Yogaya Bakış

*MeleK*

♥Ben Aşık Olduğum Adamın Aşık Olduğu Kadınım♥
Yogaya Bakış
Günümüz şartlarında yoğun bir koşuşturmaca içinde yaşamlarımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Ne yazık ki bilim ve teknolojideki ilerlemelerle, hayatımızı kolaylaştırabilmek adına, daha karmaşık olan, yalınlığını kaybetmiş ömürler yaşıyoruz. Yaşamlarımızın her cephesinde sürekli çarpışıyoruz. İlişkilerimiz, işlerimiz, ailelerimiz, isteklerimiz, beklentilerimiz, umutlarımız, hayallerimiz, içimiz, dışımız… Her cephede kabullendiğimiz, hatta zaman zaman gurur duyduğumuz bir mücadele veriyoruz. En büyük rahatlama aracımız hobilerimizle; bize neşe veren uğraşlarımızla bile bir koşuşturma içinde meşgul oluyor onları da görevlerimiz arasına sıkıştırıveriyoruz. Mümkün olan her hafta sonu imkânlarımız el verdiğince, ailelerimizi toparlayıp bir arabaya tıkıştırıp doğayı yaşamak uğruna, yollar kat ediyor, gittiğimiz yeşillik alanlardan da (!) mangallar yapıp tıka basa yedikten ve bir süre nefes aldıktan (!) sonra yarım yamalak mutluluklarımızla evlerimize dönüyoruz. Sabahları, avuçlarımıza doldurduğumuz renk renk vitamin haplarını, bir çırpıda yutup “Her yeni gün yeni bir umuttur” diyerek işlerimize koşuyoruz. Bazen sağlıklı yaşamak adına bastırılmış tükenmez açlıklarımızla, rejim listelerini buzdolaplarımızın kapaklarına yapıştırıyor, haftada -insaflıysak ve yaza kadar yeterince süremiz varsa- birkaç kez spor salonlarında sağlıklı vücut sahibi olarak salınabilmek için türlü aletsel işkencelerden geçerek kendimizi sevmeye çalışıyoruz.

Duygularımız, işsel ya da içsel stres ya da bitmek tükenmek bilmeyen isteklerimiz yüzünden, gözümüz döndüğünde ise içimizde hissettiğimiz derin, dipsiz eksikliğimizi, birkaç gün önce ciddi bir kararla, sımsıkı kapattığımız kilitli dolaplarımızdan çıkarttığımız keklerimizden, mini barlarımızdaki yatıştırıcı içeceklerimizden ya da kendimize karşı daha insaflı olduğumuzdan (!) çevremizdekilerden çıkarttığımız hıncımızla doldurmaya çalışıyoruz. Kendini fark ettirmeye başladığı andan itibaren, gitgide büyüyen bu eksiklik, tamamlanamamışlık duygusuyla, olur olmaz ilişkilerde, artık vaat edilen topraklar misali olan eş ruhlarımızı bulmak umuduyla, o ilişkiden bu ilişkiye koşuyor, hep eksiliyor ve eksiliyoruz... Kötü olan dünyaya karşı tüm öfkemizi kusuyor, mutsuzluğumuzda payı olan herkese, kadere lanetler yağdırarak girdiğimiz yataklarımızda, susmayan düşünceler, batan, acıtan duygularımızla koyun koyuna dönüp duruyoruz... Geçmişimize ait başarısızlıklarımız, hayal kırıklıklarımız ve acılarımız, geleceğimize dair kurduğumuz ve şimdi yıkılan tüm hayallerimiz, beklentilerimiz ve arzularımızın besili kurtçukları, kemirdikçe
kemiriyor eksikliğimizi, dolduramadığımız boşluğumuzu… Ve bir gün, bir şey oluyor hayatlarımızda, sadece bize özel, açıklamaya çalıştığımız ama yapamadığımız, kelimelerle sınırlayamadığımız bir şey… O an, o kıymetli, eşsiz, sonsuz o ilk an; kendimizin öncemizde; sonramızda değil, sadece şimdi, şu anda ve burada “ol”duğumuzu hissettiğimiz o sonsuz an...

Geçmişin ruhumuza yapışan acılarını ya da kayıplarını ya da daha gelmemiş geleceğimize yüklediğimiz endişe ya da korkularımızı, “şimdi”mize taşımanın anlamsızlığını fark ettiğimiz, kendi yarattığımız rüyamızdan uyandığımız o ilk an… Olmuş bitmiş şeyleri tekrar tekrar yaşa****** dramlarımızı yeniden yaratıyoruz. Dramlarımıza tutunuyoruz, çünkü bizler dramlarımıza bağımlıyız. Yalnızca onlarla var olduğumuzu hissedebiliyoruz. Daha olmamış olduğu halde “ya olursa” nın korkusu, endişesiyle durduramadığımız düşüncelerimizle, sürekli huzursuzluğu yaşıyoruz. Aslında hep tam, hep mükemmel olduğumuzu, susmayan zihnimizin türlü oyunlarıyla hissettiğimiz eksikliğimizi, dışsal nesnelerde arayıp doldurmaya çalışmaktan farkedemiyor, anlayamıyoruz. Çünkü biz zihnimizle ve onun yarattığı dramlarda başrol oynamakla meşgulüz. Ancak böyle var olabiliyoruz. Bizim gerçek doğamız huzur, sakinlik, neşe ve sevgidir... Bizi bundan uzaklaştıran her eylem, düşünce ve duygu, kendimizin yaratıcısı olduğumuz realitemizin birer oyunudur. Bizim yegâne amacımız, sadece “şimdi”de, “an”da kalarak, sınırlı duyularımızla algıladığımız hayalden özgürleşerek, “İçimizdeki Tanrısallığı” ortaya çıkarmak, sahiplenmektir. An’ı yaşamanın gerektirdiği farkındalığı ve dinginliği yaşayabilmek, yapan olmak yerine sadece “olan” olabilmeye geçebilmek için, benim yürüdüğüm yol “Yoga”dır. Yoga benim özgürlüğüm, sınırsızlığımdaki bilgeliğe ulaşma çabamdaki yol arkadaşımdır.

Yoga, aklın huzuru, uyumu ve dinginliğidir. Vivekananda’ ya göre “Her ruh, potansiyel olarak tanrısaldır. Amaç içsel ve dışsal doğayı kontrol ederek bu ilahiliği tezahür ettirmektir.” Yoga burada bir araçtır, rehberdir. İnsan bedeninin, zihninin ve ruhunun engellerinin nasıl aşılacağına dair temelde hiçbir dini sisteme ait olmayan bir öğretidir. Bir’liği deneyimlemek için önce kendi mükemmel kılıflarımızdaki bütünlüğü deneyimlememiz gerekir…

Yaşamlarımızın her anı bir mucizedir. An’ın farkındalığına ulaşabilmek; bu mucizeyi aynı coşku, neşe, huzur ve mutlulukla tekrar tekrar deneyimlemektir. Sürekli düşünen, yargılayan, etiketleyen, endişelenen zihnimiz, biz değiliz. Biz bundan çok daha öte; değişmeyen, sonsuz ilahi varlıklarız. İçlerimizdeki bu değişmez öze, tanrısallığa, ancak zihinlerimizi kontrol edebilmeyi öğrenip sessizleştirerek, sadece mevcudiyetimizle, bütünlüğümüzle “şimdi”de olarak ulaşabiliriz.

Geçmiş, geçmişte kalandır. Gelecek ise, henüz yaşanmayan... Bizim şu andaki düşüncemiz bile biz onu deneyimlerken, geçmişe ait olur. Gerçekten tek sahip olduğumuz şey “şimdi” dir. Dünün anıları, acıları, resimleri; yarının umutları, hayalleri, endişeleri ve korkularıyla yaşıyoruz sürekli. Oysa biri olmuş bitmiş, hiçbir şey yapamayacağımız şeylerden, diğeri ise daha olmadan bile düşünüp taşınıp etiketleyerek şimdimizin huzurunu, sakinliğini bozduğumuz şeylerden oluşuyor, ve biz bunu göremiyoruz. Dramlar yaratırken sanki garip bir şekilde varlığımızı, kendi kendimize ispatlamaya çalışıyoruz. Düşüncelerle dramlar, dramlarımızla duygular yaratıyor, “Evet bu duyguları hissediyorum, acı çekiyorum, o zaman varım”a geliyoruz. Çünkü biz en temelde, varlığımızı onaylamak, onaylatmak istiyoruz. Öyle bir paradoks ki bu, huzuru, mutluluğu, sevgiyi ararken bunları hak etmek için bile bir şeylerden vazgeçmek ya da acılar çekmek zorunda olduğumuza inandırmışız kendimizi. İçimizdeki olayların, nesnelerin, dünyanın dokunamayacağı, aslında dokunmayı bile istemediği, değişmez sonsuz huzuru, mutluluğu bulmaya korkuyoruz belki de. Çünkü biz Tanrısal olmak bir yana; kötü, cezalandırılan, ayrılmak zorunda bırakılan, sürgün edilen, ilahi olmayan oğul olmayı yakıştırmışız kendimize. Cennetlerden kovulma, atılma hikâyeleriyle öyle bir “Kaynak”tan ayrılık travması yaratmışız ki, aslında O’nun hep içimizde, bizim de onun hep içinde olduğumuzu göremiyoruz. Tanrı da, tanrısallık ta bende, sende, taşta, toprakta, suda, havada olanda, olmayanda; her şeyde...


Yoga, bütünüyle bir yaşam felsefesi. Yaşamın ta kendisi. Bütünlüğe, bütünlüğüme, Bir’liğe ulaşmam için bir rehber benim için. Bedenim için hem tedavi edici hem de koruyucu hekim… Düşüncelerim ve duygularım için sakinleştirici, yatıştırıcı... Pranam (yaşam enerjisi) için yavaşlatıcı, düzenleyici… Alıştırmaları, uygulamalarıyla, pratikliğiyle tam bir “an”da olma, farkındalığı olağanlaştırma bilgisi. Kendimize uyguladığımız baskının, şiddetin farkına varmamızı sağlayarak önce kendi bütünlüğümüzle barışmamıza, kendimizi sevmemize yardım eden bir rehber. Sonsuz an’daki uyuma, huzura, sakinliğe, sevgiye ve özümüzü deneyimlememiz için gerekli olana (fiziksel, düşünsel, duygusal ve süptil) , her bir bedenimize ayrı ayrı hitap ederek, onlara ulaşmamızı kolaylaştırmayı hedefleyen bir sistem. Bütünleşmenin kendisi yoga... Kendimizi sevemeden, bedenimize, ruhumuza saygı göstermeden yaşıyoruz yaşamlarımızı. Kendimizin farkına varamadan, yaşam mucizesini, ilahiliğini nasıl görüp, takdir edebiliriz? Yaşamın ilahiliğini, güzelliğini sevemeden, takdir edemeden, nasıl her şeyde olan ilahiliğin, Tanrısallığın farkına varabiliriz ki? Kendimizi değiştirerek dünyayı, kendi yaratıcısı olduğumuz dünyalarımızı da değiştirebiliriz. Tüm bu yollar, uygulamalar yoganın tanımının kendisinde öyle açık, öyle net anlatılmış ki kalbinizle çıktığınız bu yolda en başlarda tökezleseniz bile ilerlememeniz, değişiklikleri fark etmemeniz imkânsız. Yogayı kadim bir yaşam yorumlaması ve tanımlaması olarak kendime katmaya, özümün, gerçek doğamın farkına varmaya çalışıyorum. Sudaki balık olmak istemiyorum artık, ben suyun güzelliğini bilen, hatta suyun kendisi olduğunu anlayan balık olmak istiyorum. Koşturarak yaşıyoruz hayatlarımızı… Koşturarak bir şeylere yetişmeye çalışarak doğuyoruz, ölüyoruz, doğuyoruz, ölüyoruz... Aradaki yaşam değil sanki önemli olan; doğmak ve ölmek… Ya yaşam? Ya yaşamı deneyimlemesi gereken bizler? Yaşamlarımızdaki ilahiliği görebilmek, takdir edebilmek için yaşama doğarken, gözlerimizi sımsıkı kapatıp ölmeye koşuyoruz, koşturuyoruz… Bizler kendi gerçeğimizi bile bilmezken gerçek olan gerçeği nasıl bilebiliriz ki? Kendimize sahip çıkmazken gerçeğe nasıl sahip çıkabiliriz ki? Tüm bunların farkına varmayla başlıyor esas yolculuğumuz. İlk adım; ayakta durabilmek, yürüyebilmek, koşabilmek, koştukça çocukça neşeyle coşabilmek; sonsuz sevgiyi, sevgideki huzuru, değişmez sakinliği hissedebilmek için ilk adım… Bedenlerimizde - belki de “kötü” olduğuna inandırıldığımız, inandığımız için- dünyadan ve kendimizden koruduğumuz, sakladığımız gerçek varlığımızı ortaya çıkarabilmek için hayat buluyoruz. İçimizdeki Tanrıya, her şeydeki Tanrıya güvenerek, sevgiyle çıktığımız her yaşam yolculuğundaki nihai amaca ulaşabilmek için engin bir araç Yoga. Yoga’nın bilgeliği, bilgisi onun bu kadar hayatlarımıza dair her şeyi kapsayışındaki sadelikte. Bizi afallatan zaten bu sadelik. Komplike düşüncelere, duygulara, yaşamlara o kadar alışmışız ki sadeliğin basitliğini, gerçek doğamızın sadeliğini anlayamıyoruz. Oysa yoga, tüm bedenlerimizde (fiziksel, duygusal, zihinsel, ruhsal) aynı anda çalışarak, gerekli olan arınmayı, bu basitlikle gerçekleştirebilen bir felsefedir. Biz geçmişimiz ya da geleceğimiz değiliz. Biz zamanla sınırlandırılamayan değişmezleriz… Bizler içimizde Tanrı’yı barındıran, ilahi “var”lıklarız. Gerçek biz, sadece “olan”ız. Değişen, geçip giden sadece zaman ve zamansal bedenlerimiz, kılıflarımız. Biz özde Bir’iz, Tek’iz, Bütün’üz…

Yoga bilgeliğine ve rehberliğine; kaybolduğum, kim olduğumu bilemediğim, korktuğum, her şeyden vazgeçtiğim anda karşıma çıktığı, ışığım olduğu için; bana yitirdiğim çocuksu sevinci, mutluluğu, kendime ve yaşama olan saygımı, sevgimi geri verdiği için; yaşadığım her günün, her An’ın mucizesinin farkındalığına, gözlerimi açmamı sağladığı için; içimdeki Tanrı’ya, saf sevginin ışığıyla sonsuz teşekkürler… Namaste.

Asu Sanem Kaya
 
Geri
Üst