği, Gönül güzelliklerinin göz'e geldiği gecelerdir.

Sıra geceleri;
Ses, saz, söz üstüne sohbettir, Şiirdir, edebiyattır, Musikidir, muhabbettir.

SIRA GECESİ İLE İLGİLİ BİR MAKALE

"SIRA GECESİ" Abuzer AKBIYIK
SIRADAN BİR GECE DEĞİLDİR

"Sıra Gecesi", atalarımızdan bizlere geçen ve halen de yaşayarak sürdürdüğümüz çok güzel bir geleneğimizdir. Bu gelenek son yıllarda Televizyonların çoğalmasıyla medyanın ilgi odağı olmuş, Urfa'ya gelen hemen her programcı "Sıra gecesi' çekimi yapmış, Züğürt ağa, Eşkıya filmleri gibi birçok sinema filminde "Sıra Gecesi" sahneleri kullanılmıştır. Yine Urfa'yı ziyarete gelen guruplara "Sıra gecesi" adı altında geceler tertiplenmektedir.

"Sıra gecesi" Urfa'ya gelen yabancılara Şanlıurfa kültürünün tanıtımına bir araç olmaktadır. Yine Urfa dışında düzenlenen "Sıra Gecesi" programları ve televizyondaki "Sıra Gecesi" programlarıyla birçok kişi Urfa kültürüyle tanışmakta iç içe olmaktadır. Sıra gecesi programları, işin bu yönüyle güzel bir tanıtım aracıdır.

Bazı televizyonlarda ve sinema filmlerinde "Sıra Gecesinin" , sadece müzik icra edilen, çiğköfte yenen bir toplantı olarak tanıtıldığına icra edildiğine, hazırlanan köftenin tavana, oraya buraya atıldığına tanık olmaktayız. Hatta bazı programlarda "Sıra gecesi" içkilerin içildiği bir müzik eğlence gecesi şeklinde sunulmaktadır. Sıra gecesinin, vur patlasın çal oynasın tarzda yapılan kafaların demlendiği "oturak alemleri" gibi geceler olduğu imajı yaratılmaktadır. Bu yanlıştır. Kültürel değerlerimizi yozlaştırmaktır.

Şanlıurfa'da sadece eğlenmek ve içki içmek üzere bir araya gelinen gecelere "Sıra gecesi " değil, "Asbap Gecesi" denir. Düğünden bir gece önce damadın arkadaşları ve çalan söyleyenler bir araya gelir ve hem müzik yaparlar hem de içki içerler. İçki içilmeyen sadece eğlenmek için yapılan Asbap Geceleri de vardır.

Sıra geceleri, Asbap Gecesinden tamamen farklıdır. Sıra gecelerinde içki içilmez. Müzik belli bir makam geleneğine göre yapılır.

Arkadaş gurupları haftada birinin evinde sıra ile olmak üzere bir araya geldikleri için bu gecelere "Sıra gecesi " denilmiştir.

Şanlıurfa'da "Sıra gecesi", "sıradan bir gece" değildir. Sohbetin kültürün edebiyatın müziğin harmanlandığı nezih ortamlardır. Sıra gecelerinde müzik icra edilir, çiğköfte yenir ama müzik ve yemek sıra gecesinin tamamı değil, bir bölümüdür, Amaç; sosyal, kültürel ve dini konularda sohbettir, muhabbettir, dayanışma ve yardımlaşmadır, geleneklerin yaşatılmasıdır.
 
Cevap: Şanlıurfa

COĞRAFYA (FİZİKİ YAPISI)

Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yer alan Şanlıurfa, doğuda Mardin, batıda Gaziantep, kuzeybatıda Adıyaman, kuzeydoğuda Diyarbakır illeriyle çevrilidir. İl'in güneyinde 789 km'lik Türkiye-Suriye sınırı uzanır. Yüzölçümü 18.584 kilometre kare olup genelde bir ova görünümündeki il merkezinin rakımı 518 m'dir.

Şanlıurfa kontinental (kara) iklim özelliği gösterir. Yazları çok kurak ve sıcak, kışları bol yağışlı, nispeten ılıman geçmektedir. Şanlıurfa matematik konum itibariyle Ekvatora daha yakındır. Deniz etkisinden uzak bir bölgede bulunmaktadır. Bu nedenle Kontinental iklim özelliği ağır basmaktadır. Bu özellik sıcaklık ve yağış bakımından kendisini göstermektedir. İlimizde en yüksek sıcaklık 46.8 C (Temmuz); en düşük sıcaklık ise -12,4 (Şubat) olarak ölçülmüştür. Şanlıurfa’da en soğuk -12.4 C (Şubat) ölçülmüştür. Şanlıurfa’da yıllık ortalama yağış 462 mm olarak hesaplanmıştır. Yıllık ortalama sıcaklık 18.6 C, buharlaşma 2048 mm, rüzgar hızı 2.8 m/sn’dir. Karlı ve don olan günlerin sayısı oldukça azdır.

Dağlar
Şanlıurfa ili, konum itibarıyla Arap Platformu'nun kuzey bölümleri ile Güneydoğu Torosların orta kısmının güney etekleri üzerinde yer almaktadır. ilin kuzeyinde bulunan dağların yükseklikleri düşüktür. Dağlar arasında geniş ovalar yer alır. II'deki başlıca dağlar; Karacadağ (1938 m), Tektek (449 m), Susuz (801 m), Takur Tukur, Germuş (771 m), Nemrut (800 m), Şebeke (750 m) ve Arat (840 m) Dağlarıdır.

Akarsular
İlin en önemli akarsuyu Fırat ırmağı'dır. Diğer akarsulardan bazıları Cülap, Çeltik, Pınar, Pamuk, Zengeçur, Aslanlı, Karabağ, Bahçecik, Hamdun, Necarik, Titriş, Zadeli, Giresav, Halfeti, Pınarbaşı, Süleyman, Mizar, Bamyasuyu, Kehriz, Germuş, Açık Su, Halilürrahman, Direkli ve Mercihan olarak sayılabilir.

Göller
Şanlıurfa kenti içinde gölolarak nitelendirilen Halilürrahman ve Aynızeliha olmak üzere iki göl mevcuttur. Hz. ıbrahim'in ateşe düştüğü yerde oluşan bu iki göl şehir merkezinin güney batısında yeralmaktadır. Hz. ıbrahim'in düştüğü yer, Halil'ür Rahman Gölü'dür. Rivayete göre; Nemrut'un kızı Zeliha da ibrahim'e inandığından kendisini onun peşinden ateşe atmış ve düştüğü yerde Aynzeliha Gölü oluşmuştur. Bu göller içerisindeki balıklar kutsal sayıldığından yenilmemekte olup, dünyanın her tarafından gelen ziyaretçilerin uğrak yeri olmaktadır.
Ayrıca GAP Projesi ile yapayolarak oluşturulan Atatürk Baraj Gölü Türn en büyük baraj gölü olup, il sınırları içinde bulunmaktadır.

Ovalar
Şanlıurfa ili, genelolarak plato görünümünde olup başlıca ovaları şunlardır: Harran, Suruç, Viranşehir, Hilvan, Ceylanpınar, Bozova ve Siverek ovalarıdır.

İKLİM

Şanlıurfa kontinental (kara) iklim özelliği gösterir. Yazları çok kurak ve sıcak, kışları bol yağışlı, nisbeten ılıman geçmektedir.
Şanlıurfa matematik konum itibariyle Ekvatora daha yakındır. Deniz etkisinden uzak bir bölgede bulunmaktadır. Bu nedenle Kontinental iklim özelliği ağır basmaktadır. Bu özellik sıcaklık ve yağış bakımından kendisini göstermektedir. Atmosfer yeteri derecede nemli olmadığından ve karalar daha çabuk ısınıp daha çabuk soğuduğundan Şanlıurfa'da günlük ve yıllık sıcaklık farkları şiddetlidir. Türkiye'de en yüksek sıcaklık Şanlıurfa Ceylanpınar'da 46.5 C (Temmuz) ölçülmüştür. Şanlıurfa'da en soğuk -12.4 C (Şubat) ölçülmüştür. Şanlıurfa'da yıllık ortalama yağış 462 mm olarak hesaplanmıştır. Yıllık ortalama sıcaklık 18.6 C, buharlaşma 2048 mm, rüzgâr hızı 2.8 mĞsn'dir.

Karlı ve don olan günlerin sayısı oldukça azdır. Yılda ortalama 10 günü geçmez. Şanlıurfa'da hakim rüzgarlar kuzeybatı ve batı yönlerinden eser.


urfa.jpg




Kaynak: sanliurfa.bel.tr
 
Cevap: Şanlıurfa

Şanlıurfa ile ilgili Efsaneler
URFA ADI İLE İLGİLİ EFSANE


Allah, Nemrud'a bir kul olduğunu göstermek için, en aciz mahluklarından sivrisinekleri göndereceğini kendisine bildiriyor. Nemrut da, harp etmek için ordusu ile karşı çıkıyor ise de, bulut gibi gelen sivrisinekler asker ve hayvanların göz, kulak ve burunlarına girerek hepsini püskürtüyorlar. Nemrut güçbela kendisini odasına atıyor ve kapıyı, bacayı, bütün delikleri kapayarak bu afetten kurtulmaya çalışıyor.

Topal bir sivrisineğin, Allah'a "Yarabbi ben gazaya yetişemedim topallığım mani oldu" diyerek yalvarması üzerine, Allah ona, "seni de Nemrut'un helakine memur ettim, git onu bul" diye emrediyor. Bu topal sinek Nemrut'un odasına anahtar deliğinden girerek hemen saldırıyor ve burun deliğinden girerek yavaş yavaş beynini kemirmeye başlıyor. Nemrut her çareye baş vuruyor kurtulamayacağını anlayınca, keçeden yaptırdığı tokmaklarla başına vurdurmaya başlıyor. Bu tokmaklar ızdırabını gideremeyince tahta tokmaklarla vurmalarını emrediyor ve bu suretle tokmak altında can veriyor.
Nemrut'un kafasına tokmaklarla vuruldukça, (Vur ha.. Vur ha... Ur ha.. Ur ha..) diye bağırmasından dolayı memleketin adına "Urha", daha sonra da "Urfa" denildiği söylenir.
EYYÜP PEYGAMBER EFSANESİ


Hz. Eyyüp, bölgede yaşayan çalışkan, dürüst, iyi yürekli, Allah'ın sevgisini kazanmış bir yüce insandır. Yedi oğlu üç kızı ve pek çok malı vardır. Allah onun dürüstlüğüne malına bereket vermiştir. Günün birinde şeytan yüce Tanrıya kulların yolunu şaşırdığını artık iman etmediklerini söyler. Allah ; "Kulum Eyyüp'e de baktın mı? O benim temiz kullarımdandır. Hiçbir zaman benim yolumdan dönmez "deyince şeytan" malına bir dokunda bakalım şimdi ki gibi iman edecek mi sana" deyince Allahı bir günde Hz. Eyyub'ün mallarını elinden alır.

Eyyüp (AS) ın inancı ve davranışları hiç değişmez. Çocukları da ölür. Eyyüp sabırla bu olaylara katlanır. Yüce Allah'a boyun eğer. Eyyüb'ün bedeninde çıbanlar çıkar, dayanılmaz acılara düşer, sabırlıdır, inançlıdır, inancında en ufak bir değişiklik olmaz. Kül içinde oturup bir çömlek parçası ile yaralarını kaşır durur. Yaralarına düşen solucanlar yere düştükçe "senin de bedenimde kısmetin varmış" diye alıp tekrar yaralarına koyduğu söylenir. Onu görenlerin bunca acıyı reva gören Tanrıya hala iman edecek misin diye dediklerinde: Allah verdiği gibi alır verirken iman edip alınca isyan etmek mi gerekir" cevabını verir.

Bu acıya göğüs gerip sabreden Eyyüp (AS)'ın imanında en ufak bir şüphe görülmez ve imtihanı kazanır. Yüce Allah ona mallarını yeniden kat kat fazlasıyla verir. Tekrar sağlığına kavuşur. Yedi oğul üç kız babası olur efsaneye göre bu sıkıntısını bugün Şanlıurfa'nın Eyyüp Peygamber Semti'nde bulunan Eyyüp Peygamber makamı diye bilinen yerde çekilmiştir. Hz. Eyyüp'ün şifa bulduğu söylenen su bugün de hastalara şifa olsun diye içirilir. Çile çektiği mağara ziyaret edilir.


HALİL-ÜR RAHMAN VE AYNZELİHA GÖLLERİ EFSANESİ


Nemrut zulmü ile çevresine korku ve dehşet saçar. Bu dönemde bir gece gördüğü rüyayı yorumlatır. Doğacak çocuklardan birisi onu öldürecektir. Nemrut emi verir o yıl doğacak bütün çocukların öldürülmesini emreder. Askerler emri uygular. İbrahim peygamberin annesi Sara Hatun kaçarak bir mağaraya gizlenir. Çocuğu bu mağarada doğurur, dallardan bir beşik yapar, çocuğu burada bırakıp tekrar döner. Çocuğu bir dişi ceylan emzirir. Aradan zaman geçer askerler İbrahim'i mağarada bulurlar. Nemrut'un huzuruna getirirler. Hiç çocuğu olmayan Nemrut ondan hoşlanır ve İbrahim'i yanına alıp büyütür.

Nemrut'un zulmü, haksızlığı ve putlara tapışı, halkında putlara tapmaya zorlanışını gören İbrahim insanların kendi elleri ile yaptıkları bu putların Allah olmayacağını söyler. Halka bu düşüncelerini anlatır. Halk korkudan ağzını açamaz. Nemrut'un evlat edindiği Zeliha ona inanır, ama Nemrut'tan da çok korkar. Hz. İbrahim ile Zeliha arasında bir sevgi bağı oluşur. Bir tören günü herkesin törene gittiği an Hz İbrahim sarayın putlar bölümüne girer. Bir baltayla bütün putları parçalar, baltayı da en büyük putun üstüne asar. Törenden dönenler endişeye kapılırlar. Nemrut'a haber verirler. Rahipler Hz. İbrahim'e kızdıklarında bunu onun yapabileceğini öne sürerler.

Nemrut bir kurulla onu yargılar, kendisinden sorular sorulan Hz. İbrahim "Görüyorsunuz ya işte balta büyük putun omuzun da. Balta kimdeyse bu işi o yapmıştır" der.

Öfkelenen Nemrut, "Bir taş parçası baltayı eline alıp bu işi nasıl yapar" diye haykırınca Hz. İbrahim "İşte benim anlatmak istediğim de budur. Siz kendi ellerinizle yaptığınız bu taş parçalarından medet umuyor, sizi kötülüklerden korumasını bekliyorsunuz. Tanrı diye ona tapıyor, adak adıyor, başınız daralınca ona koşuyorsunuz. Bu gerçekten tanrı ise neden diğerlerini kırmasın" deyince şaşkınlık geçiren Nemrut ve çevresindekiler İbrahim'in üzerine yürürler. Nemrut İbrahim'in yakılmasını emreder.

Her taraftan toplanan odunlar Halil-ür Rahman gölü' nün bulunduğu yerde yığılır. Odunlarla kocaman bir dağ meydana gelir. Nemrut'un kalesinin kuzeyindeki iki büyük sütun yaptırılır. İbrahim (AS) bu sütunlar arasına gerilerek halatla ateşe fırlatılması düşünülür. (Bu sütunlara mancınık denilmektedir.) Zeliha gece gündüz babasına yalvarır. Ama Nemrutun yüreği yumuşamaz. İbrahim (AS) sütunlar arasına gerilen halattan ateşe fırlatılır. Odun yığınlarının ortasına düşer düşmez ateş yerine burası bir göl olur. Atılan odunlar balığa dönüşür. Hemen yanı başında küçük bir göl daha vardır. Balıklar yandıkları için üzerinde kara lekeler bulunur. Göle Halil-ür Rahman Gölü adı verilir. Zeliha'nın göz yaşlarından oluşan küçük göle de Zeliha'nın göz yaşları anlamına gelen "Aynzeliha" adı verilmiştir.

Halk inanışlarında göl veya göldeki balıklar kutsal sayılmaktadır. Bu balıklara dokunanların öleceği, yada başına bela geleceği inanılır.


Hz. İSA'NIN MENDİLİ İLE İLGİLİ EFSANE


Hz İsa zamanında Şanlıurfa'da Hükümdar olan biri (Ceres) illetine tutulmuş bu kişi Hz İsa'yı Şanlıurfa'ya davet için bir heyet ve bir de mektup göndermiş. Mektup da, İncil'e inandığından ve Şanlıurfa'ya teşrif ederlerse bütün tebasiyle iman edeceğinden bahisle, hastalığına çare bulunmasını istirham etmiş. Hz İsa, çok memnun kaldığını, fakat Şanlıurfa'ya gelemeyeceğini heyete bildirmiş ve bir mendili yüzüne sürerek onlara vermiş. Heyet yolda gelirken, Şanlıurfa'ya yarım saat mesafede, bugün (Eyyüp Peygamber Makamı) denilen yerdeki kuyuya kazaen mendili düşürmüşlerse de tekrar çıkartarak Hükümdara getirmişler. Hükümdar mendili vücuduna sürünce iyi olmuş ve mendili bir peygamber mucizesi olarak saklamış.

Şanlıurfa bir İslam memleketi olduktan sonra mendilde İslamlara geçmiş ve Me'mun zamanına kadar Şanlıurfa'da saklı kalmış Me'mun, Bizanslılarla yaptığı bir harpte mağlup olunca yapılan sulh müzakeresinde, Rumlar esirleri iade etmek için Hz. İsa'nın mendilini istemiş. Mendil verilerek esirler geri alınmış.

Bu mendilin vaktiyle düştüğü kuyu, Şanlıurfa İslam ve Hıristiyanları için mukaddes tanınır. Mendilin kuyuya düştüğü gün her sene Hıristiyanlar geceden oraya koşarlar nezirler yaparlarmış. Nezir yapanların oraya yalınayak gidenleri de çokmuş, düştüğü gün büyük paskalyanın yirminci gününe tesadüf edermiş. İşte bu rivayete göre bugünkü mancınıklar, sözde o zaman, bu mendil ve kuyu hatırasını yaşatmak için dikilmiş ve birinin altına bitmeyen su hazinesi yerleştirilmiş. Hangisi yıkılırsa, Şanlıurfa onun altındaki su veya altına gark olacakmış.


ÇİĞKÖFTE'NİN DOĞUŞU İLE İLGİLİ EFSANE

Hz İbrahim Urfa'da doğmuş, yaşamış ve Nemrut tarafından ateşe atılmıştır. Allah'ın emri ile ateş su olmuş Hz. İbrahim'i yakmamıştır. Hz. İbrahim'in doğduğu mağara ve ateşe atıldığı yerde oluşan Balıklı Göl binlerce ziyaretçi tarafından ziyaret edilmektedir. İşte çiğköftenin doğuş öyküsü, Hz. İbrahim dönemine dayandırılmaktadır.

Hz. ibrahim, devrin kralı Nemrud'un putlarını kırarak, Allah'ın varlığına inanmaya davet edince Nemrut öfkelenir ve Hz. İbrahim'in ateşe atılmasını emreder. Böylece büyük bir ateş yakmak üzere yöredeki bütün odunlar toplanır. Nemrut evlerde ateş yakmayı da yasaklar. Halk ateş yakmadan nasıl yemek yapacağını düşünür durur. İşte bu günlerde bir Urfalı avcı, avladığı ceylanı eve getirerek hanımından yemek yapmasını ister. Hanım evde odun bulunmadığını söyler. Çevrede toplanacak bir tek dal odun dahi kalmamıştır. Avcı, çoluk çocuğun aç kalmaması için hanımından bir çare bulmasını ister. Bunun üzerine kadın, ceylanın budundan yağsız et çıkararak bir taş üzerinde başka bir taşla döverek ezmeye başlar. Sonra ezilmiş eti bulgur, biber ve tuzla karıştırarak yoğurur, bahçesinden topladığı yeşil soğan ve maydanozla karıştırarak sofraya getirir. Böylece o leziz ve tadına doyulmaz "çiğköfte" meydana gelir. Hz. İbrahim'in ateşe atıldığı yaklaşık dört bin sene önce ortaya çıkan çiğköfte, bir yemek çeşidi olarak o günden günümüze kadar gelir.

NEMRUT DAĞI VE TAHTI EFSANESİ

Şanlıurfa'nın batısından güneyine doğru uzayan ufak bir dağ silsilesi vardır. Bu silsile içinde, şehre yarım saat mesafede sarp, etrafına nazaran oldukça yüksek bir tepenin zirvesi, geniş ve düz kayalıktır. Buraya "Nemrut'un tahtı" denir. Bu kayalığın doruğunda, kayalar içine oyulmuş oldukça sanatkarane odalar vardır. Burası nemrutun tahtı olarak bilinir. Tepeye 1 saatlik mesafede Kazene köyü vardır. Aşçılar, yemeklerini burada pişirerek, Tahta kadar dizilen uşakların yemek tabaklarını elden ele vermesiyle Nemrut'un sofrasına naklederlermiş, bu köye verilen Kazene adının da köydeki mutfağa kurulan kazanlardan dolayı olduğunu söylemektedir.




Kaynak:sanliurfa.com
 
Cevap: Şanlıurfa

Şanlıurfa'da Konaklama Yerleri

1. Edessa Oteli: Dış görünüş itibariyle tarihi bir mimariye sahiptir. İç mimari ise moderndir. İki katlı olup, yatak odaları üst kattadır. 1 executive suite ve 8 senior room dahil 52 oda, 89 yatak loby kapasiteli, 120 kişilik Restoran, 120 kişilik eyvan (Sıra Gecesi yapılan açık hava bölümü), Odalarda merkezi sistem ısıtma ve soğutma direkt, telefon, duş, 16 uydu yayını yapan TV sistemi, saç kurutma makinası, mini bar mevcuttur. Diskosu, tenis kortu, havuzu ve saunası yoktur. Balıklıgöl platosu içersindedir. Şehir merkezine 500 m, müzelere bin 500 m, Harran ilçesine 44 Km, Atatürk Barajına 70 Km, Hava alanına 10 Km, Nemrut'a 140 Km uzaklıkta olup, tarihi çarşılar ve camiler, Balıklıgöl, Hz. İbrahim Peygamberin doğduğu mağara(Dergah Camii), Urfa Kalesi otel çevresinde olduğundan yürüyerek 5-10 dakikada ulaşılabilir. Fiyatı, tek yataklı odalar 140 $, çift yataklı odalar 160 $ (Kahvaltı-KDV dahil) ve talep edilen konaklama şekline ve gecelemeye doğru orantılı olarak değişir.
Tlf: (0.414) 215 99 11

2. Devlet Konuk Evi: Tarihi Urfa evinden konuk evine dönüştürülmüştür. Klasik yapı içersinde modern araçlarla donatılmış. İki katlı, teras katında ve hayad denilen avlusunda, aynı zamanda lokanta olarak ayrılmış odasında yemek yenmektedir.

Alt katındaki odalarından birinde Sıra Gecesi düzenlemesi yapılmaktadır. Teras katından tarihi kaleyi ve çevreyi görmek mümkündür.

Yüzme Havuzu, diskosu, tenis kortu, saunası yoktur. Fiyatı, tek yataklı odalar ... TL, çift yataklı odalar ... TL'dir.

Ödeme şekli nakittir. Tarihi Balıklıgöl, çarşılar ve camiler bölgesindedir.
Yaya gezmek mümkündür. 10-15 dakika zaman alır.
Tlf: (0.414) 215 93 77





3. Köran Oteli: Şehir merkezinde, Bahçelievler semtinde, İpek yol güzergahında 7 katlı bir tesistir. Fiyatı: (Kahvaltı dahil) Tek yataklı odalar 30 $, çift yataklı odalar 50 $ ' dır. Talep edilen konaklama şekline ve geceleme durumuna göre değişir.
Tlf: (0.414) 313 18 09



4. Harran Bazda Oteli: Tarihi Harran ilçesindedir. Şanlıurfa'ya 44 Km mesafededir. Kümbet ev denilen konik ev yapısındadır. Tek kişilik odalar 20 milyon TL, çift kişilik swit odalar 50 milyon TL'dir. Odalarında sadece klima bulunmaktadır. TV, buzdolabı yoktur.
Tlf: (0.414) 441 35 90



5. Güven Oteli: Şehir merkezindedir. Odalarında klima, telefon, TV, banyo-WC-Lavabo bulunmaktadır. Tek kişilik odalar 20 milyon TL, çift kişilik odalar 30 milyon TL'dir. Tlf:(0.414) 215 17 00. Ayrıca; Şanlıurfa'da konaklama yeri olarak sadece Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar ve Milletvekilleri, siyasiler ile öncelikli olarak Emniyet mensuplarına (asker-polis) lüks, 4 yıldızlı, modern bir tesis olan Polis Evi, DSİ ve Köy Hizmetleri Misafirhanesi de hizmet vermektedir. Şanlıurfa'daki en lüks oteller kadar hatta daha fazla imkana sahip ve lükstür.

Polis Evi Tlf.: (0.414) 313 62 44
DSİ Tlf.: (0.414) 312 68 13
Köy Hiz.: Tlf: (0.414) 313 34 43

Bu otellerin yanı sıra bazı küçük kapasiteli, sadece yatmak için ve lüks olmayan birkaç otel de hizmet vermektedir. Bunlar;

a. 11 Nisan Oteli: Şehir merkezindedir.
Tlf: (0.414) 215 10 89

b. Bakay Oteli: Şehir Merkezindedir.
Tlf: (0.414) 215 89 75

c. İpek Palas Oteli: Şehir merkezindedir. (Said-i Nursi'nin kaldığı ve halen ancak ziyaret için açılan odasının ayrı tutulduğu oteldir)
Tlf: 0-414- 215 15 46

d. Doğu Otel: Şehir merkezindedir.
Tel : 0-414- 215 12 28

Yimpaş firmasının şehir merkezi Abide Kavşağında, satış mağazası ve Restoranının bulunduğu mağazanın 4. katından itibaren yapımına başlanan ve yıl sonunda tamamlanması planlanan 4 yıldızlı lüks oteli de havuzu ve diğer sosyal tesisleri ile misafirlerin ihtiyacına cevap verecektir.
Tel: (0.414) 316 14 77






Kaynak:sanliurfa.com
 
Cevap: Şanlıurfa

Şanlıurfalı Ünlüler

URFALI ÜNLÜLER

* * * Öncelikle Şanlıurfa için hizmet etmiş ve ebediyete göçmüş olan ünlü simalarımızdan Şair Nabi, Kemal Edip KÜRKÇÜOĞLU, M.Hulusi KILIÇARSLAN, Suud Kemal YETKİN, Bedri ALPAY, Hüseyin PEYDA, Prof. Dr. Abdülkadir KARAHAN, Halil Refet TANIŞIK, Bekir YILDIZ, M.Akif İNAN, Mahmut Yaşar UĞUR, Mustafa DİŞLİ gibi, var olan daha nice büyüklerimizi bir kere daha anıyor, kendilerine Allah'tan Rahmet diliyoruz. Ruhları şad, mekanları Cennet olsun.

* * * Yıllar önce Şanlıurfa'mızın adını Türkiye ve dünyaya en iyi şekilde tanıtmaya, duyurmaya çalışan ve çalışmakta olan isimlerden Edebiyat, Sanat, Kültür, Tıb, Siyaset, Spor vs dallarında tesbit edebildiklerimizden bazıları;

* Nabi (Şair) 1642 yılında Şanlıurfa'da doğan Yusuf Nâbi'nin Dîvan, Hayriyye, Tercüme-i Hadis-i Erbanin, Hayr'âbâd, Surname, Fatihnâme-i Kâmaniçe, Tuhfel-ül Harameyn, Zeyl-i Siyer-i Veysi gibi ölümsüz eserleri vardır. "Atrab-ül-asar" isimli eserde Şeyhülislâm Mehmet Esat Efendi, Nâbi'nin müzik alanında da üstad olduğunu, güzel sesi ve "Seyid Nuh" müstear adıyla şahane eserler bestelediğini belirtmektedir.
Nâbi 12 Nisan 1712'de İstanbul'da vefat etmiştir. Kabri Üsküdar Karacahmet mezarlığındadır.


* Hayat Bin Kays El Harrani (İslam Alimi) Harrân'da yetişen evliyânın büyüklerinden, âriflerin ileri gelenlerinden. Nesebi; Hayât bin Kays bin Kahhâl bin Sultan el-Ensârî el-Harrânî'dir. Urfa'ya bağlı Harrân kazasında doğup yetiştiği için "Harrânî" nisbeti ve "Şeyh-ül-Kıdve" lakabı ile meşhûr oldu. Doğum târihi hakkında, kaynaklarda bir bilgiye rastlanamamıştır. Ömrünün 50 senesine yakınını Harrân'da geçirmiş büyük bir velîdir. İnsanlar ve bâzı sultanlar, onu ziyâret edip duâsını alırlar, onunla berâber olmakla bereketlenirlerdi. Yüksek hâllerin ve kerâmetlerin sâhibi olup, ehliyeti, ihlâsı, iffeti yanında, dînine çok bağlı bir zât idi. Cömertliğiyle meşhûrdur.

1185 (H.581) yılında orada vefât etti. Harrân'ın dışına defnedildi. Kabri, ziyâretçilere açıktır. Hayât bin Kays hazretleri büyük himmet sâhibi olup, yüksek makamlara kavuşmuştu. Keşf ve kerâmetleri, açık ve meydanda bir zât idi. Allahü Teâlâ'ya yakınlık derecesi bakımından yüksek bir mevkide bulunuyordu. Hakîkat ilimlerinde derin bilgisi vardı.

Sayısız kerâmetleri yanında, hikmetlerle dolu, yüksek hakîkatleri açıklayan sözleri çoktur. İlimde ve tarîkatta o kadar yükselmişti ki, himmet ve tasarrufları "Yed-i Beyzâ"ya benzetilirdi.

* Arabizade Behçet (GÖRGÜN) Efendi (Hatta) 1893'te Urfa'da doğdu. 13-14 yaşlarında hat sanatını öğrenmeye başladı. Hüsn-ü Hat'ın her çeşidinden icazet almış ve icazet vermiştir. I. Dünya savaşında askere gider. Medine'de 5 buçuk yıl askerlik yaptığı sırada Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in makamına Şair Nabi'nin;
"Sakın terk-i edebten Kuy-ı mahbub-ı Hüdadır bu,
Nazargah-ı ilahidir makam-ı Mustafa'dır bu"
dizeleriyle başlayan ünlü kasidesi başta olmak üzere çeşitli yazılar yazar. Bu yazılarından dolayı Fahri Paşa tarafından fıkra yazıcılığına alınır ve terhis olduğunda Urfa'ya götürmek üzere kendisine Peygamberimizin Sakal-ı Şerif'i hediye edilir. (Sakal-ı Şerif, her Ramazan ayında Circis Peygamber adı ile bilinen Peygamberler yada Çarhoğlu Camiinde Urfalıların ziyaretine açılır) Nesih, sülüs, divani ve rik'a gibi yazı çeşitlerini ustalıkla kullanmıştır. En çok Celi sülüs ve celi ta'lik tür yazılarında eserler vermiştir.

* Suruçlu Aziz YAKUP (Şair) 451'de Suruç'ta doğdu. Süryanilerin en güçlü şairi olarak bilinir. 12'lik vezinle yazılmış 760 kasidesinin olduğu söylenir. Parşömen üzerine yazılmış 400 kadar şiiri günümüze kadar ulaşmıştır.

* Antakya'lı Aziz İshak (Şair-Papaz) Urfa'da doğmuş ancak Antakya'da yaşadığı için bu isimle tanınmıştır. Roma İmparatoru Zenon döneminde yaşamıştır. Urfa Kilisesinde Papazlık yaparken Patrik 2. Petrus Karsar döneminde Antakya'ya yerleşmiş ve 460 yılında orda vefat etmiştir. Ünlü bir Süryani şairidir. Ciltler dolusu çalışmaları mevcuttur.

* Urfalı Aziz İshak (Şair) 522'de Urfa'da doğdu. Urfa'daki Ortadoks Kilisesine mensup olarak yaşamını sürdürdü. İlim konulu şiirleri mevcuttur.

* Sabit Bin KURRA (Mütercim-Yazar) 821 yılında Harran'da doğdu. Arapça, Süryanice ve Grekçe bilir. Matematik, Tıp, Mantık, Felsefe ve Müzik üzerine telif-yorum-özet gibi birçok eseri mevcuttur. 150 Arapça, 15 Süryanice, 50'den fazla çeviri eserleri bulunmaktadır.

* Sinan Bin Sabit (Doktor- Mütercim - Yazar) Sabit Bin Kurra'nın oğludur. Yunanca ve Süryanice tercümeler yapmıştır. Tıp, Astronomi, Geometri ve Edebiyat dallarında Sabiilerin inancı ve Süryani Hükümdarı konusunda değerli eserler yazmıştır. 943'te Bağdat'ta vefat etmiştir.

* Sabit Bin Sinan, Bin Sabit, Bin Kurra ( Doktor - Yazar) Sabit Bin Kurra'nın torunudur. Tıp ve Tarih konularında değerli eserleri mevcuttur. Tarih kitabında yaşadığı dönemin önemli olaylarından bahsetmiştir. 973'te öldüğü söylenir.

* Ebu İshak ( Edip-Şair ) Harran'da doğmuş, asıl adı Ebu İshak İbrahim Bin Hilal es-Sabii'dir. Devrin en büyük ediplerindendir. 925 yılında Harran'da doğmuştur. Yazı, belağat ve şiirleriyle tanınmıştır. Matematik, Mühendislik ve Hey'et ilimleriyle tanınmış bir alimdir.

* Abdülkadir Ruhavi El Harrani (Alim ve Şair) Hicri 6. yılın ortalarında Harran'da doğmuştur. Usul,Hilaf, Arapça, Nesir ve Nazımda engin bilgiye sahiptir. Çok mütevazi, cömert, nazik ve hoş sohbet bir alim ve şairdir. Miladi 1320'de Şam'da vefat etmiş ve Kasyon dağı eteklerine gömülmüştür.

* Harranlı El Mu'addil (Hukuçu-Şair-Yazar) Harran'da doğmuştur ve asıl adı Ebu Abdullah Muhammed Bin Abdullah Bin El Abbas Harrani El Mu'addil'dir. Hukuk bilgisi yanında güzel şiirler yazmıştır. Ravzatel Üdeba isimli edebiyat kitabı vardır. 1165 yılında vefat etmiştir.

* Ebü'l Fazl Bin Ebi'l Hucr Takiyuddin Hamid Bin Mahmut El Harrani El Zahid (Müderris-Hatip-Şair) 1119'da Harran'da doğmuştur. Müderris, hatip ve şair Harran Şeyhi olarak tanınmıştır. Tefsir üzerine çalışmıştır. 1 Mayıs 1175'te 56 yaşında iken Harran'da vefat etmiştir.

* Ebü'l Sena Hammad Bin Hibbetullah El Harrani (Şair-Yazar) 1117'de Harran'da doğmuştur. Oldukça güzel şiirler yazmıştır. Harran Tarihi ve Benim İsmim Hammad kitaplarıyla şiir divanı yazmıştır. 1202'de 85 yaşında vefat etmiştir.

* Necmüddin Ebu Muhammed Abdülmun'im Bin Ali Hibbetullah El Harrani (Şair-Yazar) Harran'da doğdu Bağdat'a yerleşti. Hadis, Hambeli fıkhı ve hilafiyyat okudu. Çok değerli şiirler ve eserler telif etti. Alim, fıkıhçı ve şair olarak tanındı.

* Ebü'l Fazl Yusuf Bin Fazlullah El Sekkakini El Harrani(Edip-Zahid-Şair) Harran'da doğmuştur. Nahiv, lügat, sarf ve kıraat ilimlerinde şehrin imamı olarak bilinir. Evini ve kitaplarının Dar'ül Hadis'e vakfetmiştir. 1244 yılından sonra vefat ettiği sanılıyor.

* Ebü'l Ferec Abdullatif Bin Abdulmunim El Harrin El Hambeli (Hadis ve Fıkıh Alimi-Yazar) 1182'de Harran'da doğmuştur. 1273'te 91 yaşında Kahire'de vefat etmiştir.

* Abdullatif Bin Ebi'l Ferec Bin Muhammed Bin El Kubbeyti (Hadis ve Fıkıh Alimi-Yazar) 1159'da Harran'da doğdu. Abdülkadir-i Geylani'nin talebelerindendir. 1243'te 84 yaşında Bağdat'ta vefat etmiştir.

* Ümmül Hayr (Edebiyatçı-Şair) Asıl adı Selma Bin Muhammed Bin Muhammed İbn El Cezeri El Harrani'dir. 831 yılında Harran'a bağlı köylerden birinde doğup yaşadığı bilinmektedir. Harranlı kadın alimler arasında ismine rastlanan tek kadın şair ve edebiyatçıdır. Arapça ve Farsça şiirler yazmıştır. Yetenekli bir kraatçı, güçlü bir hafız ve iyi bir edebiyatçıdır.

* Şeyh Ramazan Şani (Şair) 1631'de Urfa'da doğdu. Osmanlı döneminde adı bilen ilk şairdir. Tasavvufi içerikli şiirler ve ilahiler yazmıştır. 1693'te vafat etmiştir.

* Abdi (Şair) 1857'de Urfa'da doğdu. Okuma-yazmayı mahalle mektebinde öğrendi. 1870'de Dabbakhane Medresesine devam etti. 1872'de Rüşdiye'ye kaydolarak buradan mezun oldu. Memuriyet hayatına ilk olarak Urfa Tahrirat katibi olarak başladı. Bu sıralarda şiir yazmağa başladı. Aynı dairede Müsevvidlik, Hakkari Tahrirat Müdürlüğü, Harran Tahrirat Müdür Vekilliği, Maraş İdare Meclisi Baş Katipliği görevinde bulundu ve 1911 yılında emekliye ayrıldı. 1887'de Hacca gitmiştir. 1893-94 yıllarında Halep Vilayet Gazetesi yöneticiliği yapmış. 1941 yılında evlat acısı, yalnızlık, hastalık içersinde Urfa'da vefat etmiştir. 193 adet şiiri mevcuttur.

* Hikmet (Şair) Asıl adı Ahmet'tir. 1832'de Urfa'da doğdu. Tefsir ve çeşitli ilimler üzerine çalışmıştır. Suruç köylerinde Mültezimlik yapmıştır. Urfa'da Nabi'den sonra gelen en büyük şairlerdendir. 1878'de Urfa'da vefat etmiş ve Harran kapı mezarlığına defnedilmiştir.

* Şair Şevket (Şair) 1861'de Urfa'da doğdu. Asıl adı Mehmet'tir. Vaktini şiir ve sohbetlerle geçirmiştir. Kendine has şiir dili geliştirmiştir. 300 civarında şiiri olduğu bilinen şairin günümüze ulaşan 170 şiiri mevcuttur. 1917 yılında Dergah'ta vefat etmiştir.

* Sakıp Efendi (Şair) 1800 yılında Birecik'te doğmuştur. Asıl adı Emin'dir. Urfa Şer'iyye Mahkemesinde görev yapmıştır. 1854'te Hacca gittikten sonra Şelh ünvanını almıştır. Aşk ve tasavvuf konularında şiirler yazmıştır. 1873'te Birecik'te misafirliğe gittiği oğlunun evinde vefat etmiş, Urfa'da Sakıbiye medresesine defnedilmiştir.

* Hadi (Durak) (Doktor-Şair) 1893 yılında Urfa'da doğmuştur. İlk ve orta okulu Urfa'da, liseyi İstanbul Erkek Lisesinde okudu. Askeri Tıbbiyeye girdi ve mezun olduktan sonra Almanya'ya beceri kazanmak, araştırma yapmak üzere hazırlanırken çıkan I.Dünya Savaşında gönüllü olarak orduya katıldı. 1 Temmuz 1916'da 23 yaşında şehid oldu. Arapça, Farsça, Almanca ve Fransızca bilir. Şiir ve makalelerinin bir bölümü İstanbul gazetelerinde yayınlanmıştır.

* Ayan Zade Namık EKREN (Şair) 1878'de Birecik'te doğdu. Hicri 1324'te İnklap adlı şiir kitabını İstanbul'da yayınladı. 1917 yılında Kerkük'te öldü.






M.Hulusi Kılıçarslan
* Kemal Edip KÜRKÇÜOĞLU (Eğitimci-Şair-Yazar) 1902 yılında Şanlıurfa'da doğdu. İlk öğrenimini Urfa'da orta öğrenimini İstanbul'da ve yüksek öğrenimini de Ankara Ünv. Dil ve Tarih Coğrafya Fak. Klasik Şark Dilleri Bölümünde tamamladı. İngilizce, Arapça, Farsça, Fransızca bilir. 16 yaşında şiir yazmaya başladı. Yüksek İslam Enst. Ve İlahiyat Fakültelerinde İslam dini Tasavvuf ve Edebiyat öğretmenlik yaptı. 1965'te ABD hükümetinin davetlisi olarak gittiği ABD'de mesleki incelemelerde bulundu. 1968'de emekli olan yazar, 14 Nisan 1978'de İstanbul'da vefat etti.

* M.Hulusi KILIÇARSLAN (Şair-Yazar) 1907'de Urfa'da doğdu. Vatan ve millet konularını içeren şiirler yazmıştır. Urfa Kurtuluş Destanı şiirini yazdı. Arapça ve Farsça bilen şair sağlığında şiirlerini yayınlatmamıştır. 6 Haziran 1990 tarihinde Ankara'da vefat etti.


* Suud Kemal YETKİN (Sanat Tarihçisi-Yazar) 1903 yılında Urfa'da doğdu. İlk tahsilini İstanbul Numune-i Tatbikat Mektebinde, orta öğrenimini Galatasaray Lisesinde yapmıştır. 1925 yılında Fransa Sarbon Üniversitesinde Felsefe eğitimi gördü. Çeşitli liselerde ve öğretmen okullarında öğretmenlik yaptı. 1934'te Ankara Ünv. Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesinde çalıştı. 1939'da Milli Eğitim Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel müdürlüğü görevinde bulundu. Aynı yıl Urfa Milletvekili seçildi. 1959-1963 yılları arasında İlahiyat Fakültesi İslam Sanatları Öğretim Üyeliği ve Ankara Ünv. Rektörlüğü yaptı. 1921 yılında "Suud Saffet" adıyla yayınladığı şiiriyle edebiyata girdi. 1980 yılında vefat etti. Mezarı İstanbul'dadır.


Bedri Alpay
* Bedri ALPAY (Şair-Yazar) 16 Mayıs 1905'te Urfa'da doğdu. Okumayı mahalle mektebinde Müslüm Hafız ve İsmail Efendiden öğrendi.
O dönemde henüz açılmış olan Numune Mektebini bitirdi. 18 yaşında Bidayet Mahkemesi Zabıt Katibi oldu. 2 yıl sonra Belediye muhasipliğine geçti. Urfa Şairleri-1 önemli eserlerindendir. 1987 yılında vefat etti.

* Prof. Dr. Abdülkadir KARAHAN (Hocaların hocası) 1913 senesinin 1 Eylül'ünde Urfa Siverek'te doğdu. İlk tahsilini doğduğu yerde, orta öğrenimini İzmir'de, üniversiteyi İstanbul'da bitirdi. İlk şiiri Servet-i Fünun Mecmuası'nda 1931 yılında yayınlandı. İlk kitabı 1934 yılında "Güneşin Doğduğu Yurt" adıyla yayınlandı. İhsan Orhun'la beraber Gençlik Gazetesi'ni kurdu ve idare etti. 1939'da Edebiyat Fakültesi Türkoloji bölümünü birincilikle bitirerek Samsun Lisesi'ne atandı. 1947'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı şubesinde Eski Türk Edebiyatı Kürsüsü'ne doktor asistan olarak atandı. "Fuzuli Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti" adlı eseriyle Türkiye'nin üçüncü edebiyat doktoru unvanını aldı.


Prof. Dr. Abdülkadir KARAHAN
1948'de ilmî araştırmalar için Fransa'ya gitti. 1950'de Hocaları Hazırlama ve Olgunlaştırma Yüksek Okulu'ndan ve Paris'teki Sorbon Üniversitesinden diploma aldı. Fransızca, Arapça, Farsça ve İngilizce biliyor. Doçentlik tezi "İslam Edebiyatında Kırk Hadis." Yeşilay, Türkiye Muallimler Birliği, Edebiyat Fakültesi Mezunları Derneği ve Türkiye Pakistan Kültür Cemiyeti başkanlıklarını yaptı. Karahan'ın 4 bine yakın makalesi yayınlandı.Üniversitede "Mukayeseli Edebiyat" dersi okuttu, Halk Edebiyatı Kürsüsü'nü kurdu. 30 civarında ödülü bulunan hocanın 40'ın üzerinde eseri yayınlandı. "Hafız" ve "Cinnah" hakkında eserleri bulunan Abdülkadir Karahan'ın en önemli eserlerinden biri de "Türk Kültürü ve Edebiyatı"dır.
Hocaların Hocası olarak sayıldı, sevildi, tanındı. Türk ve İslam Edebiyatı Hocası-Eserleri ve anlatımları ile Urfa adını dünyaya taşıdı. O, yalnız divan edebiyatı alanında büyük otorite değil, halk ve tekke edebiyatı, tarih, Osmanlı tarihi, hadis ve diğer İslami ilimler, İran edebiyatı gibi pek çok alanda söz sahibi bir hocaydı. "Hoca hem ilmi, hem edebiyat, hem de fikir hayatımızda önemli bir simaydı. Çok sayıda eseriyle, binlerce makalesiyle, Klasik Türk Edebiyatı sahasına ve hatta İslami bilgiler sahasına hizmet etmiş bir şahsiyetti. Yetiştirdiği binlerce öğrenci ve öğretmen ile Türk fikir hayatının mimarlarından biri sayılırdı)




Hüseyin PEYDA
* Hüseyin PEYDA (Oyuncu-Yapımcı-Yönetmen) 1922'de Urfa'da doğdu. Asıl adı Hüseyin Örmen'dir. İstanbul Ünv. Edebiyat Fak. Felsefe bölümünde bir süre okuduktan sonra Türkoğlu adlı bir dergi çıkardı. Çeşitli işlerde çalıştıktan sonra sinemada karar kıldı. Kendi adına 3 film şirketi kurdu. 1950 yılında yönetmenliğini, senaristliğini, prodüktörlüğünü ve baş rol oyunculuğunu kendisinin yaptığı "Söyleyin anama ağlamasın" filmiyle sinemaya başladı. 14. Antalya Film Festivalinde Kara Çarşaflı Gelin filmindeki rolü ile en başarılı yardımcı erkek oyuncu seçildi. 1990 yılında İstanbul'da öldü.




Halil GÜLÜM
* Halil GÜLÜM (Şair) 1931 yılında Urfa'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Urfa'da yaptı. Bir süre İstanbul Ünv. Edebiyat Fakültesinde okudu. Çeşitli dergilerde şiirleri yayınlandı. SSK'de çalışıp emekli olduktan sonra yerleştiği İstanbul'da 1993 yılında vefat etti.



* Mehmet AKAN (Oyuncu-Yönetmen-Yazar) 1939'da Birecik'te doğdu. İlk ve orta okulu Birecik'te, Liseyi Haydar Paşa Lisesinde tamamladı. İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi son sınıfından ayrıldı. 1959 yılında çeşitli amatör tiyatro guruplarında oynadı. 1982 yılında sahnelenen "Hikayeyi Mahmut Bedreddin" oyunuyla o yıl Ulvi Uraz en iyi yönetmen, Ankara Sanat Kurumu en iyi yönetmen, İsmet Küntay en ili yazar ödülünü kazandı. Televizyon dizisi Bizimkiler'de canlandırdığı Sabri Bey tiplemesiyle Türkiye'ye kendini sevdirdi.

* Halil Refet TANIŞIK (Şair-Yazar) 1916'da Urfa'da doğdu. Birleşen Gönüller isimli şiir kitabı olan şair, 1986 yılında İzmir'de öldü.

* Tekin SÖNMEZ (Şair-Yazar) 1936 yılında Urfa'da doğdu. Kars Lisesi orta bölümünü dışardan sınavlara girerek bitirdi. İlk şiirleri 1961-1963 yıllarında Yelpaze ve Çağrı dergilerinde yayınlandı. 1971'de Nadas, 1972'de Yansıma, 1978'de sanat ve toplum dergilerini çıkardı. 1970-71 yılında TRT Sanat Ödülleri Yarışmasında tek şiir başarı ödülünü aldı.

* Kenan HARUN (Şair) 1925 yılında Siverek ilçesinde doğdu. Dört yol ağzı isimli şiir kitabı yayınlandı.

* Bekir YILDIZ (Hikayeci-Yazar) 1933 yılında Urfa'da doğdu. Çocukluğu Van, Kastamonu, Nizip, Urfa ve Adana'da geçti. İlkokuldan sonra Adana Sanat Enstitüsüne girdi. Mersin ve İstanbul Sanat Enstitülerinde eğitimini tamamladı. 1954'te İstanbul Matbaacılık okulunu bitirdi. Dizgi operatörlüğü yaptı ve 1962 yılında işçi olarak Almanya'ya gitti. Dönüşte Asya matbaasını kurdu. İlk öyküsü 1951'de Tomurcuk Çocuk adıyla bir dergide yayınlandı. 1966'da Almanya'da yaşadıklarını "Türkler Almanya'da" adı ile romanlaştırdı. Urfa'yı konu alan hikayeler yazdı. 1968-69'da May Edebiyat Ödülünü "Kara vagon", 1970-71'de Said Faik Hikaye ödülünü "Kaçakçı Şahan" ile aldı. Hikayelerinden bir kısmı filmlere konu oldu ve yurt dışında ödüller aldı. 1998 yılının Ağustos ayında kalp krizi sonucu vefat etti.



M.Akif İNAN
* M.Akif İNAN (Edebiyatçı öğretmen-Sendikacı-Araştırmacı-Yazar-Şair) 12 Temmuz 1940'da Urfa'da doğdu. İlk ve Orta okulu Urfa'da, liseyi Maraş'ta bitirdi. Dil tarih Coğrafya Fak. Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Urfa'da lise 2. sınıfta iken Derya adlı fikir sanat dergisini çıkardı. 1961-64 üniversite yıllarında Hilal dergisi ve yayın evini yönetti. 1969'de edebiyat, 1976'da Mavera dergisinin kurucuları arasında yer aldı. 1977'den itibaren Milli Gazete ve Yeni Devir gazetelerinde köşe yazıları yazdı. 1964-69 yıllarında Türk Ocakları Merkez Müdürü, 1969-72 yıllarında bir sendikada eğitim uzmanı olarak çalıştı. Liselerde edebiyat öğretmenliği yaptı. 1992 yılında kurulan Eğitimciler Birliği Sendikasının ve ardında da Memur sendikaları Konfederasyonunun Genel başkanlığını yaptı. 6 Ocak 2000 yılında Şanlıurfa'da vefat etti.



* Mehmet Emin Ertan (Edebiyatçı-Tiyatro Yazarı) 1946 yılında Urfa'da doğdu. İlk öğrenimini Urfa'da, orta öğrenimini Konya ve Erzurum'da tamamladı. İstanbul Ünv. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü ile Yüksek İslam Enbtitüsünü bitirdi. Şanlıurfa ve Sakarya'da öğretmenlik yaptı. İstanbul Teknik Ünv. Ve Sakarya Üniversitesinde Türk Dili Okutmanı olarak çalıştı. 1989'da Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Yüksek lisansını, 1995'te Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde doktora eğitimini tamamladı. Halen Sakarya Ünv. Öğretim Görevlisi. Dergilerde folklorik ve tiyatro türü yazıları yayınlanan yazarın Hz.İbrahim ve Nemrut ve Urfa'nın Kurtuluş Destanı isimli 2 piyes kitabı bulunuyor.





Nurettin YARDIMCI
* Nurettin YARDIMCI (Vakıflar Genel Müdürü) 1944 yılında Şanlıurfa'da doğdu. İlk, orta ve liseyi Şanlıurfa'da tamamladı. 1968'de Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji bölümünü bitirdi. 1982'de doktorasını aynı üniversitede yaptı. 1970-73 yıllarında Alanya Müzesi Asistanı, 1973-75 Bodrum Müzesi Müdürü, 1975-77 KKTC Turizm Bakanlığı Eski Eserler Dairesi Müdürü, 1877-78 Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı, 1978-79 Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü Daire Başkan V., 1979-80 Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü, 1980 Kültür Bakanlığı Müşaviri, 1980-88 Kültür ve Turizm Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü, 1988-89 Kültür ve Turizm bakanlığı Müşaviri, 1989-91 Kültür ve Turizm Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü(şbk), 1991-97 Kültür Bakanlığı Müşaviri, 1997-99 Başbakanlık Başbakan Müşaviri ve Tanıtma Fonu Kurulu Temsilcisi, 1999 yılından beri Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürü olarak görevini sürdürüyor.


Şanlıurfa Harran antik kentinde Arkeolojik Kazı ve Restorasyon Çalışmaları Heyet başkanı olarak halen bu görevi sürdüren Yardımcı, UNESCO Türkiye Milli Komitesi Yönetim Kurulu Üyesi ve Kültür Komisyonu Üyesi, ICOM Milletlerarası Müzeler konseyi Türkiye Milli Komitesi Başkanı ve ICOMOS Milletlerarası Anıtlar ve Siteler Konseyi Türkiye Milli Komitesi Başkanı, Anıtlar Yüksek Kurulu Üyeliği görevlerinde bulundu. Japonya, Amerika, İtalya, Hollanda ve İstanbul'da "Uygarlıklar Ülkesi Türkiye - Muhteşem Süleyman - Türkiye Anadolu Uygarlıkları Hazineleri" sergilerinin organizasyonluğunu üstlendi. KKTC'den ve Türkiye Cumhurbaşkanlığından takdirname, 1988'de İtalya Cumhurbaşkanı ile Belçika Kralı II. Leopold Devlet Nişanı, 1987'de Alman Arkeoloji Enstitüleri Muhabir Üyeliği ve Nişanı ile İngiltere York Üniversitesinden sertifika ile ödüllendirildi. Nurettin Yardımcı, evli 2 çocuk babası.





* Mahmut KAPLAN 1953'te Suruç ilçesi Ziyaret köyünde zdoğdu. 1973'te Gaziantep Lisesini bitirdikten sonra girdiği Hacattepe Üniversitesi Türkoloji bölümünden 1978'de mezun oldu. Bir süre edebiyat öğretmenliği yaptı. Ank. Ünv. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde yüksek lisans ve doktorasını tamamladı. Halen Van 100, Yıl Ünv. Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Şiirlerinde dini ögeler ağır basan şairin yazıları ve şiirleri bir çok gazete ve dergilerde yayınlanmıştır.

* Ali Fuat BİLKAN ( Edebiyatçı-Yazar) 1963'te Bozova ilçesinde doğdu. İlk ve Orta tahsilini Bozova'da, Liseyi Urfa'da okudu. 1985'te Samsun 19 Mayıs Ünv. Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. 1987 yılında Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde Araştırma Görevlisi olarak çalıştı. 1993'te Yüksek Lisansını Gazi Ünv. Sosyal Bilimler Enst., Doktorasını 1996'da aynı Enstitüde yaptı. Nabi Divanı üzerine Doktora tezi hazırladı. 1985-87 yıllarında ODTÜ Türk Dili Okutmanı, 1988-96 yılları arasında Gazi Ünv. Eğitim Fak. Öğretim Üyesi olarak görev yaptı. Doçent oldu ve halen Fatih Ünv. Sosyal Bilimler Enst. Müdürüdür. Üniversite yıllarında yazmaya başladığı şiirleri ve yazıları çeşitli dergilerde yayınlandı.

* Hurşit İLBEYİ (Romancı-Senaryo Yazarı) 1963 yılında Ceylanpınar ilçesinde doğdu. İlk ve orta okulu Ceylanpınar, liseyi Ceyhan'da okudu. 1990 yıllarından sonra yazdıkları çeşitli dergilerde yayınlandı. Sinema ve Tiyatro üzerine bir çok eleştiriler yazdı ve birçok röportajlar yaptı. 1990 yılında Atlas Gösterisinin Radyofonik Senaryo Yarışmasında 1. Mansiyon ödülünü aldı. Berzah isimli romanında aynı adla uyarladığı senaryosuyla Esra Filmin 1994 Senaryo Yarışmasında da 1. Mansiyon Ödülünü aldı. Sam Amcanın Kulübesi (Radyo Tiyatrosu), Umut Ekmekle Büyür (Roman-1993), Berzah(1995), Irmaklar Denize Akar(1995),Yitik Ülkenin İnsanları(1996), Cevher(1997 TV dizisi senaryosu) eserleri mevcuttur.

* Mustafa DİŞLİ (Oyuncu-Hatip) 1926'da Urfa'da doğdu. Turan İlkokulunu bitirdikten sonra Adana Öğretmen Okuluna ve daha sonra Urfa Lisesine devam etti. Sanata ilgisi orta okul yıllarında başladı. Urfa'da öğretmen olarak görev yapan Şair-Yazar Halide Nusret Zorlutuna ve Edebiyatçı Mehmet Naci Ecer gibi hocaların rahle-i tedrisatından geçti. İyi bir hatip ve sinema-tiyatro oyuncusudur. Urfa'nın sorunlarını Urfa ağzı ilme yazdığı şiirleriyle dile getirmiştir. 30'dan fazla filmde de rol alan Dişli'nin yazdığı oyunlar sahnelendi. Hatipliği ve hazzır cevaplılığı ile ünlendi ve her platformda Urfa'yı savundu. Urfa'ya lise açılmasında, Fırat nehrinin Harran'a akıtılmasında yazdığı şiirler ve yaptığı konuşmalar her Urfalı'nın hafızasında yer almıştır. Şiirlerini Dumanlı Dağlar adıyla kitaplaştırmıştır. 1987'de Urfa'da vefat etti.

* Zübeyir YETİK (Fikir Adamı-Yazar) 1941'de Siverek ilçesinde doğdu. İlkokulu Ceylanpınar'da, orta okulu Siverek'te, liseyi Urfa'da okudu. Bir süre Ankara Hukuk Fakültesine devam etti. 1977'de Adana İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinden mezun oldu. 1990'da İstanbul Ünv. İşletme Fakültesi, İşletme İktisadı Enstitüsü İş İdaresi programını bitirdi. Şiir yazmaya 1958'de bir yerel gazete için yazmakla başladı. 1961-65 yıllarında İzmir, 1965-66 yıllarında Ankara'da çeşitli gazetelerde çalıştı, yazılar yazdı. Urfa'da öğretmenlik yaptı. Türk Ocağı Urfa Şubesi, Urfa İlim ve Fikir Yayma Cemiyeti, Harran Ünv. Kurma Cemiyeti'ni kurdu ve yönetiminde bulundu. Öğretmenler Sendikasını faaliyete geçirdi ve başkanlığını yaptı. 1968'den sonra belediyecilik, bankacılık ve serbest muhasebecilik yaptı. 1974'te Milli Gazetenin Genel Yayın Müdürü oldu ve 1. sayfa yazarlığını üstlendi. 1976'da köşe yazarlığına geçti. Halen İstanbul İSKİ Basın-Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü görevini sürdürüyor. Birçok şiir kitapları ve makaleleri mevcuttur.

* Aydın HATİPOĞLU (Şair-Yazar) 1940'ta Urfa'da doğdu. Orta öğrenimini Haydarpaşa Lisesinde tamamladı. 1958 yılında ilk şiirleri dergilerde yayınlanmaya başlandı. Birçok dergi ve gazetelerde şiirler ve şiirler üzerine araştırma yazıları yazdı. 1967'de 2 arkadaşı ile Yeni Gerçek Dergisini yayınladı.

* Aysel ÖZAKIN (Yazar) 1942 yılında Urfa'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini İzmir'de yaptı. 1963'te Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Fransızca bölümünü bitirdi. İstanbul Eğitim Enstitüsünde öğretmenlik yaptı. 1977'de tayini Çanakkale'ye çıkınca öğretmenliği bırakarak yazarlığa başladı ve çevriler yaptı. 1979'da İstanbul Devlet Konservatuarı öğretmenliğine atandı. 1980'de Almanya'ya gitti. Dönmeyince görevine son verildi. 1974 yılında bir derginin açtığı yarışmada "En başarılı öykücü" seçildi. Alnında Mavi Kuşlar adlı romanı ile de Madaralı Roman Ödülünü kazandı.

* Ragıp KARCI (Şair-Yazar) 1945'te Siverek'te doğdu. İlk ve orta tahsilini Siverek'te tamamladı. Erzincan Askeri Liseyi bitirdi. Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesinde Farsça eğitimini tamamladı. Çeşitli memuriyette bulunduktan sonra TRT'ye geçti ve 1997'de emekli oldu. Şiir, hikaye ve çevrileri Edebiyat ve Gelişme dergilerinde yayınlandı. Yazarlar Birliğinin hazırladığı Kültür ve Sanat Yıllıklarının hazırlanışına katkıda bulundu.

* Günel ALTINTAŞ (Şair-Yayıncı) 1937'de Suruç'ta doğdu. Orta öğrenimini Haydar Paşa Lisesinde tamamladı. İstanbul Hukuk Fakültesini bitirdi. Basın İlan Kurumu Erzurum şubesinde bir süre çalıştıktan sonra Genel Müdürlüğün İstanbul teşkilatında görevlendirildi. İlk şiiri 1960'ta Varlık dergisinde yayınlandı. Deneme ve eleştiri yazıları yazdı. Seçme Kitaplar Yayın Evini kurdu. 1963'te Bakırköy Halk Evi şiir yarışmasında ve 1965'te Cumhuriyet Gazetesinin yazı yarışmasında 1. oldu.

* M.Nuri EMİNLER (Romancı) 1961'de Birecik'te doğdu. İlk ve orta öğrenimini Birecik'te, yüksek öğrenimini İstanbul Ünv. Fen Edebiyat Fakültesinde tamamladı. 1982'de mezun oldu. Köprü dergisinin editörlüğünü yaptı. Çeşitli dergi ve gazetelerde çalıştı ve yazılar yazdı.

* M.Faruk BAYRAK (Matbaacı-Yayıncı) 1964 yılında Şanlıurfa'da doğdu. 1980 yılında Şanlıurfa Lisesi'ni bitirdikten sonra 1982 yılında İstanbul'a geldi ve yayın dünyasıyla tanıştı. İstanbul'a yerleşmesinin en büyük etkeni, doğup büyüdüğü şehrin sinai ve ticari dünyasının çok kısır olmasıydı. Sırasıyla Bayrak Matbaacılık (1985), Bayrak Grafik (1987), Evrim Basım Yayım Dağıtım (1987) ile Alfa Basım Yayım Dağıtım'ı (1990) kurdu. Halen yayın dünyasının içinde Alfa Yayın Grubu'na bağlı olan Alfa Yayınları, Everest Yayınları, Alfa Gelişim Yayınları, Artemis Yayınları, Alfa Aktüel Kitabevleri ve Melisa Matbaacılığın yönetim kurulu başkanlığını yürütmektedir. Evli ve 3 çocuk babasıdır.

* M.Yasin KÜÇÜKOĞLU (Şair-Yazar) Şanlıurfa'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Şanlıurfa'da tamamladı. Hacettepe Ünv. İşletmecilik bölümü, Erzurum Atatürk Ünv. Edebiyat Fakültesi Türk dili Edebiyatı bölümünde okudu. 1991'de DPT'de uzman olarak çalıştı. Öykü, makale ve şiirleri çeşitli gazete ve dergilerde yayınladı. Halen Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığında çalışmaktadır.

* İ.Hekim TAŞKIRAN (Eğitimci-Yazar) 1966'da Urfa'da doğdu. İlköğrenimini Şanlıurfa'da orta öğrenimini Aydın, İzmir ve Adana'da tamamladı. Yüzüncü Yıl Ünv. Fen Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünden mezun oldu. Şiir ve yazı yazmaya orta öğretim yıllarında başladı. Lise yıllarında MEB açtığı şiir yarışmasında 2. oldu. Yerel radyo ve televizyonlarda yöneticilik yaptı. 1988'te "Adana Köprübaşı, otur Güneşe karşı" başlıklı araştırma-inceleme röportajı gazetede yayınlandı. Yayınlanmaya hazır şiirleri bulunmaktadır.



M.Atilla MARAŞ
* M.Atilla MARAŞ (Şair-Yazar) 1949'da Urfa'da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Urfa'da tamamladı. 1971'de Atatürk Ünv. Ziraat Fakültesini bitirdi. Tarım Öğretmenliği, İşletme ve Proje Mühendisliği, Türkiye Zirai Donatım Kurumu Urfa Bölge Müdür Yrd. ve Müdürlüğü ile Mersin, skişehir ve Balıkkesir TZDK Bölge Müdürlüğü yaptı. TZDK Genel müdürlüğünde Müşavir olarak çalıştıktan sonra emekli oldu. Yazı hayatına lise yıllarında başladı. 1965'te ilk şiir bir mahalli gazetede yayınlandı. 3 arkadaşıyla Urfa'da Balıklıgöl dergisini çıkardı. 1967'de yazdığı Aney şiiriyle tanındı. 1981'de Şehrayin adlı şiir kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliğince "Yılın Şairi" seçildi. 1989'da Yugoslavya'da "Struga Şiir Akşamları"nda ve 1990'da "Dünya Şiir Okuma Şenliği"nde Türkiye'yi temsil etti. 1991'de merkezi Hindistan'ın Madras kentinde bulunan "Uluslar arası Şairler Akademisi" tarafından "Uluslar arası Seçkin Şair" ödülü ile ödüllendirildi. Kendisine 1992'de merkezi ABD'nin Kaliforniya kentinde bulunan "Dünya Kültür Sanat Akademisi" tarafından "Fahri Edebiyat Doktoru" payesi verildi. Çok sayıda şiir ve araştırma yazıları ile kitapları mevcuttur.



Cihat KÜRKÇÜOĞLU
* Cihat KÜRKÇÜOĞLU (Sanat Tarihçi-Araştırmacı Yazar) 1948 yılında Şanlıurfa'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Şanlıurfa'da, Yüksek öğrenimini 1973'te İstanbul Ünv. Edebiyat Fak. Sanat

Tarihi Bölümünde tamamladı. 1974-1979 yılları arasında Turizm ve Tanıtma Bakanlığında memur, 1979-1985 yılları arasında Şanlıurfa Müzesinde Asistan, 1985-87 yılları arasında Şanlıurfa Devlet Güzel Sanatlar Galerisinde Müdür ve 1987-1993 yılları arasında Dicle Üniversitesi Şanlıurfa Mimarlık ve Mühendislik Fakültesinde Öğretim Görevlisi olarak çalıştı. 1993'te Dicle Ünv. Fen Bilimleri Enstitüsü Mimarlık ABD'da yüksek lisansını tamamladı. 1998'de Selçuk Ünv. Sosyal Bilimler Enst. Sanat Tarihi ABD'da doktora eğitimini tamamladı. 1999 yılında Harran Ünv. Fen Edebiyat Fak. Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Yrd. Doç. Kadrosuna atandı. Urfa konulu fotoğraf ve slayt arşivi bulunmaktadır. 1991 yılında Şanlıurfa Kültür ve Sanat Ödülünü aldı. Şimdiye kadar Şanlıurfa konulu 14 kitabı yayınlanmıştır. Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) 'nin Şanlıurfa'ya getireceği ekonomik gelişme dolayısıyla oluşacak nüfus baskısının, mimari eserlerden el sanatlarına kadar çeşitli sosyal ve kültürel değerleri zamanla ortadan kaldıracağı endişesini taşıdığından, bu değerleri kitap ve makaleler halinde yayınlamaya, fotoğraflarla tesbit ve arşivlemeye, katıldığı ulusal-uluslar arası sempozyum, kongre, panel, seminer ve konferanslarda anlatmaya, sinevizyon, slayt gösterileri ve çeşitli kentlerde açtığı fotoğraf sergileri ile tanıtmaya uğraşmaktadır. Urfa'nın eski görünümlerini konu alan yaklaşık 700 adetlik siyah-beyaz fotoğraf kolleksiyonu ve son 30 yılın Urfa'sını konu alan kendi çektiği 20 bin adetlik renkli fotoğraf arşivi bulunmaktadır. Peygamberler Şehri Şanlıurfa (Türkçe-İngilizce), Ruha'dan Urfa'ya (1780-1980), Guide To Urfa And Harran(Mehmet Oymak ile birlikte), Şanlıurfa Su Mimarisi, Şanlıurfa Camileri, Şanlıurfa'da Canlanan tarih, Tarih ve Tarım Şehri Harran, The Mysterios Citiy Of History: Harran, Birecik, Urfalı Hattat Behçet Arabi, Müze Şehir ve Peygamberler Şehri Şanlıurfa, Harran, Yolların Buluştuğu Kent, Şanlıurfa Land Of Faith-İnançlar Diyarı Şanlıurfa isimli kitapları yayınlanmış olup birçok kitapların yazı kurulunda da yer almıştır. Çok sayıda sempozyşum, kongre-Panel ve Seminer bildirileride bulunan Cihat Kürkçüoğlu 1991 yılında ŞURKAV Kültür ve Sanat ödülüne layık görüldü. Künkçüoğlu, evli 3 çocuk babası.

* Fikret ERGİN (Ağaç Oymacısı) 1053 yılında Şanlıurfa'da doğdu. İlk, orta, lise ve yüksek öğrenimini Şanlıurfa'da tamamladı. 1961'den itibaren babasının yanında ağaç oymacılığı ile uğraştı. Yaptığı ağaç oyma işleriyle onlarca karma sergiye katıldı. Kültür Bakanlığı ve ŞURKAV tarafından kültür-sanata katkılarından dolayı ödüllendirildi. Türkiye Esnaf Odaları Birliğince Yılın Ağaç Oymacısı seçildi. 1977 yılında öğretmenliğe başladı. 25 yıldan beri ilkokul sınıf öğretmenliği ile ağaç oymacılığı sanatını birlikte sürdürüyor.




Necmettin CEVHERİ
* Necmettin CEVHERİ (DYP Şanlıurfa Milletvekili) 1930'da Şanlıurfa'da doğdu, İlk, orta ve liseyi Urfa'da tamamladı. Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde tamamladı. Fransızca bilir. Siyasetin dışında Serbest Avukat ve Çiftçilikle uğraşır. II, III, IV, V, XIX, XX nci Dönem Şanlıurfa Milletvekili - Turizm ve Tanıtma, Adalet, Tarım ve Köy işleri, Devlet Eski Bakanı, Başbakan eski Yardımcısı-Siyasetin en eski, tecrübeli, saygın, eskimeyen ağır topu. Urfa'ya ve Türkiye siyasetine damgasını vurmuş, saygın, dürüst, sevilen bölgenin ve ülkenin tanınmış simalarından - Evli, 2 Çocuklu.

* Cenap GÜLPINAR (ANAP Şanlıurfa Milletvekili) 1943'te Siverek ilçesinde doğdu. İlk, orta ve liseyi Siverek-Şanlıurfa'da okudu. Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde tamamladı. Fransızca bilir. Siyasetin dışında Serbest Avukatlık ve Çiftçilikle uğraşır. XVIII, XIX, XX nci Dönem Şanlıurfa Milletvekili - Devlet Eski Bakanı, Parti MKYK üyesi. Saygın kişiliği, ağırbaşlılığı, dürüstlüğü ile tanınan ve sevilen, bölgenin tanınmış simalarından. Evli 4 çocuklu.





Opr. Dr. Murat AKÇAR
* Opr. Dr. Murat AKÇAR (Kalp Cerrahı) Şanlıurfa'nın tıp alanında tanınmış simalarından. Halen İstanbul Siyami Ersek Kalp-Damar ve Göğüs Hastalıkları Hastahanesinde Baş Hekim Yardımcılığı görevini yürütüyor. Bu güne kadar binlerce kalp hastasını başarılı ameliyatlar gerçekleştirerek sağlığına kavuşturmuştur. Her yıl Haziran ve Temmuz aylarında Şanlıurfa'ya gelerek Harran ilçesine bağlı çeşitli köylerde seyyar sağlık çadırı kurarak kalp hastası hemşehrilerini ücretsiz muayene ve tedavi eder. Şanlıurfalı hemşehrileri kendisini İstanbul'da da bularak tedavi olurlar. Yurt dışında ve Türkiye'de Şanlıurfa'mızın adını en iyi şekilde duyuran Opr.Dr. Akçar, kalp-damar hastalıklarında uzman kişiliğiyle ülkemizin de tanınmış cerrahlarındandır.





Nihat KÜRKÇÜOĞLU
* Nihat KÜRKÇÜOĞLU (Ressam) 1946 yılında Şanlıurfa'da doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini Şanlıurfa'da tamamladı. 1967- 1976 yılları arasında ilkokul öğretmeni olarak hizmet verdikten sonra 1976 yılında Şanlıurfa Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü'ne fotoğrafçı olarak geçti. 1982 yılında Şanlıurfa Valisi Erdoğan Cebeci'nin himayesinde kendisine Vilayet Binasında kurulan atölyede Urfa tabloları yapmağa başladı. Vali Alparslan Karacan, T. Ziyaeddin Akbulut zamanında da çalışmaların devam ettirdi.
Şanlıurfa'nın tarihi mimari değerlerini, sokaklarını, el sanatlarını, çarşılarını ve insan tiplerini kısacası Şanlıurfa kültürünü klasik bir üslûpla çalıştığı tablolarına yansıtan ve bu değerleri tablolarında yaşattı.
1997 yılında emekliye ayrıldı ve bu tarihten itibaren kendi atölyesinde çalışmaya başladı. 20 yıla yakın süredir aralıksız çalışarak ürettiği 200 adetin üzerinde yağlıboya tabloyu Şanlıurfa'ya kazandırmış ve bunlardan bir kısmını Şanlıurfa Valiliği'ne armağan etmiştir.
Şanlıurfa, Ankara, İstanbul, İzmir, Gaziantep ve Diyarbakır'da çeşitli defalar kişisel sergiler açtı ve karma sergilere katıldı. Sergilerinde sanat çevrelerinde olumlu eleştiriler almıştır. Tanınmış ressamlarımızdan Şefik Bursalı, Kürkçüoğlu'nun 15 Haziran 1987 tarihinde açılan Ankara sergisini gezerken görüşlerini "Bu tablolar beni şaşırttı. Kendimi dünya müzelerinde hissediyorum" cümleleriyle dile getirmiştir. Nihat Kürkçüoğlu'ndan Akademiden hangi dönem mezun olduğunu soran, O'nun lise mezunu, çekirdekten yetişme bir ressam olduğunu öğrenen Şefik Bursalı'nın şaşkınlığı büsbütün artmıştır.
İki tablosu Kültür Bakanlığı Koleksiyonu'na alınan Nihat Kürkçüoğlu'nun bir çok tablosu, başta Sayın Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel olmak üzere çeşitli kademelerdeki Devlet büyüklerine Şanlıurfa Valiliği'nce armağan edilmiştir. Ayrıca sanatçının bir çok koleksiyonerde tabloları bulunmaktadır.
Nihat Kürkçüoğlu, 1987 yılında Şanlıurfa Belediyesi'nin "Şair Nabi Sanat Ödülü"ne, 1991 yılında Şanlıurfa İli Kültür Eğitim Sanat ve Araştırma Vakfı'nın (ŞURKAV) "Kültür ve Sanat Ödülü"ne layık görülmüştür. Nihat Kürkçüoğlu evli olup 3 çocuk babasıdır.

* Mustafa AYATAÇ(Ressam) 1927'de Şanlıurfa'da doğdu. 13 yaşında resim çalışmalarına başladı. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bölümünü bitirdi. 1948'de Şanlıurfa Halk Evinde kişisel sergisini açtı. 1956'da İstanbul Amerikan Kültür Merkezinde gurup sergisine katıldı. 1959'de Türkiye Ressamlar Cemiyeti Geleneksel Sergisi 1.'lik ödülünü aldı. Paris, Amerika, Viyana, Münih'te sergiler açtı. 1995'te İstanbul'da vefat etti.

* Hasan KAÇAR (Ressam) 1940'da Urfa'da doğdu. 1967'de Özel Galatasaray Üniversitesi İşletme Fakültesini bitirdi. 1955 yıllarında amcası ressam Osman GÖRGÜN'den esinlenerek ressamlığa başladı. 2000 yılına kadar 10 sergi açtı. 2002 yılında Bodrum'da öldü.

* Sami BARLAS (Ressam) 1917'de Urfa'da doğdu. 1933 yılında resim yapmaya başladı. Resim öğretmeni, desinatör, gazeteci olarak çalıştı. Portre çalışmaları ile tanındı. Karikatürleri Akbaba dergisinde yayınlandı. 1996'da vefat etti.

* Şefika GÜNEŞ (Ressam) 1937 yılında Urfa'da doğdu. 1987'de resim çalışmalarına başladı. Şanlıurfa'nın okur-yazar olmayan ilk bayan ressamıdır. 6 kişisel sergi açtı, çok sayıda karma sergiye katıldı.

* Hasan RASTGELDİ 1945'te Şanlıurfa'nın tülmen köyünde doğdu. 1970'te Gazi Eğitim Enstitüsü Resim bölümünü bitirdi. Siirt, Urfa öğretmen liselerinde, Buca Eğitim Enstitüsünde görev yaptı. İstanbul, Ankara, İzmir ve Urfa'da 36 kişisel sergi açtı. Pekçok karma sergiye katıldı. 1997'de Buca Eğitim Enstitüsünden emekli oldu. Halen İzmir'de evinde çalışmalarını sürdürüyor.

* Dr. Burhan VURAL (Ressam-Diş Hekimi) 1938'de Urfa'da doğdu. 1953'te resim çalışmalarına başladı. Urfa, İstanbul ve Ankara'da 1 kişisel sergi açtı, 4 karma sergiye katıldı. Resim ve tezhip çalışmalarını Şanlıurfa'da evindeki atölyesinde sürdürüyor.

* Yaşar YAYLA (Ressam) 1939'da Şanlıurfa'da doğdu. 1967'de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bölümünü bitirdi. 1978-1986 yılları arasında Türkiye ve Libya'da resim öğretmenliği yaptı. Yurt içi ve dışında birçok sergi açtı ve karma sergilere katıldı. 1944 yılında vefat etti.


Mahmut KARAKAŞ
* Mahmut KARAKAŞ (İlahiyatçı-Araştırmacı-Yazar) 1946 yılında Şanlıurfa'da doğdu. İlk ve orta tahsilini Şanlıurfa'da, yüksek tahsilini Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde tamamladı. 1971 yılında Şanlıurfa Atatürk Ortaokulu'nda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olarak göreve başladı. Aynı okulda Müdür Yardımcılığı yaptı. Bu arada Harran dergisinde araştırma yazıları yazdı. 1995 yılı Aralık ayında emekli oldu.
Basılı kitapları: Şanlıurfa kitabeleri , Şair Nabi'nin "Tuhfetü'l Harameyn-Hac Hatıraları''
Müsbet İlimde Müslüman Alimler, Cumhuriyet öncesi Şanlıufa'da Kültür ve Eğitim, Şanlıurfa Evliya ve Alimleri, Şanlıurfa Mezar Taşları, Şanlıurfa ve İlçelerinde Kitabeler, Şair Nabi'nin Hayr-Abad'ının Taranskiribe ve Tanıtılması, Urfa'lı şair (Baba Cem'i) nin ''Karadağ Destanı'' transkiribe ve tanıtılması.






Abuzer AKBIYIK
* Abuzer AKBIYIK (Araştırmacı-Yazar) 1958 yılında Şanlıurfa'da doğdu. İlk, orta tahsilini Şanlıurfa'da yaptı. 1978 yılında Afyon Mali Bilimler Fakültesi'nden (eski ismi Afyon Maliye Muhasebe Yüksek Okulu) mezun oldu. 1981 yılından beri Şanlıurfa'da Serbest Muhasebeci Mali Müşavir olarak çalışmaktadır. Evli dört çocuk babasıdır. "Şanlıurfa'da sanayi tarihi ve sanayileşme" konusunda araştırma çalışmaları vardır. bu konuda çeşitli yerlerde konferanslar vermiştir. Çeşitli gazetelerde sanayileşme, Serbest bölge, Sektörel Dış Ticaret Şirketi, Holding gibi şirket konularında makaleleri yayınlanmıştır. Şanlıurfa Valiliği ve Organize Sanayi Bölgesi tarafından yayınlanan "Şanlıurfa Sanayi Rehberi" ve "Sanayileşen Şanlıurfa" kitapları ve Sanayi bölgesinin tanıtımı ile ilgili broşürleri hazırlamıştır. Profesyonel olarak Müşavirlik ve muhasebecilik faaliyetinin yanında amatör olarak Şanlıurfa folkloru üzerine araştırma çalışmaları yapmaktadır. Şanlıurfa folkloru ile ilgili çalışmalarını kitap halinde yayınlamıştır. Araştırma yazıları ve makaleleri çeşitli dergi ve gazetede yayınlanmıştır. Bu çalışmalarından dolayı Folklor Araştırmaları Kurumu tarafından kendisine "Türk folkloruna hizmet" ödülü, ayrıca ŞURKAV tarafından "Kültür Sanat" ödülü verilmiştir. Folklor' la ilgili birçok bilimsel toplantılara ve televizyon programlarına konuşmacı olarak katılmış, mahalli radyo ve televizyonda programlar yapmıştır.



Serdar Tatlı



* Serdar TATLI (Futbol Hakemi) 1966'da Urfa'da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Şanlıurfa'da tamamladı. 1988'de babasından hakemlik bayrağını devralarak göreve başladı. 1991'de yan klasman hakemi olarak klasmanlara girdi. 1996-97 sezonunda Türkiye 1. ligi futbol maçlarını yönetmeye başladı. Adil ve tarafsız olarak yönettiği maçlarla kendini kabul ettirdi. Tatlı evli 1'i erkek 2 çocuk babası.






Kazancı Bedih YOLUK
* Kazancı Bedih YOLUK (Müzisyenlerin piri-Udist-Gazelhan) Bedih YOLUK. 1929 yılında Şanlıurfa'nın Hakim Dede mahallesinde dünyaya geldi. Ailenin tek oğlu. 3-4 yaşlarında baba mesleği CÜLHACILIK (dokuma) mesleğine başladı. Aynı yıllarda babasının arkadaşları ile birlikte gezdiği sıra gecelerine birlikte gitmeye başladı. Yine o yıllarda Balıklıgöl-Dergah bölgesinde Mecbebeher denilen, Balıklıgölün suyunun aktığı su yatağı yanındaki bir kahvehanede cümbüş çalan Necim Şıh Amcayı (Attar Necim'in oğlu Şıh Müslüm Görgün) dinlemeye gider ve cümbüş çalmaya merak salır. Babasından kendisine cümbüş almasını ister ve aldırır. O tarihten itibaren cümbüş çalmasını öğrenir. Şanlıurfa'nın ünlü sanatçılarından "Tenekeci Mahmut" olarak bilinen Mahmut Güzelgöz'ün müzik gurubuna katılır. Gurup içinde cümbüş çalmaya başlar ve çalıştığı işinden dolayı da "Kazancı Bedih" ismiyle anılmaya başlanır. Sıra Gecelerinde okuduğu gazelleriyle herkesin gönlünde taht kurdu. 70'inde şöhreti yakaladı ve 1989 yılında hacca gidip geldikten sonra azda olsa müzik aleminden elini-ayağını çeken Kazancı Bedih, bayrağı oğlu Naci Yoluk'a devretti.


İbrahim TATLISES
* İbrahim TATLISES (Türk Halk ve Arabesk Müziği sanatçısı) 1 Ocak 1952 yılında Urfa'da dünyaya geldi. Yedi çocuklu kalabalık ve fakir bir ailenin çocuğuydu. Çocuk yaşlarda çalışmaya başladı, yaşamın ağır yükünü omuzladı. İnşaatlarda soğuk demir ustalığı yaptı. Adanalı bir sinemacının, inşaatta türkü söyleyen bu muazzam sesi duymasıyla birlikte şöhret yolu açılmış oldu. Önce Adana'da ardından Ankara'da çeşitli gazinolarda sahne aldı. Sesinin güzelliğini dinleyenler vasıtasıyla şöhreti dilden dile yayıldı. Yetmişli yılların ortalarına doğru İstanbul'a geçerek orada sahne almaya başladı. 1977 yılında çıkardığı "Ayağında Kundura" adlı kırk beşlik plakla tüm Türkiye'ye sesini duyurdu. Ardından "Sabuha", "Dom Dom Kurşunu", "Bir Mumdur" gibi türküleriyle Türkiye'nin gelecekteki müzik hayatında sarsılmaz bir yere sahip oldu. Seksenli yıllarda tüm Avrupa ve Ortadoğu ülkeleri onunla tanıştı. Yunanistan'dan Suudi Arabistan'a, Almanya'dan Afganistan'a çok geniş bir coğrafyada, milyonlarca hayran edindi. Kasetleri ve posterleri bazı ülkelerde milyonlarca satarken yurtiçinde ve yurtdışında sayısız ödülün sahibi oldu. Seksenli yıllarda çıkardığı "Allah Allah", "Kara Zindan", "İnsanlar" ve "Fosforlu Cevriyem" gibi albümlerinin satışı milyonları aştı. İbrahim Tatlıses, 1991 yılında müzik sektörünün kurumsallaşmasında ilk adımı atan Raks Müzikle anlaştı. Ve ertesi yıl "Ah Keşkem" adlı albümüyle çıktı hayranlarının karşısına.
"İki Gözüm İki Çeşme" ve "Yar Diline" gibi popüler parçaların yanı sıra kendisine ait eserleri yorumladı. 1993 yılında çıkardığı albüm ise "Mega Aşk" adını taşıdı. Albümde Selami Şahin'e ait "Seni Sevmediğim Yalan", "Akşamdan Akşama", "İçem Diyorum", "Bu Nasıl Güzel"; Yusuf Hayaloğlu'na ait "Dağlarda Kar Olsaydım"; Ali Gencebay'a ait "Çakmak Çakmağa Geldik"; Arif Sağ'a ait "Kötü Kader"; Hasan Kaplan'a ait "Yürüyorum Dikenlerin Üstünde"; Mehmet Arslan'a ait "Ben Ne İnsanlar Gördüm" ve kendisine ait "Mega Aşk", "Sen Sen", "Derya" adlı 13 parça yorumladı. 1994 tarihini taşıyan "Haydi Söyle" albümü hazırlandı. "Haydi Söyle", "Nankör Kedi", "Saza Niye Gelmedin", "Tombul Tombul" gibi parçalar büyük beğeni kazanırken, Tatlıses köklerini de unutmayarak "Maraş Maraş" adlı derlemesini seslendirdiği Kazancı Bedih'i de müzikseverlere tanıtmış oldu. İbrahim Tatlıses, adıyla birlikte anılan ve eski kırk beşlik plaklarda kalan ünlü parçalarını, 1995 yılında "Klasikler" adını taşıyan albümde bir araya getirdi. Günümüz teknolojisinden yararlanılarak alt yapısı hazırlanan albümde, eski parçalarını yeniden seslendirerek hem yeni kuşağın eski Tatlıses'i tanımalarını, hem de hayranlarının piyasada kaydı olmayan bu şarkıları arşivlerine katmalarını sağladı.
"Ben de İsterem" adını taşıyan 1996 tarihli albümüyle yeni bir satış rekoruna imza attı. "Fırat" türküsüyle uzun süre listelerde kaldı. "Allahım Neydi Günahım", "Yakamoz", "Yol Ver Dağlar" gibi popüler parçaları kendisine has üslubuyla yorumlayarak 1996 ve 1997 yılında sayısız ödülün sahibi oldu. Hızını kesmeyerek ertesi yıl "At Gitsin" albümünü piyasaya sürdü. Kayahan'ın "Odalarda Işıksızım", Sezen Aksu'nun "Erkekler" ve Yıldız Tilbe'nin "Anam" adlı parçalarını yorumladı. İbrahim Tatlıses, 1980'li ve 1990'lı yıllar boyunca çevirdiği sinema filmleriyle de çok yönlü bir sanatçı olduğunu kanıtladı. Sinemanın baştan sona her alanında yeteneklerini sergiledi. Talk show programları hazırladı, çeşitli sanatçıların video klip yönetmenliğini yaptı. Tatlıses, bugün, yalnız sanatçı kişiliğiyle değil, yanında çalıştırdığı 2 bin kişiyle ve hâlâ insanlara iş alanları açan başarılı işadamı kimliğiyle de Türkiye'nin sayılı isimleri arasında yer alıyor. Yönetmen, oyuncu, senarist, söz yazarı, besteci ve yorumcu İbrahim Tatlıses'in sahip olduğu şirketler grubu; gıda, film, prodüksiyon, turizm, havacılık ve yayıncılık dallarında faaliyetlerini sürdürüyor. Sanatçı, Şanlıurfa'da bulunan eşinden 1 erkek ve 2 kız, sinema sanatçısı Perihan Savaş'tan bir kız ve Derya Tuna'dan ise 1 erkek çocuğuna, oğlundan olan bir de toruna sahiptir.

* Mehmet ÖZBEK (Sanatçı) Türk Halk Müziği ve Bağlama sanatçısı-Müzisyenlerin Hocası olarak Urfa adını Türkiye ve Dünyaya tanıttı.



Müslüm GÜRSES


* Müslüm GÜRSES (Arabesk Sanatçısı) Şanlıurfa'nın Halfeti ilçesinde doğdu. Arabesk müziğinin kralı, kendine has tarzı ile büyük-küçük, kadın-erkek, genç-yaşlı herkesin gönlünde taht kurmuş ve Urfa adını müziği ve ağır başlılığı ile Türkiye'ye tanıtmış müzik adamı.






Ahmet KANNECİ
* Ahmet KANNECİ 1957'de Şanlıurfa'nın Halfeti ilçesinde doğdu. Müzik alanındaki teori eğitimine Türkiye'nin önde gelen bestecilerinden Turgay ERDENER ile başladı. İstemihan TAVİLOĞLU ve Ali SEVGİ'den armoni ve kontrpuan dersleri aldı. 1977 yılında Julian BYZANTINE ile tanıştıktan sonra çalışmalarını tamamen klasik gitara yoğunlaştırdı. ODTÜ Mimarlık Fakültesi'ni bitirdikten sonra İspanya Hükümeti'nin verdiği bursa hak kazanarak gittiği Alicante Oscar Espla Yüksek Konservatuarında Jose TOMAS'ın sınıfından ve ayrıca Fransa'nın Perpignan kenti Devlet Konservatuarı'ndan "Birincilik Ödülü" ile mezun oldu. Konserini dinleyerek tutkunu olduğu ve 25 yıldır dersler aldığı Alirio DIAZ gibi ünlü bir virtüöz ile birlikte çalma şansına sahip oldu ve olumlu kritiklerini aldı.
Avrupa'daki çalışmalarını tamamlayıp ülkesine döndükten sonra dört ayrı konservatuar ve üniversitede gitar bölümlerini kurdu. 1993 yılında "Fulbright Araştırma Bursu" kazanarak araştırmalarını sürdürmek amacıyla A.B.D.'ne gitti. Kanneci'ye Fulbright Komisyonu tarafından


"Sanatta Ömür Boyu Başarı" ve ODTÜ Senatosu tarafından da "Takdir" ödülleri verilmiştir. Aralarında Museo de Andres Segovia (İspanya), Carnegie Hall, Merkin Hall (ABD), Purcell Room (İngiltere) ve Teatro Colon (Arjantin) gibi salonları da bulunan üç kıtada bir çok konser verdi. Birlikte konser verdiği sanatçılar arasında Ayhan ERMAN (Keman), Jorge CARDOSO (Gitar), Viktor PİKAİZEN (Keman), Selva ERDENER (Soprano), Şefika KUTLUER (Flüt), Ekrem ÖZTAN (Klarinet) gibi önemli isimler vardır. Halen Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı ve Sevda-Cenap AND Müzik Vakfında gitar öğretmenliği yapan Ahmet KANNECİ, çalışmalarını kendisine ithafen yazılan bestelere ve Türk gitarist Savaş ÇEKİRGE ile birlikte başlattıkları araştırmalara yoğunlaştırmıştır. T.ERDENER, F.SAY, J.CARDOSO, F.ORTIZ, E. BAYRAKTAR, H.E.KORKMAZ, İ.TAVİLOĞLU, N.BOSNA, M.A.CHERUBITO, C.PADRO, T.WALKER, M.TOROS, T.SHAHIDI, M.HOSHINO, H.TERASHIMA gibi önemli besteciler KANNECİ'ye ithaf eserler bestelemişlerdir. Urfa adını tüm dünyaya duyuran modern müzisyenlerdendir)


Faruk SARAÇ
* Faruk SARAÇ (Modacı) 14 Mart 1955'te Urfa'da dünyaya geldi. Kendini bildiği andan itibarende amacı insanlara güzellik sunmak oldu. İlk eğitimin Urfa'da Şehit Nüsret İlkokulunda aldı. Liseyi 1973 yılında Urfa'da bitirdi. 1974-1980 Yılları arasında kumaşla ilk kez tanıştı ve kuzeni Ömer Saraç ile birlikte çalışmaya başladı.
1980 yılında bir daha asla geri dönüşü olmayan İstanbul'a geldi. Marmara Üniversitesi İngilizce bölümünü bitirdi. Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun "Renk imiş her ne varsa alemde" mısralarını yaşam ilkesi edinip başladı çalışmaya...

Renk, Özgünlük, Şıklık ve Özgürlük ilkelerinden yola çıkarak hayatının akışını değiştirdi ve 1981 yılında İstanbul Kadıköy'deki ONUR ÇARŞISI'nda "Butik Faruk" adında ilk mağazasını açtı. 1984 yılında adının bir imza olduğuna karar verdi ve Moda'da Faruk Saraç Dönemini başlattı. Artık büyüme dönemi başlamıştı... Hayallerini yaşam amacı edinince bu dönem içinde 4 mağazasının temelide kendiliğinden atılmış oldu.

Kadıköy Bahariye
Swiss Otel
Caddebostan
Nişantaşı'nda Haute-Couture...




1986 Berna Saraç ile evlendi.... Bu evlilikten CEMİLE ve ORHUN adlarında iki çocuğu oldu. Faruk Saraç moda dünyamıza "ilk erkek modacısı" olarak imzasını attı ve sert, katı, siyah, kahve ve laci'den başka renk giymeyen Türk erkeğini kırmızılarla, yeşillerle, mavilerle tanıştırdı kaynaştırdı. Faruk Saraç'a göre moda; "Renktir, Özgürlüktür ve en önemlisi Kişiye özeldir..." Her Faruk Saraç imzasında renk, özgürlük ve özgünlük vazgeçilmezdir.

Bütün kreasyonlarının tasarımını kendisi yapar, kumaş ve malzemelerini seçer ve uygular. Dünyaca ünlü İtalyan firmalarıyla zaman zaman birlikte çalışır, renk seçer, desen üretir. Farık Saraç'ın bir düşü vardır, 90'lı yıllarda; konfeksiyon üretimini ve giderek daha çok ustalaştığı Haute-Couture'ı bir arada yürüteceği bir moda merkezi ister hep. Sonunda 97 yılında İstanbul-Levent'te bu düşünü gerçekleştirir.

Farık Saraç 98'de ilklere imza atan ustalığını hiç kimsenin şimdiye kadar cesaret etmediği hatta aklından bile geçirmediği bir konuda daha gösterir. Ulu önderimiz ATATÜRK'ün, ERİŞİLMEZ ŞIKLIĞINI 453 parça askeri, resmi günlük kıyafetini "bire bir" dikerek, 60. ölüm yıldönümünde "O'nun evinde, DOLMABAHÇE'de SARI ZEYBEK" adlı bir görsel şölenle ölümsüzleştirir. Bu unutulmaz gösteri onlarca kez yerli ve yabancı tv'lerde yayınlanır, yüzlerce haber olur, Türkiye'nin bir çok ilinde tekrarlanır.

Faruk Saraç, 99'un sıcak bir haziran akşamı TOPKAPI SARAYI'ında, TESAVİR-İ AL-İ OSMAN adlı osmanlı padişahlarını portrelerinin, minyatürlerinin sergilendiği bir sergi izler. Bunun üzerine Selçuklu ve 642 yıllık Osmanlı Dönemi'nden günümüze ulaşan bütün kıyafet verilerini inceler. "Payitayt İstanbul'da saray, cami, türbe ve müze gezer, dönemin pamukluları ve ipekli dokumalarını inceler, Hereke fabrikasında atlas kumaşlar dokutur, takı ve sorguçların örneklerini tesbit eder ve başlar çalışmaya... Sonunda ortaya delice bir çalışmayla 700 parçalık 36 padişah, 6 valide sultan, 1 şahzade, 1 çengiye ait "PADİŞAHIN ESVABI" isimli göz kamaştırıcı bir başka görsel şölen çıkar ve yine tarihsel bir mekanda AYA İRİN'de sergilenir.

Siyaset, iş, spor dünyasından birçok kişiyi giydiren Faruk Saraç'ın amaçlarından biri de ilk 3 yıl içinde avrupa ve kuzey afrika'da adını yaygınlaştırmak ve dünya modacılarından biri olmaktır. Faruk Saraç 20 yıla yaklaşan meslek yaşamı boyunca sayısız plaket, ödül ve başarı belgesi alır, ulusal ve yabancı basında binlerce habere konu olur.











Kaynak:sanliurfa.com
 
Cevap: Şanlıurfa

Şanlıurfa'da Ziyaret Edilecek Yerler




HZ. İBRAHİM PEYGAMBER MAKAMI

Şehir merkezindedir Hz. İbrahim Peygamber'in doğduğu rivayet edilen mağaradır. Adak adanır.Çocuk sahibi olmayı dileyenler, çocukları erken doğarsa adını İbrahim Halil koyarlar. İçinde su da olan mağaranın sinir ve ruh hastalarına iyi geldiği öne sürülmektedir.

EYYÜP PEYGAMBER MAKAMI

Şehir merkezinin güneyindedir. Hz. Eyyüp Peygamber'in burada iyileştiği ve yaşadığı rivayet edilir. Buradaki suyun şifalı olduğu öne sürülür. Mağarası Şanlıurfa'nın bilinen adak yerlerinden biridir.


EYYÜP NEBİ

Türbe Viranşehir yakınlarındaki Eyyüp Nebi Köyü'de bulunmaktadır. ürbede Hz. Eyyüp (as)'ın türbesi bulunmaktadır. Ayrıca köyün güneybatısında Hz. Elyesa (as)'nın türbesi bulunmaktadır. Köy mescidinin kuzeyinde Hz. Rahime Hatun'un türbesi bulunmaktadır.



HAYAT EL-HARRANİ

Hayat el-Harrani hazretlerinin babasının adı Kays idi. Harran'da doğup yaşadığı için kendisine el Harrani denilmiştir. Devrinin en büyük evliyasındandır. Hayat el Harrani hazretleri için, vefatından sonra tasarrufları devam eden dört evliyadan biridir denilmektedir. Babası da büyük evliyalardandır. Hayat el-Harrani hicri 581, miladi 1185'de vefat etti. Harran'da defnedildi. 1195'de üzerine bir türbe yapıldı.
Hayat el-Harrani hazretleri çok keramet gösteren bir veli idi. Bugün türbesi halk tarafında ziyaret edilmektedir.






ŞEHY MES'UD (ŞIH MAKSUT)

Şanlıurfa'ya ne zaman geldiği belli değildir. Nişabur'dan geldiği bilinmemektedir. Türbesi ve tekkesi Şanlıurfa'ın güneyinde, Urfa Kalesi'nin de güney tarafına düşen tepenin üzerindedir. Mezarı bu türbenin içindedir. Devrinin alim ve mutasavvuflarındandır. Halk arasında "Şıh Maksut" diye yanlış tanınmaktadır. Asıl adı Şeyh Mes'ud'dur. Bu türbe hem bir ziyaret yeri hem de etrafı bir mesire alanıdır.
Türbe Selçuk mimari tarzında yapılmış olup kubbesi yarı açık bırakılmıştır. Şeyh Mes'ud'un türbesi mezarı türbenin doğu tarafında bulunan eyvanın bodrumundadır. Norma olarak eyvanın içinde tahtadan bir sanduka vardır ve üzeri yeşil bir kumaşla örtülüdür. Bu sandukanın içi boş olup eyvanın altındaki bodrumda mezar bulunmaktadır. Burada beş mezar bulunmakta, bunlardan biri Şeyh Mes'ud'un, biri kızkardeşinin diğer üç mezar da müritlerinin mezarıdır. Mezarların bulunduğu bu bodruma inecek bir kapı bulunmamaktadır. Şeyh Mes'ud'un tekkesinin içinde mescid, çilehaneler ve misafirler için ayrılan odalar bulunmaktadır.

Hoca Ahmed Yesevi'nin halifelerinden biridir. Nişabur'dan Anadolu'ya gelerek halka İslamiyet'i öğretmekle görevlendirilmiştir. Uzun yıllar Urfa'da Müslümanlığa hizmet etmiş evliyalardandır.

BEDİÜZZAMAN AHMET EL-HEMEDANİ

Bediüzzaman Ahmet El-Hemedani hazretlerinin türbesi, kendi adını taşıyan mezarlığın ortasındadır. Türbesinin üzerinde açık bir kitabe bulunmamaktadır. Bediüzzaman Ahmet El-Hemedani hicri 1209 senesinde vefat etmiş ve bu türbeye defnedilmiştir. Halk tarafından devamlı ziyaret edilen türbenin etrafında birçok meşayıh ve ulema mezarı bulunmaktadır.

HAC KERMO

Kadiri şeyhidir. Hac Kermo diye ün kazanmıştır. Bu Kadiri şeyhinin mezarı Harrankapı Kabristanındadır. Devrinin alim ve mutasavvuflarındandır. Hicri Zilkade 1234, Miladi Ağustos 1819 senesinde vefat etmiştir.
Asıl adı Hac Abdulkerim olan Hac Kermo, aslen Bağdatlı'dır, Urfa'ya ne zaman geldiği bilinmemektedir. Mezarı halk tarafından ziyaret edilmektedir.

ABDURRAHMAN DEDE

Şehir merkezinde kendi adı ile anılan caminin mezarlığındadır. Daha çok hastalarca ziyaret edilmektedir.

YAKUP KALFA

Onyedinci yüzyıl Kadiri şeyhlerindendir. Urfalı şair Nabi'nin şeyhidir. Türbesi Şanlıurfa kalesinin eteğinde ve Aynı Zeliha gölünün güney batısındadır. Türbesinin bulunduğu mahalleye Yakubiye mahallesi adı verilmiştir.

ŞAZELİ ALİ DEDE

Şazeli Ali Dede 17. Yüzyılda Urfa'da yaşamış Şazeli Tarikatı şeyhidir. Halil-ür Rahman Kabristanındaki türbesinin içindeki bir yazıda Osmanlı padişahlarından suldan IV. Murad'ın 1639'da Bağdat Seferine giderken, Şazeli Ali Dede'ye misafir olduğu ve kendisine çok ihsanlarda bulunduğu yazılıdır.

ARŞ HOCA

Arş Hoca 1930 yılında yaşamış evliyadan bir zattır. Türbesi Harrankapı mezarlığındadır. Türbesinin üzerindeki kitabesi çok bozuk olduğundan okunamamaktadır. Türbe Yavuz Selim İlkokulu'nun bahçesinde yer almaktadır. Devamlı "Arş" diye bağırdığından adı "Arş Hoca" olarak kalmıştır. Adını pek kimse hatırlamamaktadır. Bir çok kerameti olduğu söylenmektedir.

ŞEYH EBUBEKİR

Ulucami'nin doğu kapısı yanında bulunan türbesi, halk tarafından çok ziyaret edilmektedir. 17. Yüzyılda yaşadığı bilinmektedir. Zamanının büyük evliyasından biridir.


DİPSİZ ZİYARET

Şehir merkezinin 5 km kuzeyinde, Karaköprü semtindedir. Çocukları olmayan gelinler türbenin yanındaki ağaca bez parçaları bağlarlar. Dilekte bulunurlar. Ziyaretin yanında küçük bir göl vardır.

BOZTEPE ZİYARETİ

Bozova ilçesinin Boztepe mıntıkasındadır. Baharda Cuma günleri sıkça gidilen bir yerdir. Çocuk özlemi ile gelen kadınlar çoğunluktadır.

AKBALIK

Hz. İbrahim'in ateşe düştüğü gölün kaynağında, beyaz bir balığın yaşadığı rivayet edilir. Dileği olan, bu balığa şeker ve üzerinde ayetler yazılı bulunan kağıt parçaları atar. Balık görünür ve atılanı yerse dilek kabul edilmiş olur.

ÖKÜZ DAŞI

Şehir merkezinden 15 km. uzaklıkta, Kızlar Köyündedir. Taş uzaktan bakıldığında oturan bir öküzü andırmaktadır. Veli'nin türbesi bu taşın hemen bitişiğindir. Türbe ziyaret edilir. İyileşmek için dua edilir.

DABAKHANE

Şehir merkezindir. Yıkılan türbenin kaybolmaması için üzerine bir şadırvan inşa edilmiştir. Yaramaz ve haylaz
çocukları sükunete kavuşsun diye buraya getirirler.
 
Cevap: Şanlıurfa

Şanlıurfa Tarihi Dokusu
Şanlıurfa; Harran, Şuayp, Soğmatar gibi dünyaca ünlü tarihi kent kalıntılarına sahip olması, il merkezinde çeşitli dönemlerden kalma tarihi evler, çarşılar, hanlar, hamamlar ve camiler gibi mimari eserlerin yoğun bir doku oluşturması, bu dokunun bozulmadan günümüze kadar gelmiş olması nedenleriyle tarihi eserlere meraklı turistlerin ilgisini büyük ölçüde çekmektedir.

HARRAN
Şanlıurfa'nın 44 kilometre Güneydoğusundadır. Her yıl binlerce yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilen tarihi Harran Kenti, kendi adıyla anılan Harran Ovası merkezinde kurulmuştur. 3392 sayılı kanunla 19.6.1987 tarihinde ilçe merkezi olmuştur. İl merkezine 44 km. mesafededir. 76 köyü vardır. 1997 Genel Nüfus Sayımına göre ilçenin nüfusu 41 bin 58' dir. ( İlçe merkezi nüfusu 7 bin 306, köy nüfusu ise 33 bin 753 . 2001 yılında 48 bin civarında olduğu sanılmaktadır.)
Harran dünya üzerinde şehir olarak kurulmuş ilk yerleşim merkezidir. Evler, topraktan bağımsız değil, sanki toprağın bir ürünüymüş gibi yerden birer yükselti şeklindedir. Konik damları, kalın duvarları, toprak zemini ve camsız pencereleriyle yakıcı sıcağın etkilerini azaltmaya çalışırlar.
Tevrat'ta Hârân olarak geçen yerin burası olduğu söylenilir. İslam tarihçileri kentin kuruluşunu Nuh Peygamberin torunlarından Kaynan'a veya İbrahim Peygamberin kardeşi Aran'a (Haran) bağlarlar. 13.yüzyıl tarihçilerinden İbn Şeddad, Hz. İbrahim'in Filistin'e gitmeden önce bu şehirde oturduğunu yazmaktadır. Bu nedenle Harran'a Hz. İbrahim'in kenti de denildiğini, Harran'da İbrahim Peygamberin evinin, adını taşıyan bir mescidin, onun otururken yaslandığı bir taşın varolduğu söylenmektedir


Harran tarihiyle ilgili en doğru bilgiler arkeolojik kazılardan elde edilen buluntulara dayanmaktadır. Harran adına ilk defa, Kültepe ve Mari'de bulunan M.Ö. II. bin başlarına ait çivi yazılı tabletlerde "Har-ra-na" veya "Ha-ra-na" şeklinde rastlanılmaktadır. Kuzey Suriye'de bulunan Ebla tabletlerinde ise Harran'dan "Ha-ra-na" olarak bahsedilmektedir. M.Ö. II. binin ortalarına ait Hitit Tabletlerinde, Hitit'lerle Mitanni'ler arasında yapılan bir anlaşmaya Harran'daki Ay Tanrısının (Sin) ve Güneş Tanrısının şahit tutulduğu belirtilmektedir.
Bu tarihi belgelerden anlaşıldığına göre, Harran adı 4.000 yıldan beri değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Harran adı, Sümerce ve Akatca "Seyahat-Kervan" anlamına gelen "Haran-u" dan gelmektedir. Bazı kaynaklar bu kelimenin kesişen yollar veya çok şiddetli sıcak anlamına geldiğini de kaydetmektedirler.
Harran; Ay, Güneş ve gezegenlerin kutsal sayıldığı eski Mezopotamya putperestliğinin (Sabiizm) önemli merkezi olması yönüyle ünlü idi. Bu nedenledir ki Harran'da Astronomi ilmi çok ilerlemiştir.
Urfa'nın Hıristiyanlığın en önemli merkezlerinden biri haline gelmesine karşılık, Asur, Babil ve Hitit devirlerinden beri Harran'da süre gelen Sabiizm varlığını M.S. İI. yüzyıla kadar sürdürebilmiştir. Bu nedenle Hrıstiyanlar Harran'a Putperest şehri anlamına gelen "Hellenopolis" adını vermişlerdir. Dünyadaki üç büyük felsefe ekolünden birisi "Harran ekolü"dür.
M.Ö. 1000'e kadar inen tarihiyle Harran 11. yüzyıla kadar büyük bir bilim merkezi durumundaydı. Zira, Abbasi Hükümdarı Harun Reşid'in yaptırdığı, dünyaca ünlü Harran Üniversitesi buradaydı. İlkçağ felsefe ekolünün merkezi ve daha sonra Arap düşünce sisteminin kaynağı olan bu üniversiteden bugüne yalnızca gözetleme (astronomi) kulesi kalmıştır. Harran Üniversitesinde sürdürülen bilimsel çalışmalar din, gökbilim, tıp, matematik ve felsefe olmak üzere beş bölüme ayrılmıştı. Felsefede ağırlığın Platon, Aristoteles, Plotinos gibi bilginlerde olduğu görülmüştür. Harran Üniversitesinde Farabi'nin de kısa bir süre öğrenim gördüğü biliniyor. Bugüne kadar ulaşan toprak üstü kalıntıların çoğu İslamiyet Dönemi'ndendir ve kazıları hala sürmektedir. Sin Tapınağı'yla ünlü, Sabilik Tarikatının geliştiği Harran'da geçmişte Ay Tanrısı Sin'e tapıldığı bilinmektedir.
Harran'da bir çok büyük bilgin yetişmiştir. Devrin, en büyük Matematikçilerinden, Tabiplerinden ve Yunan filozoflarının eserlerini Arapça'ya çevirenlerden 821 doğumlu Sabit bin Kurra, dünyadan aya olan uzaklığı doğru olarak hesaplayan Battani (Avrupalılar Albetegni veya Albatanius derler), Yunan filozoflarının maddenin bölünebilen en küçük parçasının (atom) parçalanamaz olduğuna dair iddialarını kabul etmeyen, oysa bölünmez kabul edilen bu parçanın müthiş bir enerji ile parçalanarak Bağdat gibi bir şehri yıkabileceğini söyleyen ve böylece Atomun mucidi sayılan Cabir bin Hayyam, Din bilgini Şeyhülislam İbni Teymiye Harran'daki okullarda yetişmiş dünyaca ünlü bazı alimlerdir.

SOGMATAR:
Şanlıurfa'ya 73 km. uzaklıktaki kent bugün Yağmurlu köyü adıyla anılmaktadır. M.S. 1. ve 2. yüzyılda Süryaniler tarafından iskan edilmiştir. Kökü Harran Sin kültürüne dayanan Sabiizim ve Baştanrı Marilaha'nın kültür merkezi olduğu bilinen Soğmatar ören yerinin, baş tanrıya ve gezegenlere ibadet edilen ve kurban kesilen açık hava mabedi en önemli kalıntılarından biridir. Mabedin duvarlarında Süryanice yazılar ve gezegenleri tasvir eden insan rölyefleri işlenmiştir. Ayrıca kalenin batısında bulunan tepedeki kayalara da tanrıları tasvir eden rölyefler ve Süryanice yazılar işlenmiştir.

ŞUAYB ŞEHRİ:
Şanlıurfa'dan 88 km. uzaklıktaki Özkent Köyü adıyla anılan tarihi harabelerdir. Geniş bir alana yayılan ören yerinin sularla çevrili olduğu ve Roma devrinde inşa edildiği anlaşılmaktadır. Halk arasında Şuayb Peygamberin bu kentte yaşadığına inanılır. Şuayb şehrinde Peygamber makamı olarak ziyaret edilen bir de mağara bulunmaktadır.

NEVALİ ÇORİ:
Nevali Çori adıyla tanınan antik yerleşme yeri, Şanlıurfa ili Hilvan ilçesine bağlı Kantara köyünün sınırları içerisinde Fırat nehrinin sağ tarafında ve onun bir yan kolu olan Kantara deresinin yanında yer almaktadır. Kalıntı alanı, uzunluğu 100 m. genişliği 50 m. olan ve iki kuru dere tarafından sınırlanan terası bir kireç tepesinin altında bulunmaktadır.
Nevali Çori antik yerleşmesi insanların yerleşik hayata geçmeye başladığı, yoğun avcılığın yanı sıra bitki ve hayvanların evcilleştirilmeye çalıştığı bir dönemi yansıtmaktadır. Depo olarak kullanılabilecek çok sayıda taş yapının, kült yapısının ve bir çok sanat eserinin burada bulunmuş olması, Nevali Çori yerleşmesinin bu döneme ait merkezi bir yer olduğunu göstermektedir.

KAZANE:
Şanlıurfa merkeze bağlı Kazane (Uğurcuk) yerleşim alanının tarihi M.Ö. 5000-3000'e dayanmaktadır. Daha doğrusu bulgular Kalkalotik çağa ait olup, bu çağ da 5000-3000 arasındadır. Höyüğün kazısı 1992 yılında müze müdürü Adnan Mısır başkanlığında ABD'den bu konularla ilgili gönüllü derneklerin finansmanıyla Pensilvanya Üniversitesinden Dr. Patrick Wattenmarker'in iştirakiyle başlatılmıştır.
Çalışmalar sırasında mimari buluntular, evler, sokaklar ve bu döneme ait eserler bulunmuş olup, müzede muhafaza edilmektedir. Bu yerleşim alanında höyüğün tepesinde su deposu inşa edilmiş vaziyettedir. Bunun dışında çiftçilerden birinden satın alınan ve şu anda temizlenmek üzere Ankara'da bulunan Sümerce'yi Akatça'ya çevrilen bir alfabe mevcuttur.
International Hearld Tribune'nin 11 Kasım 1993 tarihinde yayınlanan sayısında Kazane'ye büyük yer vermiştir. John Noble Wilford'un makalesinde "Türkiye'de yeni keşfedilen gömülü kent ve ilginç kil tabletler eski kentsel uygarlığın ve yazının bilinen ufuklarını, Güney Mezopotamya'nın Sümer kent-devletlerinin çok ötesine götürmektedir. Arkeologlar bu keşiflerin son yıllarda Mezopotamya araştırmaları alanındaki en heyecan verici keşifler olduğunu söylemekte ve sit alanlarında yapılacak yeni kazıların, arkeoloji biliminin en önemli sorunlarından birine cevap olacağı konusunda emin görülmektedirler" denilmiştir.


Kaynak:sanliurfa.com
 
Cevap: Şanlıurfa

urfa_kalesi.jpg



Şanlıurfa il merkezinin güneybatısında, Halil’ür Rahman ve Ayn-ı Zeliha göllerine hâkim Damlacık Dağı üzerinde bulunan kalenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Abbasilerin yöreye hâkim olduğu 814 yılında şehir surlarını yenilerken kaleyi de yaptıkları sanılmaktadır. Bizans tarihçisi Prokopios MS.VI.yüzyılda Edessa’nın (Urfa) surlarından söz ederken kaleye değinmemiştir. Tarihi kaynaklarda kalenin ismi ilk kez XI.yüzyılda geçmektedir. Buna dayanılarak da kalenin Abbasiler döneminde VI.-XI.yüzyıllar arasında yapıldığı sanılmaktadır.

Kale içerisinde bulunan onarım kitabelerine dayanılarak kalenin eski bir tarihi olduğu da anlaşılmaktadır. Kalenin doğu duvarı üzerindeki bir kitabede Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan tarafından 1462 yılında onarıldığı yazılıdır. Bunun yanındaki bir başka kitabede ise 1540 tarihi yazılıdır. Ayrıca kalenin güney cephesinin kuzeyindeki büyük bir kitabenin büyük bir bölümü tahrip olmuştur. Bu kitabenin okunabilinen kısımlarında Memlûklu Sultanlarından Nasr Muhammed (1309-1340) ve Ebu’l Nasr Hasan tarafından (1347-1351/ 1354-1361) yıllarında onarıldığı anlaşılmaktadır. Bu kitabelerden kalenin Memlûklular ve Karakoyunlular zamanında onarılarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca kale Bizanslılar, Urfa Haçlı Kontluğu, Selçuklular, Eyyubiler, Akkoyunlular ve Osmanlılar zamanında da onarılmış ve kullanılmıştır.

Kalenin Urfa’ya (Edessa) hâkim bir tepe üzerinde oluşunun yanı sıra, doğu, batı ve güney tarafı kayalardan oluşmuş doğal korunaklıdır. Özellikle kuzey yönü çok dik ve sarp kayalıktır. Kalenin çevresine de kayalara oyularak derin hendekler yapılmıştır.

Urfa Kalesi doğu-batı yönünde oldukça muntazam kesme taşlardan dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır. Kale çevresi yaklaşık 800 m. uzunluğundadır ve 25 adet burçla takviye edilmiştir. Urfalı Şair Nâbi h.1089 (1678) tarihinde yapmış olduğu Hac yolculuğunu anlatan Tuhfet-ül Harameyn isimli eserinde bu kaleden söz etmiştir:

” Ulu Felek Dağı'nın tepesi üzerinde baş yükseltmiş olan yüksek kale, feleği kıskandıracak kadar yükseklikte, kafir ve sapık mühendisler tarafından yapılmıştır. Üzerinde hile, aldatıcılık okulunun öğretmeni İblis-üzerine lanet olsun- kalıp dökerek yaptığı iki kıta yontulmuş taş¬tan tertip edilmiş minare görünüşlü mancınık var¬dır.”

Bu kaleden Evliya Çelebi de söz etmiştir:

“Kalenin batıya açılan gayet sağlam ve kuvvetli bir demir kapısı vardır. Burada 200 ka¬dar ev vardır ki, Dizdarağa bu evlerde oturur. 200 kadar neferi, cephanesi, buğday ambarı ve sarnıç¬ları vardır. Kale kapısının iç kısmında minareli ve küçük bir mescidi vardır. Mel'un Nemrud'un Hz. İbrahim'i ateşe attırdığı mancınık, bu kalenin içinde durur iki tane sütundur.”
Evliya Çelebi’nin de belirttiği kale içerisindeki ev, ambar ve sarnıçlar ile mescit günümüze gelememiştir. Yalnızca ayakta olan iki sütun halk arasında Mancınık olarak isimlendirilmektedir. Bu sütunları Osroen Krallaeından Eftuha yaptırmıştır. Sütunlar 17.25 m. yüksekliğinde, 4.60 m. çapındadır. Birisi üzerindeki yazıtta da “Ben, Eftuha’yım. Güneşin oğluyum. Bu sütun ile heykeli Mano’nun kızı Şelmet için yaptırdım” yazılıdır. Bu sütunlar ile ilgili halk arasında yaygın bir de inanış vardır. Bu inanışa göre;

Hz. İbrahim Urfa’da hüküm süren ve çeşitli putlara tapan Nemrud kavmini bundan vazgeçirerek Hak yoluna getirmek için vazifelendirildiğini söylemiştir. Bir gün putların korunduğu yere girmiş, eline aldığı bir balta ile biri dışında hepsini parçalamıştır. Daha sonra da baltayı kalan putun yanına bırakıp gitmiştir. Halk putların Hz. İbrahim tarafından kırıldığını anlayınca Onu yakalayarak hesap sormuştur. Hz. İbrahim ise sağlam olan putun diğerlerini kırdığını söylemiştir. Hz. İbrahim’in bu yanıtı üzerine Ona o putun böyle bir şey yapamayacağı söylenmiştir. Hz. İbrahim buna cevap olarak:

“Sizlere çok yazık. Hiçbir faydası olmayan şeylere tapıyorsunuz. Bunlardan vazgeçerek bütün kalbinizle Allah’a inanın” demiştir.

Bu olayı duyan Nemrud çok kızmış ve Hz. İbrahim’in yakalanarak yakılmasını emretmiştir. Günümüzde Ayn-ı Zeliha denilen havuzun bulunduğu yerde büyük bir ateş yakılmış, ateşin sıcaklığından kimse yanına yaklaşamamıştır. Böylece bugün ayakta olan kaledeki sütunlardan mancınık olarak yararlanılmış ve buradan Hz. İbrahim ateşe fırlatılmıştır. Bu sırada bir mucize gerçekleşmiş. Yerden su fışkırarak Ayn-ı Zeliha meydana gelmiş, odun parçaları da birer balığa dönüşmüştür.

Kaleyi çevreleyen surlar XX.yüzyılın başlarına kadar iyi bir durumda gelebilmiş, bundan sonraki dönemlerde kısmen yıkılmıştır. Bugün Urfa şehir surlarından demir bir kapı ile Dış Kale’ye geçilirdi. Dış Kale’nin Bey Kapısı, Samsat Kapısı, Harran Kapısı isimli üç kapısı bulunuyordu. Bunların yanı sıra kalede Su Kapısı, Sakıpîn Kapısı, Saray Kapısı isimli üç kapı daha bulunuyordu. İç Kale ile Dış Kale arasına da saray ve bahçeli evler yapılmıştı. Kaynaklardan öğrenildiğine göre bu saraylar Tayyar Mehmet Paşa Sarayı, Molla Sarayı ve Gezer Paşa Sarayı idi. Bu saraylar ahşap olduklarından günümüze hiçbir kalıntısı gelememiştir. Bazı kaynaklara göre de bu saraylar yanmıştır.

Kalenin kuzeydoğu köşesindeki burcun üzerinde, şehre bakan köşesinde iki adet yüksek kabartma aslan figürü bulunmaktadır. Taş işçiliği yönünden oldukça kaba işlenen bu figürlerin XIII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Kale kapısının doğuya bakan cephesindeki kemerin iki yanında da iki hayvan figürünün bulunduğu eski fotoğraflardan anlaşılmaktadır. Bu figürlerin benzerliğinden ötürü Memluklu döneminde, XIII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.

Kalenin Ayn-ı Zeliha kaynağı ile gizli bir tüneli olduğu yakın tarihlerde ortaya çıkarılmış ve bu tünel temizlenerek açılmıştır. Bunun yanı sıra Mevlâna El Hac Abdurrahman Efendi Bin Mustafa Çelebi’nin vakfiyesinden öğrenildiğine göre Hüseyin Paşa kale içerisine su kuyusu yaptırmıştır.

Kalenin güneydeki hendeğinin batı kesiminde dik ve yüksek kaya üzerine asma bir köprü yapıldığı bazı izlerden anlaşılmaktadır. Yakın tarihlerde Şanlıurfa Valiliği’nin ve Şanlıurfa Müze Müdürlüğü’nün kalede yaptığı çalışmalarda hendekler temizlenmiş ve bir değirmene ait bazalt öğütme taşları ortaya çıkarılmıştır.
 
Geri
Üst