Tarihimizde İz Bırakan Devlet Adamları

Ce: Tarihimizde İz Bırakan Devlet Adamları

Bekir Paşa (Koca)





Kaptan-ı derya, Sultan İkinci Mustafa’nın damadı, vezir.
1670 yılında Alanya’da doğdu. Sarayda yetişerek darphane eminliğine kadar yükseldi. Bu vazifedeyken vezir rütbesi ile Cidde ve peşinden de Mısır valiliğine tayin edildi. Çeşitli yerlerde valilik yaptıktan sonra, Kıbrıs muhassıllığında ve Eğriboz muhafızlığında bulundu. Birinci defa olarak 1732 senesinde kaptan-ı derya oldu. On bir ay kadar bu vazifede bulunduktan sonra nişancılık verildi. Sultan İkinci Mustafa’nın kızı Safiye Sultanla evlendi (1740). 1750 senesinde ikinci defa kaptan-ı derya oldu. Üç sene sonra bu vazifeden alınıp Cidde valiliğine tayin edildi ise de ihtiyarlığını ileri sürerek İstanbul’da kaldı. Gelibolu ve Alanya’ya sürgüne gönderildi (1752).
Ömrünün son yıllarını İstanbul’da Safiye Sultanın sarayında geçirdi. Çeşitli yerlerde cami, medrese, çeşme gibi hayır eserleri inşa ettirdi. Doksan yaşındayken vefat etti (1759). İstanbul’da defnedildi.
 
Ce: Tarihimizde İz Bırakan Devlet Adamları

Beşir Ağa





Osmanlılar devri Darüssaade ağalarından. 1652 (H.1062) senesinde doğdu. 1746 (H.1159) senesinde İstanbul’da vefat etti.
Sarayda Yapraksız Ali Ağanın yanında yetişen Beşir Ağa, 1707 senesinde saray hazinedarı oldu. Sultan Üçüncü Ahmed’in şehzadeliği sırasında onun musahibi oldu. Sonraları Darüssaade Ağası Süleyman Ağa ile beraber 1713’te Kıbrıs’ta mecburi ikamete tabi tutularak gönderildi. Kıbrıs’tan Mısır’a, oradan da Hicaz’a gönderilerek Şeyhülharemeynlik vazifesi verildi. Bu vazifesi sırasında Mekke-i Mükerreme'de bulunan evliyanın büyüklerinden olan Ahmed-i Yekdest hazretlerine talebe oldu. Onun sohbetlerinde bulunup feyz aldı ve tasavvufta yüksek derecelere kavuştu. 1717 senesinde İstanbul’a çağrılarak Darüssaade Ağalığına tayin edildi. Bundan Sonra Sultan Üçüncü Ahmed Hanın padişahlığının son ve Sultan Birinci Mahmud Hanın padişahlığının ilk devirlerinde olmak üzere vefatına kadar otuz sene Darüssaade Ağalığı yaptı. Bu vazifesi sırasında çok hizmet eden Beşir Ağa, Babıali civarında, cami, medrese, tekke, çeşme ve kütüphane inşa ettirdi. Fatih, Beşiktaş, Kocamustafapaşa, Fındıklı, Üsküdar ve Sarıyer’de çeşmeler, Medine-i Münevverede pek çok hayrat yaptırdı. Babıali yakınında yaptırdığı cami yanındaki kütüphanede 1368, Eyyub’deki kütüphanede 219 cilt kitap vardır. Bu kitaplar bugün ayrılan bir bölümde muhafaza edilmektedir.
Beşir Ağanın ilk matbaanın kuruluşunda mühim rolü olmuştur. İbrahim Müteferrika İstanbul'da ilk matbaayı açtığı gibi, ilk kağıt fabrikasının da Yalova’da açılmasına gayret etti. Bu fabrika için en uygun yer Beşir Ağanın çiftliği idi. Çiftliğini bu iş için seve seve vakfeden Beşir Ağa, fabrikanın kurulmasından çok kısa bir zaman sonra 1746 senesinde İstanbul’da vefat etti. Eyüp Sultan Türbesine defnedildi.
Osmanlı tarihinde Darüssaade Ağası olan iki Beşir Ağa daha vardır. Bunlardan birisine Küçük Beşir Ağa denilmiştir. Diğeri Sultan Üçüncü Mustafa Han zamanında Darüssaade Ağası olan Beşir Ağadır.
 
Ce: Tarihimizde İz Bırakan Devlet Adamları

Bıyıklı Mehmed Paşa





Yavuz Sultan Selim devri beylerbeylerinden. Enderun'da yetişti. Çeşitli saray hizmetlerinde yetiştikten sonra baş mirahur oldu. Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Seferine giderken Bıyıklı Mehmed Paşa'yı Bayburt’u almakla görevlendirdi. Bayburt zaptedildikten sonra Erzincan beylerbeyliğine bağlandı. 1515’te Kemah’ı kuşattı. Yavuz Sultan Selim’in de kuvvetleriyle gelerek muhasaraya iştiraki üzerine kale kumandanı şehri padişaha teslim etti. Bundan sonra Yavuz onu Safevi Devletinin batı hududunda elinde tuttuğu kalelerin en mühimi olan Diyarbekir üzerine serdar tayin etti. Büyük alim İdris-i Bitlisi ile birlikte hareket eden Bıyıklı Mehmed Paşa, şehri sulhen zaptetti. Bu arada şehrin kurtarılması için gelen Karahan kumandasındaki Safevi kuvvetlerini Mardin civarında Koçhisar mevkiinde bozguna uğrattı. Böylece Mardin, Ergani, Çermik ve Birecik de Osmanlı hakimiyeti içerisine girdi. Bıyıklı Mehmed Paşa, teşkil olunan Diyarbekir eyaletine ilk beylerbeyi tayin olundu. Diyarbekir halkının “Fatih Paşa” sanını verdikleri Bıyıklı Mehmed Paşa 1524’te vefat etti.
 
Ce: Tarihimizde İz Bırakan Devlet Adamları

Bilge Tonyukuk





Adı bilinen ilk Türk yazar, tarihçi ve büyük devlet adamı. Milattan sonra 8. asırda Göktürkler devrinde yaşamış İlteriş (Kutluk) Kağan, Kapagan Kağan, Bögü Han ile Bilge Kağana baş vezirlik yapmış, bazı savaşlarda başkomutan olarak vazife görmüştür.
Kendi adına dikilen abideye yazdırdıklarından anlaşıldığına göre; Çin’de doğmuş, Çin esaretinden İlteriş (Kutluk ) Kağanla birlikte kurtularak Türklerin Çin esaretinden kurtuluş savaşını idare etmiş, gençlik yıllarında ataklık ve cesaretiyle, yaşlılığında da tecrübe ve bilgisi ile devletine hizmet vermiştir. Damadı Bilge Kağanın Türk milletini yerleştirmek ve Budist tapınakları açmak gibi fikirlerini reddetmiştir. Bu sebeple milleti her an at sırtında harbe hazır tutmuş ve Türklüğün İslamiyete girmesine zemin hazırlamıştır. Politikayı iyi bilen, halk ruhunu derinlemesine kavramış olan bu meşhur Göktürk vezirinin kendi adına M.S. 720-725 yıllarında dikilen kitabesi, Moğolistan’ın Bayın Çoktu mevkiindedir.
Sade ve sanatsız bir dille yazılan bu kitabede; Çin esaretinin çilesinden, Çinlilerin hile ve zulümlerinden bahsedilerek halka öğütler verilir. Bazı bölümlerde de kendi hayatından bahisler vardır.
Bilge Tonyukuk kitabesinden:
“Tanrı yarlıgadığı için Türk milleti içinde silahlı düşmanı gezdirmedim. Damgalı atı koşturmadım. İlteriş Kağan çalışmasaydı ona uyarak ben kendim çalışmasaydım, il de millet de yok olacaktı. Çalıştığı, çalıştığım için il, il oldu. Millet de millet oldu. Kendim artık kocadım... Şimdi Türk Bilge Kağan, Türk müstakil milletini, Oğuz milletini iyi idare ederek tahtında oturuyor."
 
Ce: Tarihimizde İz Bırakan Devlet Adamları

Burak (Barak) Reis





Ünlü Türk denizcisi. Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. 1488’de Osmanlıların Mısır Memlûkları ile yaptıkları deniz seferine kadırga reisi olarak katıldı.
Cem meselesinin hallinden sonra, İkinci Bayezid Han, Akdeniz’i bir Türk gölü hâline getirmek için bazı kalelerin bir an önce fethedilmesini istiyordu. Bunun için de önce İnebahtı (Lepanto) Kalesinin fethedilmesi gerekiyordu. İnebahtı’nın fethi için İstanbul ve Gelibolu’da sefer hazırlıklarına başlandı. Nihayet, Sultân İkinci Bâyezîd Han karadan, Kaptan-ı deryâ Küçük Davud Paşa da 300 parçadan meydana gelen Osmanlı donanması ile 1499 yılı baharında Gelibolu’dan hareket etti. Devrin meşhur denizcilerinden Kemal, Burak, Kara Hasan ve Herek reisler de bu donanmaya katılmışlardı. Ancak buralara sahip olan Venedikliler de boş durmuyordu. Bütün Avrupa devletlerinden yardım alarak 160 parçadan meydana gelen kuvvetli bir filo meydana getirmişlerdi.
Osmanlı donanması aylarca sıkıntılı yolculuktan sonra, İnabahtı’ya yaklaştı. İnebahtı’ya ulaşabilmek için, Bradino Kanalını geçmek gerekiyordu. Oysa düşman donanması bu sırada Kanal’da yatmaktaydı. 29 Temmuz 1499 günü, Kaptan-ı deryâ Davud Paşanın gemisinin güvertesinde yirmi kadar kaptan toplandılar. Yapılacak işin müzâkeresini yaptılar. Davud Paşanın bir yanında Kemal Reis, diğer yanında Burak Reis vardı.
Davud Paşa, kaptanlara: "Daha kuvvetli olan düşman donanmasını ikiye bölüp kuvvetini azaltmak için, arkasına sarkmak üzere bir akıncı müfrezesi ayrılacaktır. Ben, bu müfreze ile düşmanın arkasına sarkacağım. Kemal Reis ile Burak Reis benim yerimde hücuma geçecekler. Bu tehlikeli bir teşebbüstür. Düşman farkına varırsa, kurtuluş Allahü teâlâya kalmıştır." dedi. O zaman Kemal Reis: "Bu işi senin yapman olmaz Paşam!" diye cevap verdi. Kırk beş yaşlarındaki Burak Reis, hemen ileri atıldı: "Paşa kardeş, sen serdârsın, Donanma-yı Hümâyûn sana emânettir. Bu akını benim gemim yapacaktır. Destûr ver! Şehid olmak önce bize düşer. Kara Hasan ile ben giderim!" dedi.
Şafak sökerken düşman donanması ile karşılaştı. Burak Reis bir düşman mavnasıyla bir göğesini top ateşi ile batırdı. Donanmadan ayrılarak düşman gemilerinin arkasına sarktı. Fakat bunu fark eden düşman, dört gemi ile Burak Reisin peşine düştü. Bu gemilerin ikisinde biner, ikisinde beş yüzer kişi bulunuyordu. Burak Reis, kendisinden çok güçlü ve süratli olan düşman gemilerinin ortasından sıyrılamayacağını anlayınca, mahvolmayı, mağlup olmaya tercih ederek, yakın muhârebeyi seçti. Şan ve şerefle ölmeyi tercih etti. Saldıran düşman gemilerine ateşe başladı. Düşman da karşı ateşe geçerek yaklaştılar. Üç düşman gemisi Burak Reisin gemisine rampa yaptılar. Kancalı halatlarla sıkı sıkıya bağladılar.Kanlı ve çetin bir muhârebe başladı ve saatlerce sürdü. Düşman kalyonları yok olduğu takdirde Venedik donanmasının sevk ve idâresinin de bozulacağını tahmin eden Burak Reis, kendi gemisinin barutluğunu ateşlemeye karar verdi. Böylece kendi gemisiyle berâber kendisine rampa yapan çok kuvvetli Venedik kalyonlarını da yok edecekti. Son nefesine kadar çarpışan leventler, gemiyi neft ile tutuşturdular. Düşman gemilerini de neftlediler. Rüzgârın hızlı olması sebebiyle yangın düşman gemilerini de sardı.
Çok geçmeden, deniz ortasında, siyah dumanlarla karışık kızıl alevler içinde Burak Reis ve arkadaşları şehid olurken, düşman donanmasının önemli bir kısmı da yok oldu. İnebahtı yolu da Osmanlıya açıldı. Türk denizcileri Modon limanının güneyindeki Sapienza Adasına Burak Reis Adası adını vererek kadirbilirliğin güzel bir örneğini verdiler.
 
Ce: Tarihimizde İz Bırakan Devlet Adamları

Bursalı Mehmed Tahir





Osmanlıların son devirlerinde yetişmiş araştırmacı - yazar ve siyaset adamı. Sultan Abdülmecid Han devri ordu mensuplarından Üsküdarlı Seyyid Muhammed Tâhir Paşanın torunudur. Babası Rifat Beydir. 22 Kasım 1861 târihinde Bursa’nın Yerkapı Mahallesinde doğdu. İlk tahsilini evlerinin yanındaki kârgir mektepte yaptıktan sonra Mülkiye Rüştiyesine girdi. Rüştiyede talebeyken Haraççıoğlu Medresesi hocalarından Niğdeli Hoca Ali Efendiden dînî ve Arabî dersler okudu. Babası Rifat Bey 1877-78 Osmanlı-Rus Harbinde şehid oldu. Bu sırada Mülkiye Orta Mektebini birincilikle bitiren Mehmed Tâhir, Askerî Liseye kaydoldu. Askerî Liseyi başarıyla bitirdikten sonra Mekteb-i Harbiyeye (Kara Harb Okulu) girdi. Harbiye’de okurken tasavvufa karşı ilgi duyup Halvetî-Rufâî tarîkatı şeyhlerinden Kemâleddîn Efendiye bağlandı. 1881 senesinde Harbiyeyi bitirdikten sonra teğmen rütbesiyle Manastır Askerî Rüştiyesi coğrafya ve hendese (geometri) öğretmenliğine tâyin edildi. 1884’te üstteğmen, 1888’de yüzbaşılığa yükseldi. 1895 senesinde Üsküp Askerî Rüştiyesi Coğrafya öğretmenliğine naklolundu. 1896 senesinde Kolağası rütbesine terfi ettirilerek Manastır Askerî Rüştiyesi Müdürlüğüne getirildi. 1902 senesinde Selânik Askerî Rüştiyesi Müdürlüğüne nakledildi. 1903’te binbaşılık rütbesine yükseldi.
Selânik’te bulunduğu sırada, Sultan İkinci Abdülhamid Hanı tahttan indirmek ve dış düşmanlarla birlikte hareket ederek Osmanlı Devletini yıkmak için çalışan İttihat ve Terakki Cemiyetine girdi. Rumeli’deki subayların arasında gelişen Genç Osmanlılar hareketine katıldı. Vatan ve Hürriyet Cemiyetine de üye oldu. Asıl vazifesi dışındaki siyâsî hareketlere katıldığı için Selânik Askerî Rüştiyesi Müdürlüğünden alındı. Bir müddet sonra kendisini sevenlerin himâye ve arabuluculuğuyla Manisa Alaşehir Alayı Birinci Tabur Kumandanlığına naklolundu. Buradan da İzmir Fırka Divan-ı Harp Âzâlığına tâyin edildi ve tedkik memurluğu vazifesi yaptı. Kaymakam (Yarbay)rütbesindeyken ordudan emekli oldu.
İkinci Meşrutiyetin îlânından önce İttihatçıların hareketlerine faal bir şekilde katılan Mehmed Tâhir Bey, Meşrûtiyetin îlân edilmesinden sonra Bursa Mebusu (millet vekili) seçilerek Mebusan Meclisine girdi. Ancak yaptığı bir devre milletvekilliği sırasında, Sultan İkinci Abdülhamîd Hana karşı cephe alanların aldatılmış veya devlet düşmanı olduklarını görerek siyâsî hayattan çekildi. Türkçülük fikrini harâretle savunan kimseler arasında yer aldı. Türk Derneği, Türk Yurdu, Sırât-ı Müstakîm (Sonradan Sebîlür-Reşâd), İslâm Mecmuası gibi dergi ve gazetelerde yazı yazdı. Türk Derneğinin asil üyesi, Târih-i Osmânî Encümeninin de yardımcı üyesi olarak vazife yaptı. Umûmiyetle kitabiyat ve hal tercümeleriyle alâkalı makâleler ve eserler yazdı. Askerî ve siyâsî kişiliğinden ziyâde bu sahada yazdığı eserleriyle dikkati çeken Mehmed Tâhir Bey, 28 Ekim 1924’te İstanbul’da vefât etti. Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdâî Efendi Câmii yanındaki kabristana defnedildi.
Eserleri:
Bursalı Mehmed Tâhir Beyin basılmış ve basılmamış birçok eseri, bibliyoğrafya ve biyoğrafi sahasında önemli kaynaklardır.
Basılmış olan eserlerinden bâzıları şunlardır:
1) Osmanlı Müellifleri: Eserlerinin en mühimi olan bu kitap on iki senelik bir inceleme ve araştırma neticesinde meydana gelmiştir. İçerisinde 1600’ü aşkın âlim, şâir ve evliyâ zâtın hal tercümesi anlatılmıştır. Üç cilttir. 2) Türklerin Ulûm ve Fünûna Hizmetleri, 3) Terceme-i Hal ve Fezâil-i Şeyh-i Ekber Muhyiddîn Arabî, 4) Müverrihîn-i Osmâniyeden Âli ve Kâtib Çelebi’nin Terceme-i Halleri, 5) Aydın Vilâyetine Mensûb Meşâyıh, Ulemâ, Şuarâ, Müverrihîn ve Etibbânın Terâcim-i Ahvâli, 6) Müntehebât-ı Masârî’ ve Ebyât, 7) Delîlü’t-Tefâsir, 8) Kırım Müellifleri, 9) Meşâyıh-i Osmâniyeden Sekiz Zâtın Terâcim-i Ahvâli, 10) Ulemâ-i Osmâniyeden Altı Zâtın Terâcim-i Ahvâli, 11) Hacı Bayrâm-ı Velî, 12) Siyâsete Müteallik Âsâr-ı İslâmiyye.
 
Ce: Tarihimizde İz Bırakan Devlet Adamları

Celâlazade Mustafa Çelebi





Kanûnî Sultan Süleyman Han devrinin önde gelen âlim ve devlet adamlarından. Tosyalı Kâdı Celâl’in oğlu olup, çoğu defâ yalnız Koca Nişancı nâmı ile anılırdı. Tosya’da doğan Mustafa Çelebi, ilk tahsilini burada yaptıktan sonra İstanbul’a giderek öğrenimini tamamladı.
Genç yaşında devlet hizmetine girdi. Pîrî Paşaya intisâb ederek 1516’da Dîvân Kâtibi oldu. İslâm yazılarından “dîvânî” yazıda başarılı olduğundan mesleğini çabuk ilerletti. Yavuz Sultan Selim Hanın iltifâtına kavuştu. Pîrî Paşadan sonra İbrâhim Paşanın da takdirini kazandı.Mısır’a gittiği sırada Mustafa Çelebi’yi de sır kâtibi olarak berâberinde götürdü.Mısır’da bulundukları sırada âsâyiş, huzûr ve düzenin temini için yeni kânunlar hazırlanmasında sadrâzam İbrâhim Paşanın yanında fevkalâde liyâkat gösterdi. Mustafa Çelebi’nin resmî yazı ve raporları hazırlamadaki üstün kâbiliyeti henüz bilinmemekle berâber, çoğu defâ bâzı mühim nâme-i hümâyûnlar (pâdişâh mektupları) ve fermânlar ile berâtlar ona yazdırılıyordu.
Mustafa Çelebi, 1534 Irakeyn Seferinde, Nişancı Seydi Beyin vefâtı üzerine Nişancılık makâmına getirildi. 1534’ten 1557’ye kadar aralıksız bu makamda devlete hizmet etti. Birçok kânun ve nizamların hazırlanmasını sağladı. Ayrıca dış ülkelerle olan siyâsî münâsebetlerde fevkalâde mahâret sâhibi olduğunu gösterdi. Dîvân-ı hümâyûnda, yâni Osmanlı Devleti Bakanlar Meclisinde, kânunlarla ilgili hususlarda devamlı fikri alınırdı. Sonraki devirlerde derlenen bu kânun ve nizâmlar Celâlzâde Kânunları adıyla Osmanlı târihinin altın sayfalarına geçti. Nişancılıktan ayrılan Mustafa Çelebi’ye Kânûnî Sultan Süleymân Han tarafından emeklilik maaşı bağlandı. Bununla berâber, devlet hizmetlerinden büsbütün el çekmiş değildi. 1567 târihinde tekrar Nişancılığa tâyin olundu. Daha önce Zigetvar Seferine katılan Mustafa Çelebi ölümüne kadar bu vazîfede kaldı. Aynı yıl içinde vefât ederek İstanbul’da Eyüp Sultan'da bulunan Nişancılar Câmii yanında defnedildi.
Nişancı olup da emekliye ayrıldığı ilk dönemde burada güzel bir ev yaptırmıştı. Ayrıca bir hamam ve dâhil olduğu Halvetî tarîkatı için de bir tekke yaptırdı. Emekliye ayrıldığı dönemde evinin bir ilim ve irfân yuvası olduğu, ilim ve edebiyât âşıklarını himâye ettiği rivâyet edilmektedir.
Mustafa Çelebi, güzel yazı yazmakta ve resmî yazıları kaleme almakta pek mahâret sâhibiydi. Aynı zamanda takdir edilen bir şâirdi. Pâdişâha sunduğu kasîdeler pek beğenilir, kendisine ikrâm ve iltifât olunurdu. Cömert ve şefkatli olan Mustafa Çelebi, devlet hizmetlerinden başka yalnız şiir ve inşâ ile meşgul olmakla kalmamış, birçok telif ve tercüme eser bırakarak ilme ve fenne de hizmet etmiştir. Eserlerinin başında Kânûnî Sultan Süleymân devrini gâyet güzel bir üslûpla anlatan Tabakâtü’l-Memâlik fî Derecâti’l-Mesâlik adlı eseri gelmektedir. Târihçi Peçevî bu esere “manzum ve mensur Şehnâme” adını vererek kıymetini ifâde etmeye çalışmıştır. İlk Nişancılığı zamânında Horasanlı Mu’inü’l-Miskin’in Peygamberler Târihi ile ilgili Me’aricü’n-Nübüvve adlı eserini Türkçeye tercüme etti. (Bu eser, sonradan 17. asır âlimlerinden Altıparmak Mehmed Efendi tarafından da tercüme edilerek basıldı. Altıparmak Târihi adıyla günümüzde yeniden bastırılmıştır.)
Mustafa Çelebi, emekliye ayrıldığı sırada oturmakta olduğu Eyyûb Sultandaki evinde Mevâhibü’l-Hallâk fî Merâtibi’l-Ahlâk adlı pek kıymetli bir eser hazırladı. Bu eser, İslâm ahlâkını anlatmaktadır. Daha sonra Enîsü’s-Selâtîn ve Celîsü’l-Havâkîn adı verilen bu eser, 54 bölümden meydana gelmektedir. Merhumun ayrıca, Yavuz Sultan Selim’i, din ve devlete olan hizmetlerini anlatan Selimnâme adlı bir eseri ile Nişânî mahlaslı bir Dîvân’ı vardır. Bunlardan başka birkaç tercüme eseri daha mevcuttur.
 
Ce: Tarihimizde İz Bırakan Devlet Adamları

Cem Sultan





Fâtih Sultan Mehmed’in küçük oğlu. 1459 yılında doğdu. Annesinin adı Çiçek Hâtun’dur. İlk terbiyesini saray hocalarından aldı. Beş yaşına gelince, bir hocaya verilerek Kastamonu sancakbeyliğine gönderildi. Eğitim ve öğrenimine burada da devâm etti. Fâtih Sultan Mehmed, büyük oğlu Mustafa’nın vefâtı üzerine (1474) Cem’i Karaman eyâletine gönderdi. Cem Sultan Konya’da kaldığı müddet zarfında, tahsilinin yanısıra ata binmek ve her türlü silâhları kullanmakta büyük bir mahâret kazandı. Sağlam yapılı bir genç hâline gelen Şehzâde, Karaman eyâletinde halkın muhabbet ve teveccühünü kazandı. Harâbe hâlindeki Larende’de saray, bedesten ve çarşı yaptırmak sûretiyle geniş îmâr faâliyetlerinde bulundu.
1481’de Mısır Seferine çıktığı tahmin edilen Fâtih Sultan Mehmed Gebze’de hastalanarak vefât edince, babasının yerine tahta çıkan İkinci Bayezid’e kardeşi Cem Sultan muhâlefet etti. Cem, Bayezid’in aksine, babasının pâdişahlığı zamânında doğduğunu, bu yüzden Uzun Hasan Seferi sırasında babasına vekâlet ettiğini belirterek, asıl kendisinin tahta geçmesi icab ettiğini iddiâ ediyordu. Bu sebeple harekete geçen Cem Sultan, bir ara Bursa’ya hâkim olduysa da, Gedik Ahmed Paşanın Sultan İkinci Bayezid’le birleşmesi üzerine Konya’ya çekilmek zorunda kaldı. Daha sonra Kâhire’ye giden Cem Sultan burada Sultan Kayıtbay tarafından merâsimle karşılandı. Cem, 20 Aralık 1481’de hac farîzasını yerine getirmek üzere Mekke’ye gidip, 12 Mart 1482’de Kâhire’ye geri döndü. Bu arada eski Karaman beyi olan Kasım Bey, Cem’i tahrik ederek Karaman beyliğini yeniden kurma düşüncesindeydi. Aynı zamanda Ankara sancakbeyini de yanına çekmeyi başarmıştı. Bu durum üzerine bir defâ daha şansını denemeye karar veren Cem Sultan’ın, Konya ile Ankara’ya karşı bizzat giriştiği taarruz başarısızlıkla netîcelendi. Bunun üzerine önce Akşehir’e sonra da Kasım Bey ile birlikte Taşeli’ne çekilmek zorunda kaldı. Konya Ereğlisi’ne gelen Sultan İkinci Bayezid’le yeniden müzâkerelere girişti. Ancak bu müzâkereler de diğerleri gibi netîcesiz kaldı. Çünkü onun Kudüs’te oturmasını teklif eden Sultan İkinci Bayezid’e karşılık Cem Sultan, Osmanlı topraklarında hâkim olacağı bir bölgenin kendisine tahsis edilmesi husûsunda ısrar ediyordu. Bunun üzerine kardeşi ile uğraşan Sultan İkinci Bayezid’in kendisine bâzı tâvizlerde bulunacağını ümid eden Kasım Beyin teşviki ile Cem Sultan, nihâyet Rodos şövalyelerine mürâcaat etmeye karar verdi. 29 Temmuz 1482 günü, Rodos limanında karaya ayak bastı. Talihsiz şehzâde için, 12 yıl 7 ay sürecek ve sonu ölümle noktalanacak olan acı gurbet hayâtı başlamış oluyordu.
Rodos şövalyelerinin başı Pierre d’Aubusson daha önce imzâladığı bir senetle Cem Sultan’a istediği zaman Rodos’tan ayrılabilme hakkını tanımıştı. Ancak bu sözünü çabuk unuttu. Şehzâdeyi elde tutmakla Sultan Bayezid Hana istedikleri yolda anlaşma yapmaya ve adalarını Osmanlıların fethinden kurtarmaya, aynı zamanda para koparmaya muvaffak olabileceğini umuyordu. Ancak Cem Sultan’ın Türk topraklarına yakın olan bu adada bırakılması tehlikeli olacaktı. Böylece Cem Sultan, maiyetiyle birlikte bir müddet Nis’de, bir müddet de Şambri ve Puy kalelerinde ikâmet etti. Öte yandan d’Aubusson ile Sultan İkinci Bayezid arasında bir antlaşma imzâlandı. 7 Aralık 1482 târihli bu antlaşmaya göre Cem Sultan’ın bakım masrafı olarak, Rodos’a her yıl 45.000 duka altını ödenecekti.
Şövalyeler 6,5 yıl ellerinde tutmaya muvaffak oldukları Cem Sultan’dan âzami derecede istifâdeye bakıyorlardı. Bu arada Avrupa’da Cem Sultan’ı elde edebilmek için yoğun siyâsî faaliyetler vardı. Fransa, Macaristan, Venedik ve hattâ Memlûk Sultanlığı bu gâye ile şövalyelere câzip tekliflerde bulunuyorlardı. Nihâyet Cem Sultan’ın Alman İmparatorluğunun eline düşmesi ihtimâlinin belirmesi üzerine endişeye düşen Fransa, onun Papa’nın himâyesine verilmesini kabul etti. Bu faaliyetlerden şüphelenen Cem Sultan, Bayezid’e gönderdiği bir mektupta kendisini küffâr elinde bırakmamasını istedi. Nihâyet Toulan’dan yola çıkan Cem Sultan ve maiyeti, Mart 1489’da Roma’ya vardı. Burada büyük bir törenle karşılanarak Vatikan Sarayına yerleştirildi.
14 Martta Papa Sekizinci Innocent tarafından resmen kabul edilen Cem Sultan, teşrifât memurunun bütün ısrarlarına rağmen kavuğunu çıkarmaya ve diz üstü çökmeye râzı olmayarak, doğru Papa’nın yanına gidip ona ve yanındaki kardinallere başıyla selâm verdi. Papa da, onu kucaklayıp öptü. Papa ile görüşmelerinde Avrupa’ya ne maksatla geldiğini anlatarak, artık Mısır’a gidip âilesiyle berâber olmaktan başka bir emeli kalmadığını açıklayan Cem Sultan, Papa’nın aracılığını istedi. Ancak Cem Sultan’ın üzüntüsüne iştirâk etmiş görünüp onunla birlikte gözyaşı döken Papa, hakîkatte onu âlet ederek Osmanlılar üzerine bir Haçlı seferi açmak emelinde olduğundan, Macaristan’a gitmek tavsiyesinde bulundu. Cem Sultan’ın böyle bir hareketin, İslâm âleminde lânetle karşılanacağını belirtmesi üzerine de, Papa Lâtince ağır bir cümle kullandı. Aynı dili bildiği anlaşılan Cem Sultan’ın mukâbelesinde papayı mahcup ettiği görüldü. Papa Innocent, Cem Sultan’ı, Hıristiyan yapabilirse, Haçlı seferinin gerçekleşeceğini ve Osmanlıları Avrupa’dan atmanın mümkün olabileceğini sanıyordu. Bu sebeple bir gün, kendisiyle görüşürken Hıristiyan olmasını resmen teklif etti. Ama yanılmıştı. Cem Sultan, kendisine değil, Osmanlı pâdişahlığı, hattâ bütün dünyânın pâdişahlığı pâyesi verilse, dîninden dönmeyeceğini sertçe bildirdi.
Papa Innocent’in 1492 yılında ölümü üzerine yerine Altıncı Alexandre Burgia seçildi. 1494 yılında İtalya sınırını aşarak Roma’ya giren Fransa Kralı Sekizinci Charles, papa ile anlaşarak Cem Sultan’ı yanına aldı. Cem Sultan 28 Ocak günü Fransız ordusu ile Roma’dan ayrılarak Fransızların Napoli seferine iştirâk etti ve birçok kalelerin zaptına şâhid oldu. Napoli Krallığının mukâvemetinin kırıldığı sıralarda Cem Sultan’da hastalık belirtileri ortaya çıktı. Bir müddet sonra, hastalık daha da ilerleyerek, yüzü ve boynu şişti. Artık ata binecek hâli kalmadığından sedye ile naklediliyordu.
Cem Sultan böyle bir durumda bile dâimâ, “Yâ Rabbî! Eğer bu kâfirler beni bahâne edip Müslümanlar üzerine yürümeye kalkarlarsa, beni o günlere eriştirme, canımı al!” diye duâ ediyordu. Nihâyet 25 Şubat 1495 Çarşamba sabahı, şehâdet getire getire rûhunu teslim etti. Cem Sultan o sırada 35 yaşındaydı.
Cem Sultan’ın hastalık veya zehirlenme netîcesinde öldüğüne dâir muhtelif rivâyetler vardır. Osmanlı müellifleri genellikle papa tarafından gönderilen bir berberin zehirli ustura ile Cem Sultan’ı tıraş ettiğini ve ölümüne sebep olduğunu bildirmektedir.
Haberin İstanbul’a ulaşmasından sonra, Sultan Bâyezid’in emriyle dükkanlar, çarşılar kapatıldı, fakirlere para dağıtıldı. Ülkedeki bütün câmilerde gâib cenâze namazı kılındı. Tâbutu ise ancak 1499 yılı Ocak ayında ülkeye getirildi. Bursa’ya götürülerek Fâtih Sultan Mehmed’in büyük oğlu Mustafa’nın yanına gömüldü.
Cem Sultan şâir ve edip ruhlu bir zât olup, Dîvân’ı vardır. Avrupa’da bulunduğu müddetçe Fâtih Sultan Mehmed’in oğluna yakışır sûrette hareket edip, herkesin gıpta ve sevgisini kazanmıştı. İsmi bütün Avrupa’da şöhret bulmuştur.
Cem Sultan Dîvân’ından bir parça aşağıdadır:
Ne-durur Hakk’a toğru varmağa râh
Himem-i Lâ ilâhe illallah
Zahm-ı küfre odur şifâ-yı ebed
Merhem-i Lâ ilâhe illallah
Dil ü cân bağını kılur tâze
Şeb-nem-i Lâ ilâhe illallah
Kim olursa olur Hudâ’ya karîb
Hem-dem-i Lâ ilâhe illallah
Sahn-ı câna safâ virür irse
Kadem-i Lâ ilâhe illallah
Kangı kalbe yazılsa ola pür-nûr
Rakam-ı Lâ ilâhe illallah
İns ü cân râm ola ele girse
Hâtem-i Lâ ilâhe illallah
Uludur on sekiz bin âlemden
Alem-i Lâ ilâhe illallah
Toludur cümle âsmân ü zemîn
Ni’am-i Lâ ilâhe illallah
 
Ce: Tarihimizde İz Bırakan Devlet Adamları

Cemaleddin Efendi





Osmanlı Devletinin yüz yedinci şeyhülislâmıdır. İsmi, Mehmed Cemâleddîn’dir. Babası, Tedkikât-ı Şer’iyye Meclisi reisi Kazasker Hâlid Efendi, dedesi ise Kazasker Yûsuf Efendidir. Annesi, Abdülmecid Han devri kazaskerlerinden Hacı Mehmed Sa’îd Efendinin kızıdır. 1848 (H.1264) senesinde İstanbul’da doğdu. 1919 (H. 1335) senesinde Mısır’ın İskenderiye şehri civarındaki Remle kasabasında vefât etti. İstanbul’da defnedildi.
İlk öğrenimini mahalle mektebinde gören Cemâleddîn Efendi, babasından ve zamanının büyük âlimlerinden ilim tahsil etti. Medrese tahsilini tamamlayıp on yedi yaşındayken Rüûs-ı Hümâyûn defterine kaydolunarak kendisine maaş bağlandı. Zekâ ve dirâyeti sâyesinde ilerleyerek 1866 senesinde İbtida-yı hâriç pâyesiyle müderris oldu. 1871’de Hareket-i hâriç pâyesi alıp Şeyhülislâmlık Mektupçu Muâvinliği; 1872’de İbtidâ-yı dâhil pâyesiyle, Anadolu Kazaskerliği Mektupçuluğuna getirildi. Daha sonra Adliye Nezâreti Cezâ Mahkemesi Muharrerât Şûbe Muâvinliği ve Müdürlüğüne yükseldi. İlmiye rütbesinde ilerleyip 1877’de Süleymaniye Müderrisliği pâyesine ulaştı. 1884’te İstanbul Kâdısı; daha sonra Anadolu Kazaskeri ve 1890’da Rumeli Kazaskeri oldu. 1891 senesinde Rumeli Kazaskeri pâyesiyle Meşîhât mektupçuluğunda bulunduğu sırada üstün zekâ ve dirâyeti, aynı zamanda devrin bütün ahvâline (hallerine) vâkıf olması sebebiyle, 43 yaşındayken Şeyhülislâmlık makamına yükseldi. Aralıklı olarak on sekiz seneye yakın bu vazifede kaldı. Dört defa Şeyhülislâmlık makamına getirildi. Birinci ve ikinci şeyhülislâmlığı 17 yıl 5 ay 10 gün; üçüncü ve dördüncü şeyhülislâmlığı 6 ay 3 gün sürmüştür. Birinci ve ikinci şeyhülislâmlığı Sultan İkinci Abdülhamid Hanın, üçüncü ve dördüncü şeyhülislâmlığı ise Sultan Reşâd’ın saltanatı yıllarına rastlamaktadır. Cemâleddîn Efendi Osmanlı târihinde Ebüssuud Efendi, Molla Fahreddîn-i Acemî ve Zenbilli Ali Efendiden sonra şeyhülislâmlıkta en çok kalan kimselerdendir.
Cemâleddîn Efendi uzun müddet Şeyhülislâmlık vazifesinde bulunmaktan başka devrinde yaşanan birçok önemli hadiselere şâhid olmuştur. Bunlardan birisi, Sultan İkinci Abdülhamid Hana karşı 21 Temmuz 1905 Cumâ günü tertiplenen Yıldız Suikastıdır.
Sultan İkinci Abdülhamid Han, her hafta Cumâ selâmlığına Şeyhülislâm Cemâleddin Efendi ve serasker Rızâ Paşa ile birlikte çıkardı. 21 Temmuz 1905 Cumâ günü Ermeniler Yıldız Câmii önüne bir saatli bomba yerleştirerek Sultan İkinci Abdülhamîd Hana karşı suikast tertiplediler. Her şey saniyesi saniyesine hesaplanmıştı. Ancak Abdülhamid Han hünkâr mahfelinde Şeyhülislâm Cemâleddîn Efendi ile birkaç cümle konuştu. Bu gecikme sırasında yerleştirilen bomba patladı. Böylece Sultan İkinci Abdülhamid Han, Allahü teâlânın yardımıyla, suikastten kurtuldu. Cemâleddîn Efendi de bir fâcianın önlenmesine sebep olduğu için padişahın ihsan ve iltifatını kazandı.
Cemâleddîn Efendinin şeyhülislâmlığı sırasında 23 Ocak 1913 târihinde vukû bulan ikinci mühim hâdise, İttihatçıların meşhûr Bâbıâlî Baskınıdır. İttihatçılar o sırada şeyhülislâm olan Cemâleddîn Efendiyi İstanbul’dan Mısır’a sürmüşlerdir. Cemâleddîn Efendi Mısır’da bulunduğu sırada, Mısır halkı ona çok hürmet gösterdi. Cemâleddîn Efendi Mısır’da kaldığı altı yıl içinde Hâtırât-ı Siyâsiyye adındaki eserini yazdı.
1919 senesinde 72 yaşında bulunduğu sırada Mısır’ın İskenderiye şehri civarındaki Remle kasabasında vefât etti. İskenderiye’deki cenâze namazına 35.000’den fazla Müslüman katıldı. İstanbul’a getirilen nâşı Fâtih Otlukçu Yokuşundaki âile kabristanlığına defnedildi. Sonraları Otlukçu Yokuşunun tâdilatı sebebiyle mezarı Edirnekapı Şehitliği'ne nakledildi.
 
Ce: Tarihimizde İz Bırakan Devlet Adamları

Cevad (Cevat) Paşa





Osmanlı Devletinin 19. asır kumandan ve sadrâzamlarından. Şam’da doğup İstanbul’da vefât eden Cevad Paşa, Kaba-Ağalızâde nâmıyla anılan ve Şûrâ-yı Askerî üyesi Afyonlu Mustafa Âsım Beyin oğludur. 1851 yılında doğdu. İlk tahsilini Bursa ve İstanbul mekteplerinde yaptıktan sonra Harbiyeye girdi. 1869’da burayı bitirince Erkân-ı Harbiyeye alındı ve buradan da birincilikle mezun oldu. Kısa bir zamanda terfi görerek önce kolağası ve o sıralarda yazdığı El-Ma’lûmâtü’l-Kâfiye fî Ahvâl-il-Memâlik-il-Osmâniyye adlı eserini pâdişâha takdim ile binbaşı oldu. 1877-1878 Osmanlı-Rus harbinde Tuna ordusuna gönderilen Cevad Paşa, önce başkumandan Süleymân Ağanın yâverliğinde, sonra kaymakamlıkla (yarbay) Necip Paşa fırkasının Erkân-ı Harbiye reisliğinde bulundu. 27 yaşındayken miralaylığa terfi ederek Peyker Paşa kolordusunun Erkân-ı Harbiye reisliğine getirildi. Harpten sonra 1878Berlin Muâhedesi hükümlerinin tatbiki işi ile görevlendirildi. 1884’te Çetine Sefâretine tâyin ve rütbesi mirlivâlığa (tuğgeneral) yükseltildi. Burada iki yıl kalan Cevad Paşa rahatsızlığı sebebiyle Viyana’ya gitmek için izin istedi ise de, İstanbul’a gelmesi emrolundu.
Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın dikkatini çekip takdirini kazanan Cevad Paşa, dönüşünden sonra İstanbul’da Teftiş-i Askerî Komisyonu âzâlığına getirildi. Girit’teki karışıklıklar üzerine Girit fevkalâde kumandanlık ve vâli vekilliğine tâyin edildi. Adadaki Müslüman ve Hıristiyan ahâliye iyi idâresi ile kendini sevdirerek aralarında bir anlaşma ve âhenk tesis eden Cevad Paşaya hizmetine karşılık 40 yaşında müşirliğe (orgenerallik) yükseltildi. Cevad Paşanın değerini takdir eden Sultan İkinci Abdülhamid Han, onu sadrâzamlığa getirdi (1891).
Cevad Paşa, 3 seneyi geçen sadâreti esnâsında takip ettiği siyâseti, dâhilde ve hâriçte sulhun muhâfazası idi. Zamanının en mühim ve müzmin meselesi, hâlâ bugün ehemmiyeti devam ettirilmek istenen Ermeni meselesi olmuştu. Cevad Paşa, meselenin en ince teferrûatına vâkıf ve memleketin menfaatlerini müdrik bir devlet adamı sıfatıyla, sert, fakat âdilâne kararlar aldı. Üç sene sonra sadrâzamlıktan alınarak Nişantaşı’ndaki evinde ikâmete mecbur edilen Cevad Paşa, bu sıralarda Girit’te yeniden karışıklıkların çıkması üzerine Girit Fırka-i Askerîye kumandanlığına tâyin edilerek 1897’de Girit’e gönderildi.
Girit’in Avrupa devletleri tarafından husûsî bir şekilde idâre edileceği anlaşılıp, Almanya İmparatorunun Suriye taraflarına seyâhat yapması kesinleşince, Cevad Paşa mihmandarlığa getirildi. Ancak imparatorla görüşmesinden sonra karargâhı Şam’da bulunan Beşinci Ordu Kumandanlığına tâyin edildi. Burada rahatsızlanan Cevad Paşa, doktorların verdiği rapor sâyesinde İstanbul’a geldi ve 1900’de vefât etti. Merhûm, Fâtih civârında Emir Ahmed Buhârî hazretlerinin türbesi karşısında inşâ olunan husûsî bir türbede medfûndur.
Cevad Paşa, münevver, bilgili ve dürüst bir devlet adamıydı. Arapça, Farsça, Fransızca bilip, Rumca ve İtalyanca’ya da vâkıftı. Türkçe'de emsâli bulunmayan 10 ciltlik Tarih-i Askerî adlı eseri çok değerlidir. Eserde İmparatorlukta eskiden beri mevcut muhtelif askerî teşekkül ve müesseseler, 1826 yılına kadarki meşhur harpler hakkında mâlumât (bilgi) verilmektedir. Yalnız Yeniçerilere âit olan birinci cildi basılmıştır. Ayrıca kıyâfetleri ve o devrin silâh ve teçhizatını gösterir bir de albümü vardır ki, Paris’te basılmıştır. Bunlardan başka Riyâziyenin Mebâhis-i Dakikası, Kimyânın Sanâyie Tatbiki, Semâ ve Telefon gibi fennî eserleri de mevcuttur. Ancak 24 nüshası basılan Yâdigâr adlı bir de mecmûa çıkarmıştır. Sadrâzamken Bâbıâlî bahçesinde yaptırdığı kütüphâne bugün de Cevad Paşa Kütüphanesi adı ile anılmakta olup,Başbakanlık Osmanlı Arşivinin bir deposudur. Beş bin ciltlik kütüphânesini İstanbul Arkeoloji Müzesine bağışlamıştır.
 
Geri
Üst