TASAVVUF ]·.kuranın yoludur...

*MeleK*

♥Ben Aşık Olduğum Adamın Aşık Olduğu Kadınım♥
TASAVVUF ]·.kuranın yoludur...
tasavvufun kurandan kaynakları kuranda tasavvuf
Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz, Muaz Bin Cebel’i, Yemen’e vali tayin ediyor. Ona diyor ki:
  • Ya Muaz oraya gittiğinde ne ile hükmedeceksin?
  • Kur’ân-ı Kerim’le ya Resûlullah.
  • Kur’ân-ı Kerim’de bulamazsan ne ile hükmedeceksin?
  • Senin sünnetinle ya Resûlullah.
  • Sünnetimi de bulamazsan ne ile hükmedeceksin?
  • Kendi reyim ile ya Resûlullah.

“Bulamazsan neyle hükmedeceksin?” deyince Muaz Bin Cebel’in, “reyimle” dediğini görüyoruz ki bu en çok yanlış anlaşılan konudur. “Ben neden aklımla Kur’ân-ı Kerim’i öğrenmeyeyim! Ben neden aklımla İslâm’ı yaşamayayım!” diyenler var. Halbuki “Ben, reyimle amel edeceğim.” diyen zat ile “Ben, neden aklımla İslâm’ı yaşayamayayım?” diyen Nefs-i Emmare’deki insanı Kur’ân-ı Kerim’e göre karşılaştırırsak, 27 basamaklık bir dizayn farkının olduğunu görürüz. Nefs-i Emmare’de olan bir insan, kendisini Muaz Bin Cebel’in yerine koyuyor.
Muaz Bin Cebel, herşeyden evvel, Resûlullah’ın sahâbesidir. Muaz Bin Cebel, Resûlullah’ın şefaatiyle o gün İslâm’ı yaşayan, İslâmî savaşlarda yer alan, fizik bedenini Allah için harcayabilen ve ruhunu Allah’a teslim eden bir sahâbidir. Eğer Resûlullah onu seçmişse, bu seçim Allah’ın seçimidir. O’nun hiçbir sözü kendi hevasından olmaz! O, tamamiyle Allah’ın vahyiyle hareket eden, Allah’ın tasarrufunda olan bir kişidir. Kendisine bağlı o kadar sahâbenin içerisinden Muaz Bin Cebel’i seçmişse, boşuna seçmemiştir. Muaz Bin Cebel, irşada ulaşmış, irşad etme yetkisinin sahibi kılınmıştır.
O halde bu vasıfların sahibi olan Muaz Bin Cebel: “Reyimle amel edeceğim.” dediğinde bugünkü dîni kaynaklardaki ismi ile en az müçtehitti. İçtihad yapabilen, nefsini Allah’a teslim eden birisiydi. Kendi reyi de olduğu zaman, aklını Allah’ın söylediğine tâbî kılması, mürşidine tâbî olmasıdır; Allah’ın seçimini benimsemesidir.
Öyleyse bugün akîl-bâliğ olan, Nefs-i Emmare’de olan insanların adeta Allah’ı, Kur’ân-ı Kerim’i, Resûlullah’ı sorgulamaları, kendilerini cehenneme mahkûm etmeleridir. Akıl bize Allah’ın emirlerini çürütmek için verilmedi. Allahû Tealâ, bize aklı, O’nun âyetlerini, Resûlullah’ın hadîslerini algılayalım diye verdi. Dolayısıyla niyetimiz hiçbir zaman Allah’ın âyetlerini, Resûlullah’ın tatbikatını sorgulamak değil, aklımızla Allah’ın âyetlerini, Resûlullah’ın tatbikatını anlamak olmalı. Sorgulamak ayrıdır, anlamak ayrıdır. Allah’ın dînini çürütmeye çalışmak, ibadetlerin gereksiz olduğunu ispatlamaya çalışmak, “Kutuplarda insanlar nasıl namaz kılar?” şeklindeki sorular, Allah’ı sorgulamaktır. Bu, Allah’ın âyetlerine küfretmektir. Halbuki namaz, bütün insanlara farz olduğu gibi kutuptaki insana da farzdır. “Acaba kutuptaki insanlar nereye tâbî olarak namaz kılacaklar veya hangi şartlar altında namaz kılacaklar?” şeklindeki araştırmacı bir düşünce, insanı farklı bir sonuca götürür. Bu, meseleyi anlamaya çalışmaktır. Bunlardan birisi sorgulamaktır, birisi ise meseleyi anlamaktır. Allahû Tealâ aklı, Allah’ın sistemini, Allah’ın kanunlarını ve Resûlullah’ın tatbikatını algılayalım diye, yaşayalım diye, hayatımıza tatbik edelim diye bize vermiştir.
Ne yazık ki bugün Allah’ın ve Resûl'ünün emirlerini sorgulayan, aklı peşinden giden, hevasına uyan insanlar bu birinci tatbikatın içerisinde adeta Allahû Tealâ’nın emirlerini sorgularcasına, Allah istediği kadar Kur’ân-ı Kerim’de: “Sen nefsini tezkiye edemezsin.” dese bile “Hayır, aklımla kendi nefsimi tezkiye edeceğim.” demektedirler.
Eğer Allahû Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’de; “Sen nefsini tezkiye edemezsin. Allah dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ben sizin nefsinizi bir resûl vasıtasıyla tezkiye ederim.” diyorsa, o halde biz de aklımızı resûle teslim etmek zorundayız. Aklımız mürşide tâbî olmak zorundadır. İnsanların çoğu dîni el yazması kitaplardan öğrendikleri için Allahû Tealâ’nın emirlerine muhalif olmaktadırlar. El yazması kitaplar aklın ürünüdür ve Kur’ân-ı Kerim’e ters düşmektedir. Eğer insanlar dîni Kur’ân-ı Kerim’den öğrenselerdi, o zaman el yazması kitaplara ihiyaç duymayacaklardı.
 
Geri
Üst