Kültürel Değişme
Kültürel DEĞİŞME Açısından Etniklik
Tarih boyunca kültürel guruplar arasındaki etkileşimlerden doğan kültür değişmeleri farklı terimlerle adlandırılmıştır. Bu terimlerden ilki eritmedir (assimilation). Bir azınlık gurubun değerler, gelenekler ve tutumlarında, çoğunluk gurubundakilere yönelik değişmeleri ifade eder. İkinci terim karışma (amalgamation - melting pot), azınlık ve çoğunluk gurupların değerlerinin, gelenek ve tutumlarının, farklı ve yeni bir kültürel gurup yaratma yolunda senaaaidir. Ülkemizde Anadoluculuk adı altında bu coğrafi bölgede mevcut tüm unsurları birleştirmeyi hedefleyen görüşler amalgamasyona örnek olarak verilebilir. Her iki terimde de dinamik bir proses söz konusudur. Yani bir arada bulunan kültürler, az veya çok, karşılıklı olarak değişmektedirler. Üçüncü terim olan plüralizm ise dinamik bir proses değildir. Yani kültürler arasındaki etkileşim birleşmeye yönelik değildir. Plüralizmde farklı kültürlerin, farklı sosyal bünyeler olarak, yan yana mevcudiyetleri söz konusudur. Aşağıda bu kavramlar kimlik açısından ayrı ayrı ele alınmıştır.
1. Kültürel Çoğulculuk
Genel olarak gücün farklı guruplar tarafından paylaşılması durumunu ifade eder. Terim orijinal kullanımıyla Hegel'ci anlamda "üniter devlet"in zıddıdır[1]. En önemli anlamı ise Batılı liberal demokrasilerde değişik gurupların ve elitlerin güç paylaşımı veya bu yönde yarışmalarıdır. Önemle vurgulanması gereken nokta çoğulculuğun sosyal yapı açısından farklı birkaç kültürel unsurun veya alt gurubun mevcudiyeti değil, pek çok sosyal müesseseleriyle ayrı bir sosyal bünyenin varlığını ifade etmesidir.
Çoğulculuk, her ne kadar siyasî bir tanımsa da sosyo-kültürel bir zemini gerekli kılmaktadır. Dolayısıyla çoğulculuktan söz edilebilmesi için kültürel gurupların sosyal yapı içinde tabandan iktidar tavanına kadar paralel bir bünyeye sahip olmaları gerekir. Başka bir deyişle kültürel çoğulculukta farklı bir kaç kültürel unsurun ötesinde, bir sosyal mesafe söz konusudur. Bu bir bakıma siyasî, sosyal veya iktisadî boyutlarda mevcut olan ayrı bir sosyal bünye anlamını taşır.
Ancak, bu sosyal bünyeler çoğu yerde gerek coğrafî mekân, gerekse sosyal müesseseler itibariyle iç içe geçmişlerdir. Hâkim gurubun pek çok müessesesi etnik guruplar tarafından da kullanılmaktadır. Başka bir deyişle etnik guruplar rahatlıkla müşahede edilebilecek tarzda kendilerine yeterli kompleks bir sosyal bünyeye sahip değillerdir. Türkiye'de yaratılan etnik ırkçılık bu konuya bir örnektir. Bu tür ırkçılıklar tarihin şekillendirdiği kültürel yapıyı yıkmaktadır. Kürtler veya diğer azınlıklar ırkçılığa devam ettikleri takdirde, Türk kültürüyle bir bütün olarak inşa edilmiş olan yapı bozulacaktır. Bu takdirde kültürün ortak unsurlarında dahi çatışmaya gidilecek, neticede din gibi kültürün temel unsurları da zayıflayacaktır. Bütünleşme sağlandıktan sonra, bu unsurları tekrar birbirinden ayırmak çok zor olmaktadır. Meselâ, Fransızca ve Fransız kültürü, Arapça’nın çok büyük bir lisan olması ve Araplaştırma prosesine rağmen, Fas'ın kültürel kimliğinde önemli bir yer işgal etmektedir. Hem Arapça, hem de Fransızca kullanılarak Fas kültürü inşa edilmiştir.[2]
Bir ideoloji olarak çoğulculuk, eşit olmayan gurupların birer çerçeve içinde eşitliklerinin sağlanarak ayırılmalarıdır. Ayırımcılığın olduğu bir toplumda kültürel çoğulculuktan söz edilmektedir. Amaç, farklı kurumlara ve sosyal yapılara sahip olan guruplar arasında eşitçi bir denge kurmak ve hükümet, ekonomik faaliyetler gibi ortak müesseselerde koordinasyon sağlamaktır.[3] Kavram, büyük kültürel farkların ve çatışmaların yaşandığı, sosyal iletişimin olmadığı toplumlarda tartışılmaktadır.
Bu ülkelerden biri de Amerika’dır. Dünyanın hemen her yerinden pek çok milletin göç ettiği bu ülkede etnik bir yapılanma tabii bir haldir. Beyaz Anglo-Saxon çoğunluğun diğer etnik guruplar aleyhine hâkim olması, uzun yıllardan beri çok büyük sosyal mücadelelere sebep olmaktadır. Kuzey Amerika yerlilerinin soykırımına uğratılması; zencilerin yakın zamanlara kadar köle olarak çalıştırılması; İspanyol asıllıların dışlanması gibi hadiseler, zaman içinde kurumlaşmakta ve çoğulculuğu gerektiren bir yapı değişimini zorlamaktadır.[4]
Genellikle bu kesimlere ait yazarlara göre, uzun yıllar melting-pot adı verilen bir sosyal politika uygulanmış olmasına rağmen, Amerikan toplumundaki ırk ve etnik kesimler hemen tamamen refah, prestij ve güçten mahrumdular. Beyaz Anglo-Saxon hâkimiyeti toplumun tüm yapısında imtiyazlı bir şekilde hâkimdi. 1950'lerden sonra yönetim, daha çoğulcu bir sosyal düzen politikası uygulamaya başladı. Yukarıya doğru mobiliteyi açmak zorunda kaldı, böylece gelecek için daha farklı bir kültürler arası iletişim yapısı kurulmaya başlandı. Azınlıklar konusunda yeni teoriler ihdas edildi; ve nihaî amaç olarak da demokrasi içinde kendine has alt-bünyelerin (substructure) sağlandığı kompleks kültürel çoğulculuk hedeflendi.[5] Temel medenî haklar hareketleri olarak başlayan bu değişmeler ırkçı ve asimilasyoncu politikalardan plüralist bir yapıya doğru seyretmektedir. Özellikle zenci kesiminde devrim niteliğinde değişmelerin kazanılması, kendi kaderini tayin hakkı, geçmiş hataların bir tazminatı olarak ayrı bölgeler talebi, kendi topluluk kurumlarını kontrol gibi yeni formlar arayışına sevk etmektedir.[6]
Görüldüğü gibi, Batı dünyasındaki etniklik meselesi büyük ölçüde insan hakları konusundaki eşitsizlikten kaynaklanmaktadır. Problemin ikinci kaynağı ise, henüz hâkim kültüre, bu kültür dünyasında rahatça hareket edecek tarzda intibak edememiş kesimin taşıdığı dezavantajları hafifletmek amacıyla imtiyazlar talebidir.
Çoğulculuğu, demokratik yapı içinde değişik faktörlerin katılımından ayırmak gerekir. Demokratik toplum yapısı, siyaset literatüründe çok seslilik olarak adlandırılan, toplumu meydana getiren kesimlerin düşünce ve ihtiyaçlarının toplumun bütününü ilgilendiren bir önem sırası çerçevesinde ortaya konulması ve temsil edilmesi anlamını gerektirmektedir. Çoğulculuk ise, topluluğu meydana getiren ve bütünleşmesi mümkün olmayan unsurların ayrı ayrı iktidarlarını tanımayı gerektirir. Belirli bir zümreye sağlanmış imtiyazlar söz konusudur. Bunlar bir gurup lehine olacağı için toplumun bütününün aleyhinedir. Bu durum bir anlamda millet yapısının sosyolojik olarak daha iptidaî bir sosyal yapı olan ulusçuluğa dönüştürülmesi demektir.[7] Nitekim, siyaset biliminde çoğulcu demokrasi veya demokratik çoğulculuk deyimleriyle ifade edilen terimde çoğulcu ve çoğulculuk kavramları organizasyonal çoğulculuğa, yani devlet hâkimiyeti altında bazı organizasyonların izafî olarak özerkliğine işaret etmektedir.[8] Bütün demokratik ülkelerde bazı önemli organizasyonlar izafî olarak kendi sistemleri çerçevesinde özerktirler (meselâ, ekonomik kuruluşlarla yargı gibi).
2. Kültürleşme
İki veya daha fazla kültürün etkileşim sonucu değerler, inançlar ve davranışlardaki muhtemel değişme prosesidir. Özellikle kültürel antropoloji ve sosyal psikoloji sahalarında daha sık kullanılan bir terimdir. Dinamik bir süreçtir. Karşılaşan kültürlerin hepsinde de bir miktar değişme görülebilir.
Literatürde iki mânâda kullanılmaktadır: (1) Bir kültürel gurubun, diğerlerinden etkilenerek onun kısmen veya tüm unsurlarını adapte etmesiyle yeni bir kültürel mecra oluşturması süreci; ve (2) kendi yapısı çerçevesinde guruplar arasındaki herhangi bir kültürel aktarım olarak. Meselâ, nesiller arasındaki kültür transferi bir akültürasyon vakıasıdır. Bu anlamıyla "sosyalleştirme" kavramına daha yakındır. Kültürleşme veya kültür edinme en genel anlamıyla bir kültürün yeni unsurlar alma vakıasıdır. Bu unsurlar sayı itibariyle çok az olabileceği gibi bir kültürün tamamen değişmesini sağlayacak kadar çok ve yoğun da olabilirler.
Görüldüğü gibi kavramda daha ziyade alıcı kültür veya değişen kültür açısından bir yaklaşım ve değerlendirme söz konusudur. Tanımdan anlaşılacağı üzere dışarıdan içe doğru bir etkilenme vardır. Aynı süreci ifade etmekle birlikte, etkilenmenin kaynağı bakımından farklı mânâlarda kullanılmaktadır. Bu etki yabancı bir kültürden kaynaklanabileceği gibi kendi içindeki guruplardan veya önceki nesillerden de olabilir.
Bogardus, iki veya daha fazla kültürel sistemin beşerî ilişkiler vasıtasıyla ayrı bir kültür sistemi geliştirmesi süreci olarak tanımladığı kültürleşmenin üç tipini belirtmiştir:
(1) Körlemesine kültürleşme, insanların birbirine yakın yaşamaları ve mal ve hizmet ilişkilerine girmeleriyle kendiliğinden gelişen kültürel özelliklerin vuku bulmasıdır.
(2) Empoze kültürleşme, bir kültürün diğerine baskı yaparak kendi özelliklerini empoze etmesidir.
(3) Demokratik kültürleşme, her kültürün temsilcilerinin diğer kültürleri kendi tarihî ve değerler sistemi içinde kabul etmesidir.[9]
Kültürleşmede edinilen yeni unsurlar başlıca üç kaynaktan dinamik bir süreç içinde alınabilir. Kaynaklardan ilki yabancı bir kültürdür. Toplumda daha önce mevcut olmayan yepyeni bir unsur yerli kültür sisteminin tamamen dışındaki başka bir kültür siteminden ithal edilir. Yeni unsur, müessir olabilmesi için eğer gerekiyorsa icap eden uyarlamalar ve alıcı kültürde de gerekli iç düzenlemeler yapılarak sosyal hayatta kullanıma sokulur. Batı'daki dinî kimlik, kurumlar, siyasî sosyal organizasyonlar itibariyle yayılmaktadır.[10] Bu duruma örnek olarak, Hıristiyan kültüründe dinî bir faaliyet olan Noel’in bizim toplumumuzda bir yeni yıl kutlaması olarak yaygınlaşmasını gösterebiliriz. Bu âdet yabancı kültürden bağlı bulunduğu Hıristiyan inanç sisteminin tümüyle birlikte gelmemiş, fakat uyarlanmıştır. Değişen kültür sisteminin içinde yeni unsurun genel kabul göreceği ve uygulanacağı tarzda sosyal yapı ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılmıştır.
Kültürleşmede ikinci kaynak kültürün bizzat kendisidir. Mevcut unsurlar, üretilen yeni unsurlar, unutulmuş olanlar, veya özellikle yeni nesiller arasında yaygın kullanımı olmayan eski unsurlar, sistemde uygulanmaya konabilir. Bu süreç daha ziyade sosyalleştirmeye benzetilmektedir. Meselâ, eski uygulamalardan nevruz bayramının veya hicrî yeni yılın birer sosyal âdet olarak tekrar yerleşmesi ve yeni nesillere aktarılarak devam etmesi birer örnektir. Genç nesillerin henüz bilmedikleri, fakat kültürel sistemde mevcut olanların transferleri ile ilgili her konu buna bir örnektir.
Kültür edinmede son kaynak o kültür sistemi içindeki herhangi bir alt kültür gurubudur. Bunlara ait olan herhangi bir kültürel öğe diğer guruplar veya toplumun bütünü tarafından genel kabul görerek kültür edinme meydana getirilir.
Yukarıdaki tanımda, bir kültürün kısmen veya tamamen değişebileceği belirtilmişti. Büyük değişmeler, büyük sosyal hadiselerle ve uzun sürelerde meydana gelmektedir. Karşılaşan kültürler arasında fonksiyonalite bakımından bariz dengesizlik söz konusu olabilir. Bu durumda artık değişen kültürün değil değiştiren kültürün varlığı ve hâkim kültür olma özelliği söz konusudur. Anadolu'da Türk kültürünün doğuşu buna çok güzel bir örnektir.
"Türkler maddî ve manevî kültür özelliklerini Anadolu'ya yansıtmışlardır. 11. yüzyıldan önce ve sonra, Anadolu'da bir kültür ve medeniyet teması olmuş, kültürleştirme (acculturation) görülmüştür. ... Eğer bugün bir Selçuklu ve Osmanlı medeniyetinden bahsedebiliyorsak bunun temel sebebi Anadolu coğrafyasında hatta Balkanlarda Selçuklu ve Osmanlıda ifadesini bulan Türk - İslâm medeniyetinin bir hâkim kültür olma özelliğinde aranmalıdır."[11]
Sosyal kimlikte, tarihî boyut içinde devamlı olarak bir kültürleştirme (acculturation) süreci işlemekte, ve böylece hâkim kimlik (Millî kimlik) doğrultusunda alt kültürlerin veya etnikliğin ürettiği kimlik tipini törpülemektedir.
Kültürleşme, hâkim kültür açısından da yeni bir mecra oluşturmaktadır. Çünkü kültürel yapılar kompleks birer sistemdirler ve bu nedenle söz konusu olan vakıa, bir unsurun basit bir transferi değil, birçok unsurun bu girift yapıya paralel olarak aktarımı ve sistemde meydana gelen büyük değişmedir. Başka bir deyişle kültürel sistemin içindeki -yeni unsurun dahil edilmesiyle bozulan- hassas dengelerin yeniden kurulması gerekmektedir. Yukarıdaki örneğe tekrar dönecek olursak, sadece sosyal hayatta değil, inanç sisteminde de yeni düzenlemelerin ve kabullerin yapılmış olması gerektiğini görürüz. Esasında kültürel transferlerde sadece bir tek unsur yer almamaktadır. Ona bağlı başka unsurlarla birlikte aktarılmaktadır. Dolayısıyla alıcı kültürün kendi sitemini bir kompleks transfere uyarlaması gerekmektedir.
Tarih boyunca kültürel guruplar arasındaki etkileşimlerden doğan kültür değişmeleri farklı terimlerle adlandırılmıştır. Bu terimlerden ilki eritmedir (assimilation). Bir azınlık gurubun değerler, gelenekler ve tutumlarında, çoğunluk gurubundakilere yönelik değişmeleri ifade eder. İkinci terim karışma (amalgamation - melting pot), azınlık ve çoğunluk gurupların değerlerinin, gelenek ve tutumlarının, farklı ve yeni bir kültürel gurup yaratma yolunda senaaaidir. Ülkemizde Anadoluculuk adı altında bu coğrafi bölgede mevcut tüm unsurları birleştirmeyi hedefleyen görüşler amalgamasyona örnek olarak verilebilir. Her iki terimde de dinamik bir proses söz konusudur. Yani bir arada bulunan kültürler, az veya çok, karşılıklı olarak değişmektedirler. Üçüncü terim olan plüralizm ise dinamik bir proses değildir. Yani kültürler arasındaki etkileşim birleşmeye yönelik değildir. Plüralizmde farklı kültürlerin, farklı sosyal bünyeler olarak, yan yana mevcudiyetleri söz konusudur. Aşağıda bu kavramlar kimlik açısından ayrı ayrı ele alınmıştır.
1. Kültürel Çoğulculuk
Genel olarak gücün farklı guruplar tarafından paylaşılması durumunu ifade eder. Terim orijinal kullanımıyla Hegel'ci anlamda "üniter devlet"in zıddıdır[1]. En önemli anlamı ise Batılı liberal demokrasilerde değişik gurupların ve elitlerin güç paylaşımı veya bu yönde yarışmalarıdır. Önemle vurgulanması gereken nokta çoğulculuğun sosyal yapı açısından farklı birkaç kültürel unsurun veya alt gurubun mevcudiyeti değil, pek çok sosyal müesseseleriyle ayrı bir sosyal bünyenin varlığını ifade etmesidir.
Çoğulculuk, her ne kadar siyasî bir tanımsa da sosyo-kültürel bir zemini gerekli kılmaktadır. Dolayısıyla çoğulculuktan söz edilebilmesi için kültürel gurupların sosyal yapı içinde tabandan iktidar tavanına kadar paralel bir bünyeye sahip olmaları gerekir. Başka bir deyişle kültürel çoğulculukta farklı bir kaç kültürel unsurun ötesinde, bir sosyal mesafe söz konusudur. Bu bir bakıma siyasî, sosyal veya iktisadî boyutlarda mevcut olan ayrı bir sosyal bünye anlamını taşır.
Ancak, bu sosyal bünyeler çoğu yerde gerek coğrafî mekân, gerekse sosyal müesseseler itibariyle iç içe geçmişlerdir. Hâkim gurubun pek çok müessesesi etnik guruplar tarafından da kullanılmaktadır. Başka bir deyişle etnik guruplar rahatlıkla müşahede edilebilecek tarzda kendilerine yeterli kompleks bir sosyal bünyeye sahip değillerdir. Türkiye'de yaratılan etnik ırkçılık bu konuya bir örnektir. Bu tür ırkçılıklar tarihin şekillendirdiği kültürel yapıyı yıkmaktadır. Kürtler veya diğer azınlıklar ırkçılığa devam ettikleri takdirde, Türk kültürüyle bir bütün olarak inşa edilmiş olan yapı bozulacaktır. Bu takdirde kültürün ortak unsurlarında dahi çatışmaya gidilecek, neticede din gibi kültürün temel unsurları da zayıflayacaktır. Bütünleşme sağlandıktan sonra, bu unsurları tekrar birbirinden ayırmak çok zor olmaktadır. Meselâ, Fransızca ve Fransız kültürü, Arapça’nın çok büyük bir lisan olması ve Araplaştırma prosesine rağmen, Fas'ın kültürel kimliğinde önemli bir yer işgal etmektedir. Hem Arapça, hem de Fransızca kullanılarak Fas kültürü inşa edilmiştir.[2]
Bir ideoloji olarak çoğulculuk, eşit olmayan gurupların birer çerçeve içinde eşitliklerinin sağlanarak ayırılmalarıdır. Ayırımcılığın olduğu bir toplumda kültürel çoğulculuktan söz edilmektedir. Amaç, farklı kurumlara ve sosyal yapılara sahip olan guruplar arasında eşitçi bir denge kurmak ve hükümet, ekonomik faaliyetler gibi ortak müesseselerde koordinasyon sağlamaktır.[3] Kavram, büyük kültürel farkların ve çatışmaların yaşandığı, sosyal iletişimin olmadığı toplumlarda tartışılmaktadır.
Bu ülkelerden biri de Amerika’dır. Dünyanın hemen her yerinden pek çok milletin göç ettiği bu ülkede etnik bir yapılanma tabii bir haldir. Beyaz Anglo-Saxon çoğunluğun diğer etnik guruplar aleyhine hâkim olması, uzun yıllardan beri çok büyük sosyal mücadelelere sebep olmaktadır. Kuzey Amerika yerlilerinin soykırımına uğratılması; zencilerin yakın zamanlara kadar köle olarak çalıştırılması; İspanyol asıllıların dışlanması gibi hadiseler, zaman içinde kurumlaşmakta ve çoğulculuğu gerektiren bir yapı değişimini zorlamaktadır.[4]
Genellikle bu kesimlere ait yazarlara göre, uzun yıllar melting-pot adı verilen bir sosyal politika uygulanmış olmasına rağmen, Amerikan toplumundaki ırk ve etnik kesimler hemen tamamen refah, prestij ve güçten mahrumdular. Beyaz Anglo-Saxon hâkimiyeti toplumun tüm yapısında imtiyazlı bir şekilde hâkimdi. 1950'lerden sonra yönetim, daha çoğulcu bir sosyal düzen politikası uygulamaya başladı. Yukarıya doğru mobiliteyi açmak zorunda kaldı, böylece gelecek için daha farklı bir kültürler arası iletişim yapısı kurulmaya başlandı. Azınlıklar konusunda yeni teoriler ihdas edildi; ve nihaî amaç olarak da demokrasi içinde kendine has alt-bünyelerin (substructure) sağlandığı kompleks kültürel çoğulculuk hedeflendi.[5] Temel medenî haklar hareketleri olarak başlayan bu değişmeler ırkçı ve asimilasyoncu politikalardan plüralist bir yapıya doğru seyretmektedir. Özellikle zenci kesiminde devrim niteliğinde değişmelerin kazanılması, kendi kaderini tayin hakkı, geçmiş hataların bir tazminatı olarak ayrı bölgeler talebi, kendi topluluk kurumlarını kontrol gibi yeni formlar arayışına sevk etmektedir.[6]
Görüldüğü gibi, Batı dünyasındaki etniklik meselesi büyük ölçüde insan hakları konusundaki eşitsizlikten kaynaklanmaktadır. Problemin ikinci kaynağı ise, henüz hâkim kültüre, bu kültür dünyasında rahatça hareket edecek tarzda intibak edememiş kesimin taşıdığı dezavantajları hafifletmek amacıyla imtiyazlar talebidir.
Çoğulculuğu, demokratik yapı içinde değişik faktörlerin katılımından ayırmak gerekir. Demokratik toplum yapısı, siyaset literatüründe çok seslilik olarak adlandırılan, toplumu meydana getiren kesimlerin düşünce ve ihtiyaçlarının toplumun bütününü ilgilendiren bir önem sırası çerçevesinde ortaya konulması ve temsil edilmesi anlamını gerektirmektedir. Çoğulculuk ise, topluluğu meydana getiren ve bütünleşmesi mümkün olmayan unsurların ayrı ayrı iktidarlarını tanımayı gerektirir. Belirli bir zümreye sağlanmış imtiyazlar söz konusudur. Bunlar bir gurup lehine olacağı için toplumun bütününün aleyhinedir. Bu durum bir anlamda millet yapısının sosyolojik olarak daha iptidaî bir sosyal yapı olan ulusçuluğa dönüştürülmesi demektir.[7] Nitekim, siyaset biliminde çoğulcu demokrasi veya demokratik çoğulculuk deyimleriyle ifade edilen terimde çoğulcu ve çoğulculuk kavramları organizasyonal çoğulculuğa, yani devlet hâkimiyeti altında bazı organizasyonların izafî olarak özerkliğine işaret etmektedir.[8] Bütün demokratik ülkelerde bazı önemli organizasyonlar izafî olarak kendi sistemleri çerçevesinde özerktirler (meselâ, ekonomik kuruluşlarla yargı gibi).
2. Kültürleşme
İki veya daha fazla kültürün etkileşim sonucu değerler, inançlar ve davranışlardaki muhtemel değişme prosesidir. Özellikle kültürel antropoloji ve sosyal psikoloji sahalarında daha sık kullanılan bir terimdir. Dinamik bir süreçtir. Karşılaşan kültürlerin hepsinde de bir miktar değişme görülebilir.
Literatürde iki mânâda kullanılmaktadır: (1) Bir kültürel gurubun, diğerlerinden etkilenerek onun kısmen veya tüm unsurlarını adapte etmesiyle yeni bir kültürel mecra oluşturması süreci; ve (2) kendi yapısı çerçevesinde guruplar arasındaki herhangi bir kültürel aktarım olarak. Meselâ, nesiller arasındaki kültür transferi bir akültürasyon vakıasıdır. Bu anlamıyla "sosyalleştirme" kavramına daha yakındır. Kültürleşme veya kültür edinme en genel anlamıyla bir kültürün yeni unsurlar alma vakıasıdır. Bu unsurlar sayı itibariyle çok az olabileceği gibi bir kültürün tamamen değişmesini sağlayacak kadar çok ve yoğun da olabilirler.
Görüldüğü gibi kavramda daha ziyade alıcı kültür veya değişen kültür açısından bir yaklaşım ve değerlendirme söz konusudur. Tanımdan anlaşılacağı üzere dışarıdan içe doğru bir etkilenme vardır. Aynı süreci ifade etmekle birlikte, etkilenmenin kaynağı bakımından farklı mânâlarda kullanılmaktadır. Bu etki yabancı bir kültürden kaynaklanabileceği gibi kendi içindeki guruplardan veya önceki nesillerden de olabilir.
Bogardus, iki veya daha fazla kültürel sistemin beşerî ilişkiler vasıtasıyla ayrı bir kültür sistemi geliştirmesi süreci olarak tanımladığı kültürleşmenin üç tipini belirtmiştir:
(1) Körlemesine kültürleşme, insanların birbirine yakın yaşamaları ve mal ve hizmet ilişkilerine girmeleriyle kendiliğinden gelişen kültürel özelliklerin vuku bulmasıdır.
(2) Empoze kültürleşme, bir kültürün diğerine baskı yaparak kendi özelliklerini empoze etmesidir.
(3) Demokratik kültürleşme, her kültürün temsilcilerinin diğer kültürleri kendi tarihî ve değerler sistemi içinde kabul etmesidir.[9]
Kültürleşmede edinilen yeni unsurlar başlıca üç kaynaktan dinamik bir süreç içinde alınabilir. Kaynaklardan ilki yabancı bir kültürdür. Toplumda daha önce mevcut olmayan yepyeni bir unsur yerli kültür sisteminin tamamen dışındaki başka bir kültür siteminden ithal edilir. Yeni unsur, müessir olabilmesi için eğer gerekiyorsa icap eden uyarlamalar ve alıcı kültürde de gerekli iç düzenlemeler yapılarak sosyal hayatta kullanıma sokulur. Batı'daki dinî kimlik, kurumlar, siyasî sosyal organizasyonlar itibariyle yayılmaktadır.[10] Bu duruma örnek olarak, Hıristiyan kültüründe dinî bir faaliyet olan Noel’in bizim toplumumuzda bir yeni yıl kutlaması olarak yaygınlaşmasını gösterebiliriz. Bu âdet yabancı kültürden bağlı bulunduğu Hıristiyan inanç sisteminin tümüyle birlikte gelmemiş, fakat uyarlanmıştır. Değişen kültür sisteminin içinde yeni unsurun genel kabul göreceği ve uygulanacağı tarzda sosyal yapı ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılmıştır.
Kültürleşmede ikinci kaynak kültürün bizzat kendisidir. Mevcut unsurlar, üretilen yeni unsurlar, unutulmuş olanlar, veya özellikle yeni nesiller arasında yaygın kullanımı olmayan eski unsurlar, sistemde uygulanmaya konabilir. Bu süreç daha ziyade sosyalleştirmeye benzetilmektedir. Meselâ, eski uygulamalardan nevruz bayramının veya hicrî yeni yılın birer sosyal âdet olarak tekrar yerleşmesi ve yeni nesillere aktarılarak devam etmesi birer örnektir. Genç nesillerin henüz bilmedikleri, fakat kültürel sistemde mevcut olanların transferleri ile ilgili her konu buna bir örnektir.
Kültür edinmede son kaynak o kültür sistemi içindeki herhangi bir alt kültür gurubudur. Bunlara ait olan herhangi bir kültürel öğe diğer guruplar veya toplumun bütünü tarafından genel kabul görerek kültür edinme meydana getirilir.
Yukarıdaki tanımda, bir kültürün kısmen veya tamamen değişebileceği belirtilmişti. Büyük değişmeler, büyük sosyal hadiselerle ve uzun sürelerde meydana gelmektedir. Karşılaşan kültürler arasında fonksiyonalite bakımından bariz dengesizlik söz konusu olabilir. Bu durumda artık değişen kültürün değil değiştiren kültürün varlığı ve hâkim kültür olma özelliği söz konusudur. Anadolu'da Türk kültürünün doğuşu buna çok güzel bir örnektir.
"Türkler maddî ve manevî kültür özelliklerini Anadolu'ya yansıtmışlardır. 11. yüzyıldan önce ve sonra, Anadolu'da bir kültür ve medeniyet teması olmuş, kültürleştirme (acculturation) görülmüştür. ... Eğer bugün bir Selçuklu ve Osmanlı medeniyetinden bahsedebiliyorsak bunun temel sebebi Anadolu coğrafyasında hatta Balkanlarda Selçuklu ve Osmanlıda ifadesini bulan Türk - İslâm medeniyetinin bir hâkim kültür olma özelliğinde aranmalıdır."[11]
Sosyal kimlikte, tarihî boyut içinde devamlı olarak bir kültürleştirme (acculturation) süreci işlemekte, ve böylece hâkim kimlik (Millî kimlik) doğrultusunda alt kültürlerin veya etnikliğin ürettiği kimlik tipini törpülemektedir.
Kültürleşme, hâkim kültür açısından da yeni bir mecra oluşturmaktadır. Çünkü kültürel yapılar kompleks birer sistemdirler ve bu nedenle söz konusu olan vakıa, bir unsurun basit bir transferi değil, birçok unsurun bu girift yapıya paralel olarak aktarımı ve sistemde meydana gelen büyük değişmedir. Başka bir deyişle kültürel sistemin içindeki -yeni unsurun dahil edilmesiyle bozulan- hassas dengelerin yeniden kurulması gerekmektedir. Yukarıdaki örneğe tekrar dönecek olursak, sadece sosyal hayatta değil, inanç sisteminde de yeni düzenlemelerin ve kabullerin yapılmış olması gerektiğini görürüz. Esasında kültürel transferlerde sadece bir tek unsur yer almamaktadır. Ona bağlı başka unsurlarla birlikte aktarılmaktadır. Dolayısıyla alıcı kültürün kendi sitemini bir kompleks transfere uyarlaması gerekmektedir.